Zamanda sıkışmak

Ken MacLeod'un kaleminden "İnsan Cephesi", Ayrıntı Yayınları tarafından okurla buluştu. "İnsan Cephesi", bilim kurgu edebiyatı meraklılarının sevebileceği bir kitap, başlangıçta anlatının belirsizliği biraz sıkıntı yaratabiliyor ancak merak ettirmeyi başarması metnin sonuna doğru yaşanacaklara ulaşmaya değer kılıyor.

Google Haberlere Abone ol

Bilim kurgu edebiyatı, başka dünyalar yaratmak, insan dışı ile ilişkilenmek için işlevsel bir yerde duruyor. Ayrıca, insanın kendine benzemeyene karşı nasıl davranabileceği hakkında fikir veriyor. Alternatif bir dünya yaratmak ve onu insanın gözüyle biçimlemek, sanırım bilim kurgu yazarlarının başardığı şeylerden biri. Başka bir zamanda, başka bir mekânda, başka varlıklarla kurulan anlatı, insan türünün ve dünyanın dışına çıkmayı sağlarken, başka bir dünyayı mümkün kılmak anlamı da taşıyor. Böylece, bu türü başka açılardan değerlendirebiliyoruz çünkü dünyanın dışına çıkıp başka olanın yaşamını tahayyül edebiliyor, farklı olanla kurulan ilişkiyi sorgulayabiliyoruz. Çoğu zaman bu tarz metinlerde de insan yanlı, kendi dışında kalanı “ucubeleştiren” bakıştan kurtulamasak da, pek çok açıdan bilim kurgunun dünyayı ve türleri ile olan ilişkiyi anlamak bakımından da önemli olduğunu düşünüyorum.

FARKLI BİR TARİH

Ken Macleod’un İnsan Cephesi adlı kitabı yukarıda bahsettiklerimiz üzerinden yorumlanabilecek bir kitap. Ayrıntı Yayınları’nın bilim kurgu dizisinden çıkan metin, İnönü Korkmaz tarafından çevrildi. Macleod’un alternatif bir tarih yazma çabasıyla ortaya çıkardığı İnsan Cephesi'nin yanında, yazarın deneyimini içeren metinlere ve söyleşisine yer verilmiş. "İnsan Cephesi" adlı hikâyede yazar, gençliğini geçirdiği mekânlara, belki de o dönem kafasında kurguladığı dünyayı yerleştirmiş. Söylediğine göre; “Gençliğimin hafızasına ait bu manzaraların üzerine bilim kurguyu yükledim. Buraları hem gerilla hem de küresel savaşların muharebe yıllarına çevirdim. Uçan daireleri düşürüp taktiksel nükleer silahlar attım…” Bu açıdan, çocukluğun ve gençliğin hayal gücünün devrede olduğu bir metinden bahsettiğimizi söyleyebiliriz. Çünkü Macleod, hatırladığı dönemleri kendini de içine katarak kurgusunu oluşturmuş, bu hem dönem hakkında daha az çalışmasını sağlamış hem de “hikâyeyi alternatif bir otobiyografi olarak birinci tekil şahıs ağzından yazma” amacını gerçekleştirmesini sağlamış. Böylece, bir bakıma geçmişini geleceğe getirmiş.

GERÇEK, KURGU, BELİRSİZLİK

İnsan Cephesi, Sovyetler Birliği’nin gerçekte dağılışından yaklaşık kırk yıl öncede geçiyor. Yazarın sorusu, tarihi olayların bazıları farklı gerçekleşse ne olurdu değil, kendi deyimiyle: “Gerçekleşmeyen bir şey farklı gerçekleşseydi nasıl olurdu?” Bu açıdan hayal gücünün bu kitapta epey sınırlarının zorlandığını söyleyebiliriz. Metinde, başlangıçta olayları algılamak zorlaşıyor çünkü gerçekle kurgu arasındaki bağ epey muğlak kalıyor. Mesela metin, Lenin’in ölüm haberiyle başlıyor ama bahsedilenin bambaşka bir zaman olduğunu sezebiliyorsunuz. Ayrıca, yazarın sıralı bir anlatıdan çok parça parça kurguyu örmesinin de bunda etkisi olduğu söylenebilir, zamanlar arasında geziyormuşsunuz duygusunu da bu konuda başka bir sebep olarak ekleyebiliriz.

ÇÖZÜLEN DÜĞÜM

Kitapta yer alan “İnsan Cephesi” adlı hikâye zaman geçişleri açısından başarılıydı, yaratılan kent atmosferinin gerçekçiliği, yukarıda da bahsettiğimiz gibi kullanılan isimlerin, grupların tarihsel anlamları, -Troçkistler, Naziler, komünistler- gibi anlatının tarihte asıl döneminde geçmediğini bilmek kafa karıştırıcı olabiliyor. Ancak metin, okuru parçaları birleştirmeye, düşünmeye de itiyor; belirsizliğin içinde belireni sezmeye çalışıyorsunuz. Tüm bunların yanında kitabın bana kalırsa merak unsurunu canlı tutan olayı da metne devam etmeye gerekçe vermesi. Bu olay, anlatıcının babası ile bir havaalanında tesadüfen tanık olduklarıyla ilgili. Zoraki olarak havaalanına iniş yapan bir uçağın personeline yardım eden baba, uçağın bir çocuk tarafından kontrol edildiğini fark ediyor. Bu tanıklık onu allak bullak ederken, anlatıcı ve babası yıllarca bunu sır olarak saklamak zorunda kalıyorlar. Ancak aralarındaki siyasi ayrılıklar nedeniyle her tartışmada bu konu gündeme geliyor. Anlatıcı metinde komünist bir profil olarak karşımıza çıkıyor, sonrasında da gerilla mücadelesine katılıyor. İlerleyen zamanda babası, o gün tedavi ettiği kişinin bir çocuk olmadığından şöyle bahsediyor: “İlk düşüncem seninkiyle aynı, yani onun çocuk olduğu idi. Sonra, biraz daha yakından incelediğimde, itiraf etmeliyim, ikinci düşüncem ise aslında ölümcül deneylere imza atmış Nazi doktoru Mengele’nin bir eseriyle karşı karşıya olduğum idi. Gri ten rengi, ellerde ve ayaklarda dört parmak, kocaman gözler, bakır rengi kan…” Böylece metnin ilk düğümü burada çözülüyor ve okurun yeni sorusu "Kim bu varlıklar?" oluyor.

İnsan Cephesi, Ken MacLeod, Çevirmen: İnönü Korkmaz, 112 syf., Ayrıntı Yayınları, 2020.

GEÇMİŞTEN KURTULAMAYINCA

Sonrasında bir trene askerleri esir almak amacıyla bir saldırı düzenleniyor. Karakterimiz bu harekâtta yer alıyor. Önceden bildikleriyle, esir aldıkları askerin de insan dışı olduğunu ortaya çıkarıyor. Ancak işler sarpa sarıyor ve insan dışı varlıklar tarafından kaçırılıyorlar. Metinde başlangıçta, bu varlıkların Venüslü veya Marslı oldukları düşündürülüyor okura ve tüm o “tuhaflaştıran” bakışı da hissedebiliyorsunuz çünkü kendine benzemeyen ve farklı olan, insan türü açısından çoğunlukla olumsuz anlamlar taşır. Ama şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor, insanlığın zamanında birleşememesi nedeniyle geçmişte sıkışıp kalan bu varlıklar aslında insan türünden ve “zaman gezginleri” olarak adlandırılıyorlar, onlardan şöyle bahsediliyor: “Asla aynı geleceğe geri dönemiyorlar, ama hiçbir fark yaratamadıkları geçmişteki yere geri dönebiliyorlar. Ortak geçmiş, hepimizin geçmişi; Kretase çağı.” İnsan, ortak geçmişte bir şeyleri başaramadığı için o zamanda sıkışıp kalmış, insanın veya dünyanın geleceği için birleşememiş ve Kretase adı verilen çağda hapsolmuş. Geleceğe dönemiyorlar çünkü geçmişte yapılanlarla yüzleşememişler, oradaki sorunları çözemedikleri için zamanın bir ânında, onun yüküyle sıkışıp kalmışlar. Bu da bizi metnin mesajlarından biri ile karşı karşıya bırakıyor çünkü bir gelecek tahayyül edebilmek için geçmişten gelen yükün hafiflemesi gerekir, şimdide nefes almak için zamanın yaralarının tedavi edilmesi gerekir. Anlatıcı, bu insanlardan şöyle bahsediyor: “İnsanlar bizim gibi insanoğlu ama tuhaftılar. Acayip bir aksanla İngilizce konuşuyorlar ve bir sürü yabancı kelime kullanıyorlardı. Aralarından birkaçı siyahi ya da melezdi ama aksanları diğerlerininki kadar İngilizceye benziyordu.” “Acayip” ve “tuhaflar” kim bilir belki de öyle gördüklerine, takındıkları tavır nedeniyle şimdi bir başkası onları böyle tarif ediyordur.

TARİHTEN DERS ALMAK

Kitapta ayrıca Ken Macleod ile yapılmış bir söyleşiye yer verilmiş. Bu söyleşiden genel olarak bilim kurgu edebiyatına dair fikir çıkarmak mümkün. Yazar kendi deneyimi üzerinden bu konuda düşüncelerini ortaya koyarken bu türün işlevleri üzerine düşünebiliyoruz. Bu metinde, tarihten ders almanın mümkün olup olmadığını içeren bir soruya verdiği cevap dikkat çekiciydi: “Elbette inanıyorum. ‘Tarih bilim kurgunun meslek sırrıdır” bu alıntı benim yazdıklarımdan, ancak sanırım ben de bunu Asimov’dan aldım. Tarih ayrıca siyasilerin meslek sırrıdır. Sağ ve solun başarılı siyasetçileri bol bol tarih okuyup ondan bir şey öğrenirler.” Bilim kurgu metinleri açısından tarih önemli olabilir çünkü zamanı ve yaşananları eğip bükmek, ondan başka bir zaman yaratmak açısından değerlidir. Tıpkı “İnsan Cephesi” hikâyesinde olduğu gibi, geçmişin olumsuzluklarının, şimdiyi imkânlı ya da imkânsız kılmasını anlatmak için tarihle ve onun “kahramanlarıyla” oynamak fikri güzel olabilir. Siyasetçiler için düşündüğümüzde, bundan pek emin olamıyorum, çünkü politikacılar açısından tarih daha çok yukarıdakilerin kendi konumlarıyla ilişkilendirilerek manipüle edebildikleri bir şey olarak karşımıza çıkıyor, bu açıdan onların tarih bilmesi beni Macleod gibi olumlu anlamda etkilemiyor.

İnsan Cephesi, bilim kurgu edebiyatı meraklılarının sevebileceği bir kitap, başlangıçta anlatının belirsizliği biraz sıkıntı yaratabiliyor ancak merak ettirmeyi başarması metnin sonuna doğru yaşanacaklara ulaşmaya değer kılıyor. Son olarak, metinde yer alan yazılar ve söyleşi de hem yazar hakkında hem de onun kurmaya çalıştığı dünyalar hakkında fikir veriyor diyebiliriz.