André Comte-Sponville ve daha az umutlanma meselesi

François L’yvonnet’in André Comte-Sponville ile yaptığı söyleşilerden oluşan "Hayat Yaşamaya Değer", İletişim Yayınları tarafından raflarda yerini aldı. Comte-Sponville, "Hayat Yaşamaya Değer"de François L’Yvonnet’nin yönlendirmesiyle ile entelektüel gelişimini, düşüncesinin köşe taşlarını, yalın bir üslupla anlatıyor. 

Google Haberlere Abone ol

Söyleşi metinlerini okuma hazzı açısından düşündüğümüzde farklı sebepler öne sürebiliriz. Kendi okuma deneyimim üzerinden baktığımda, söyleşi yapılan kişinin yaşamının ve fikirlerinin iç içe geçtiği metinlerden daha çok haz aldığımı söyleyebilirim. Bu tarz metinlerde fikirler hayatla birleşerek soyut olmaktan çıkıyor diye düşünüyorum. Bu nedenle eğer bir yazarı fikirlerinin yanında bir kişi olarak anlama çabası veriyorsanız söyleşi metinleri bu açıdan işlevsel olabiliyor. Bu, yazarı eserinin önüne koymak olarak anlaşılmamalı elbette, günümüzün medya araçları buna biraz engel olsa da eser bana kalırsa yazardan bağımsız olarak okura ulaşıyor, kimin ortaya koyduğunu görmezden gelemesek de fikirler yazarların dışında tek tek onu okuyanlarda var olup kendi yolunu devam ettiriyor. Okur, deneyimleriyle, başka metinlerle girdiği diyalogla onu kendisinden bir parçaya dönüştürüyor.

İletişim Yayınları tarafından, Ercüment Tezcan çevirisi ile basılan, Hayat Yaşamaya Değer adlı kitap, André Comte-Sponville ile François L’yvonnet’in yaptığı söyleşilere yer veriyor. Kendi okumalarımda Büyük Erdemler Risalesi ve Cinsellik, Aşk ve Ölüm adlı kitaplarıyla tanıdığım Comte-Sponville ile yapılmış söyleşiler, yukarıda bahsettiklerimi hatırlatırken, düşünürün yaşamına da göz atmamızı sağlıyor. Fikirlerinin oluşma süreçlerini, hangi filozoftan neden etkilendiğini, ailesiyle olan ilişkisini, çocukluk ve gençlik yıllarındaki kaygılarını ve okuma edimlerinin değişimini bu metinde gözlemleyebiliyoruz. Ayrıca gündemimizden düşmeyen, hayat, umut, mutluluk, hakikat, bilgelik, tanrı, aşk, inanç, siyaset, ateizm gibi konulara getirdiği yorumlar üzerine düşünürken; etik, ahlâk, değer gibi felsefi kavramlara düşünürün gözünden bakarak, kafa yoruyoruz.

KİTAPLARLA YOLUNU BULMAK

Hayat Yaşamaya Değer adlı kitapta, Comte-Sponville’in çeşitli konularda düşüncelerine ulaşabiliyoruz. Çocukluğu ve gençliği boyunca neredeyse bir aşk ilişkisi kurduğu kitapların onun yaşamında önemli bir yeri var. “Sizce okumak, hem geçmişi sevme hem de kendine dönme biçimi değil mi?” Sorusuna verdiği cevapta onun edebiyatı en azından gençlik yıllarında kendine doğru bir yol bulmak için işlevsel gördüğüne tanık oluyoruz, ona göre: “Kim olduğumuzla tanışmamız gerekiyor, tercih etmediğiniz ve hakkında henüz neredeyse hiçbir şey bilmediğiniz kimliğinizle tanışmanız gerekiyor. Kitaplar buna yardımcı oluyor, bu çok güzel. Ancak daha sonra başka şeylere geçiliyor: Belki insan kendisine daha az ilgi duyduğu için, belki de gerçek hayat olduğu ve deneyimlendiği haliyle kitapların bahsettiğinden daha ilginç görünüyor.” Kitaplar kim olduğumuzla ilgili sorularımızda bize cevaplar verirler ama çoğu zaman hayat kitaplarda olduğu gibi yaşanmadığından, düşünürün söylediği gibi deneyimlerimiz bizi yaşamın başka yönleriyle karşı karşıya getirdiğinde, kitapların dünyasıyla gerçek dünya arasında kalırız. Bu nedenle sanırım yazarın ifade ettiği gibi bir süre sonra hayat, metinlere ağır basabiliyor, olabiliyorsa en iyisi ikisinden, hayattan ve metinden ortak bir yol bulmak ama çoğu zaman yaşamın kaygıları metinlerin önüne geçtiği için ilişkilenme değişebiliyor. Comte-Sponville bunu daha çok edebiyat metinleri için söylüyor, yolu felsefi metinlerle kesişince okuma tercihleri değişiyor. Başlangıçta romancı olmak isterken felsefe onun mesleği hâline geliyor. Romanlardan gittikçe daha az zevk alıyor, “Bütün bu hikâyeleri uydurmak neye yarar? Zaten daha önce her şey anlatılmış!” diyerek bu konuda epey sert bir tavır takınıyor ve edebiyat metinlerini vakit geçirmek için, seyahat sırasında veya uyku için tercih ettiğini belirtiyor. Ancak onun bu bakışı edebiyata savaş açmak gibi düşünülmemeli, sonrasında belirttiği gibi okuduğu Flaubert, Proust, Céline gibi isimlerden o kadar etkileniyor ki bu onun roman yazma cesaretini kırıyor, bu nedenle felsefeyi tercih ediyor çünkü: “Felsefede, mütevazı görünmemek pahasına, kendimi daha az zayıf hissediyordum ya da yüzyılın yazarlarını daha ezici buluyordum.” Bu bana şöyle bir soru sordurdu: Seçmek gerekli mi veya birini diğerine öncelemek, kendini devamlı beğendiğin yazarlarla kıyaslamak mı gerek? Sanıyorum yazma çabasında olan çoğu insanın benzer soruları vardır. Hiçbir zaman o hayran olduğun yazarın ulaştığına ulaşamayacak olduğunu bilmek, bununla yüzleşmek ve Comte-Sponville gibi bir yol bulup devam etmek gerekiyor. Bu biraz da ideal olanı değil, neyi oldurabildiğini kabul etmekle ilgili.

Hayat Yaşamaya Değer, Andre Comte Sponville, Çevirmen: Ercüment Tezcan, 408 syf., İletişim Yayıncılık, 2020.

MUTLULUK VE MUTSUZLUK SORUNU 

Comte-Sponville denince akla gelen konulardan biri de mutluluk. Hattâ L’yvonnet bu konuda soru sorarken onu “mutluluk sorununu felsefenin kalbine yerleştiren” olarak tanımlıyor. Düşünür bundan pek emin olmasa da şunu kabul ediyor; “Neredeyse tüm filozoflar yarım yüzyıldır mutluluktan söz etmedikleri için, bunlardan oldukça genç birinin buna cesaret etmesi, olumlu ya da olumsuz olarak şaşırttı insanları; bazen medyanın da yardımıyla bu bir olay hâline getirildi.” Bununla anılmakla ilgili sorunları olsa da Comte-Sponville’in konuyla ilgili fikirleri, üzerinde durmayı hak ediyor. Çünkü mutluluk sorunu insan türü için hayatını belirleyen bir yerde duruyor. Peki, düşünüre göre mutluluk nedir? “Mutluluk mutsuzluğun tam tersidir. Tam bir perspektif değişikliği! Mutluluğun ne olduğunu bilmiyoruz. Kim altı ay, hatta altı gün boyunca mutlu olacağını bilebilir? Ben bilemem… Oysa mutsuzlukla ilgili olarak pek çoğumuzun açık, tekrarlanan ve şüphesiz bir tecrübesi vardır. Mutluluk hayal gücünün idealidir, ancak mutsuzluk öyle değildir: İdeal değil bir gerçektir, hayal gücü değil, bir sınamadır.” Bu tersine çevirme üzerine düşündüğümüzde ona hak verebiliriz. İnsan türü yaşamı boyunca mutluluğu arar bu açıdan mutluluk bir amaçtır, orada bir yerde duran ulaşılmaya çalışılandır. Mutsuzluk ise daha çok deneyimlediğimiz, amaçlamadığımız ama yaşamın bize -dünyanın durumu da düşünüldüğünde- getirdiğidir. Bize mutluluğun ne olduğunu fark ettiren mutsuzluktur, mutlu olmayı mutsuzluklarımızdan tanırız. Comte-Sponville 'Mutsuzluk nedir?' sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Bir birey için sevincin imkânsız göründüğü herhangi bir dönemdir. Sabah uyanıyorsunuz, sevinç yok, gün boyunca bir kez bile gelmeyeceğini biliyorsunuz (çünkü dünyada en çok sevdiğiniz varlığınızı kaybettiniz, çünkü devasız bir hastalık nedeniyle çok ciddi bir acı çekiyorsunuz…) Bu anda neşe size imkânsız görünür, mutsuzsunuzdur. Yaşayanlar, korku veya tiksintinin, üzüntü veya dehşetin ağırlığını bilir.” Mutsuzluk ulaşmak istediğimiz bir ideal, bir rüya ya da hayal değildir, olandır, gerçektir, yaşamımızın yolunda olmayan yanlarının bize hissettirdiği içimize oturan bir duygudur. Dünyada mutluluk var mı sorusunun cevabını içinde saklar, var olduğunu biliriz çünkü mutsuzluk tecrübemiz, mutluluğun olduğunu bilmemizin delilidir. Sanırım burada önemli olan mutluluğu bir ideal veya amaç hâline getirmemek. Devamlı mutlu olma ideali ki bu bize dayatılan bir şeydir, sorunludur ve bize daha çok hayal kırıklığı getirir çünkü Comte-Sponville’in sıkça alıntıladığı Aragon dizesinde söylendiği gibi: “Kim ki mutluluktan bahsediyordur, genellikle gözleri hüzünlüdür.” Mutluluğun olmadığını söyleyemeyiz ama daimi bir mutluluk isteği bize mutluluktan çok hayal kırıklığı getirir.

UMUT ELEŞTİRİSİ 

Comte-Sponville’in “umut eleştirisi” üzerinde de durmak gerekiyor. Umut, çoğu zaman olumlu anlamlarla zihnimizde yer etse de bizi boşa düşürdüğü de çok oluyor. Yaşamlarımız tepetaklak olurken, dünya pek çok anlamda dönülmez bir yola girmişken, devamlı umutlu olun çağrısı çoğu zaman gerçeğin üstünü örtmek dışında bir şeye yaramıyor. Comte-Sponville, “Sadece olmayanı, bilmediğimizi veya bize bağlı olmayanı umarız. Olana, bildiğimize ya da yaptığımıza sahip oluruz, onun zevkini çıkarırız. Başka türlü olmasını umduğumuz sürece nasıl mutlu olabiliriz?” diye soruyor. Başka türlü olmasını istemek kötü bir şey değildir elbette ama bizi olmayan bir şeye ve daha çok gelecekte konumlanana yöneltiyorsa, şimdide neler yapabileceğimizi kaçırmamıza sebep olabilir. Henüz gerçekleşmemiş olanı ummak, devamlı umuda kapı aralamak bir şeyleri değiştirme kapasitemizin önüne geçebilir. Bu durum bizi Comte-Sponville’in “umut tuzağı” dediğine çıkarır, ona göre bunun anlamı şudur; “Onu izleyen harekette bile bizi mutluluktan ayırır. İstisnalar dışında, sadece geleceği umut ederiz -oysa anı yaşarız. Dahası sadece olmayanı umarız –oysa sadece olana sahibizdir. Son olarak, sadece kendimize bağımlı olan vardır elimizde…” Umut bir anlamda şimdiyi elimizden alır, umarak geleceği ararken şu anda sahip olduklarımız dışında elimizde bir şey olmadığını unuturuz. Olmayanı ummak olma imkânını geciktirir. Bu nedenle şöyle diyor Comte-Sponville; “Her türlü umut her zaman hayal kırıklığına uğrar; bazen gerçekleşmediği için (hayal kırıklığı), bazen gerçekleşmesine rağmen bizi memnun etmekten uzak olduğu için (memnuniyetsizlik, hayal kırıklığı, can sıkıntısı; hemen başka bir şey umarız). Ne üzüntü! Ne çılgınlık! Hayat beklentilerimize karşılık gelmiyor ve aptalca, hayatın adaletsiz olduğu sonucuna varıyoruz.” Hayat, çoğu zaman beklediğimiz gibi değil gerçekten de bunu değiştirme arzusu da makul karşılanabilir ama devamlı umarak hayal kırıklığı yaşamak ve mutluluğu kendimizden uzaklaştırmaktansa, “umut tuzağı”na düşmemek önemli görünüyor. Umutsuzluk, bize dünyanın zorluğunu gösterir, umudu yine umutsuzluktan tanırız, mutluluk meselesinde olduğu gibi Comte-Sponville’in “umut yokluğu” olarak adlandırdığına varırız böylece, bu onun yokluğunun tespiti ve durumun üstlenilmesi anlamını içerir. Bunu Freud’un “yas çalışmasıyla” ilişkilendiriyor düşünür burada; “Yasın amacı üzüntü veya talihsizlik değildir; aksine kayıp korkusundan sonra sevincin en azından mümkün olması söz konusudur. Aynı şey umutsuzluk için de geçerlidir. Üzüntü veya hayal kırıklığından hoşlanmak değil, aksine ondan çıkmak söz konusudur.” Bu durumda şunu söyleyebiliriz, söylenmeye çalışılan umutsuzluktan hoşlanmak veya onu olumlamak değildir, onun getirebileceği hayal kırıklığından kurtulmak ve bir şekilde sevinci mümkün kılmaktır. Comte-Spoville’in sorunsallaştırdığı aslında ne umutlanmayı yasaklamak, ne de onun arzu edilmesinin önüne geçmektir, onun derdi başka bir yerde söylediği gibi; “Biraz daha az umutlanma meselesidir özellikle eylemek, bilmek ve biraz daha sevmek meselesidir.” O, boş umuda kapılmamanın ve hüsrana uğramamanın derdindedir çünkü umuda göre bilgide ve eylemde daha fazla mutluluk vardır.

François L’yvonnet’in, André Comte-Sponville ile yaptığı söyleşilerden oluşan, Hayat Yaşamaya Değer adlı kitap, bahsedebildiklerim dışında, felsefeye, filozoflara, laiklik, ateizm, inanç, sadakat, agnostisizm, felsefe, filozof, medeniyet, sanat gibi en başta da bahsettiğimiz gibi çok fazla konuda tartışma sunuyor. L’yvonnet’in kışkırtan ve meseleleri açan sorularına, Comte-Sponville’in açık yüreklilikle verdiği cevaplarla, güncel pek çok meseleye dair de düşünebiliyoruz. Düşünür, Spinoza, Montaigne gibi etkisini üzerinde epey hissettiğimiz filozofların düşünceleriyle birlikte geleneği görmezden gelmeden, şimdide felsefi düşünmenin nasıl olabileceği hakkında da fikir verdi bana açıkçası, var olanı yadsımadan, kendi fikrini bulmak sanırım Comte-Sponville’in başardığı şeylerden biri bu.