Bernard Stiegler'in ardından...

Akademik güzergâhın dışında bir yol takip eden Stiegler’in sürekli eylem halindeki düşüncesi, felsefe pratiğini daima kolektif bir tecrübe olarak kavradığının, düşüncelerin(in) nasıl uygulamaya koyulacağını temel mesele olarak gördüğünün en büyük ispatıdır. Dijital çağda demokrasiyi düşünmek gibi can alıcı bir göreve üstlenen filozofun çok yönlü, kavramsal zenginliğiyle kimi zaman karmaşık ama daima talepkâr olan zengin ürünleri arasında üç ciltlik "la Technique et le Temps", içeriği ve özgünlüğüyle öne çıkar.

Google Haberlere Abone ol

Murat Erşen

"İnsan, Sokrates gibi, her zaman ölümüne felsefe yapmaya ve bir yaşamı teşkil eden ölümde felsefe yapmaya hazır olmak zorundadır; ama "bir yaşam" burada bir varoluş ve bir olgusallık, yani bir rastlantısallık anlamına gelir. Örneğin Sokrates’in ölüme mahkûm edilişi zorunlu bir rastlantıdır… O, yapmış olmasının gerekeceği bir hata yapacaktır. Eğer felsefi eğilim (vocation) diye bir şey varsa, kendini Proust’ta olduğu gibi, bir sonradan’ın gelecek zamanın hikâyesi kipinde verir."

"Bir insan nasıl filozof olur?" sorusuna "hayatının sırrını ve mahremiyeti"ni ifşa ederek cevap vermeye giriştiği 2003 tarihli entelektüel biyografisi "Passer à l’acte" (Eyleme Geçmek, Editions Galilée, 2003)) kitabında kendi filozof-oluşunun rastlantısallığını bu cümlelere dayandırır Stiegler. Felsefeye girişinin bir ihlal olarak eyleme geçişle gerçekleşmesi gibi, görünen o ki, hayatı terk edişi de yine “bir eyleme geçiş”in neticesi.

Çok doğru bir tanımlamayla “düşüncenin teknisyeni, tekniğin düşünürü” olan Bernard Stiegler’in 68 yıl süren sıra dışı yörüngesini sonlandıran beklenmedik ölümünün “vakitsizliği” ve belirsizliği felsefe dünyasında, aslında kendisinin “uygunsuz” gördüğü bir kötümserlik doğuran ayrı bir üzüntü yarattı.

Stiegler, düşüncesiyle olduğu kadar onu felsefe yoluna sokan hayat hikâyesiyle de müstesna bir yere sahip. 1 Nisan 1952, Villebon-sur-Yvette doğumlu filozofun ileride felsefi düşüncesinin merkezine oturacak teknolojiyle ilk karşılaşması elektrikçi babasının dükkânında kurcaladığı radyolar. Lisede Marx ve Troçki’yle tanışan Stiegler, Mayıs 68’de, 16 yaşındayken Komünist Parti’ye katılır. Liseden atıldıktan sonra kuryelik, tarım işçiliği ve Toulouse’da bar işletmeciliği yapar. Daha 19 yaşındayken, bugün Bordeaux-Montaigne Üniversite’sinde felsefe profesörü olan ilk çocuğu Barbara Stiegler doğar. Kirasını ödeyemediği için peruk ve takma bıyık kullanarak banka soyar tek başına, silahlı soygunları üç bankayla devam eder, ta ki sonunda 1978’de, 26 yaşında tutuklanana dek. 1978-1983 arasında önce Toulouse’daki Saint-Michel hapishanesinde, sonra da Muret tutukevinde geçirdiği beş yıl, felsefeyle tanıştığı dönemdir. Dört duvar arasında bir tür fenomenolojik deneyime girişen Stiegler, Yunan Filozof Epiktetos’tan ilhamla okumaya, yazmaya başlar, kendi eğilimini (çağrıya cevap vermeyi) keşfeder. "Rastlantı"ya bakın ki, Derrida da dahil çok sayıda Fransız felsefeci üzerinde önemli bir tesiri olan, Toulouse-Le-Mirail üniversitesinden felsefeci Gérard Granel eski barının müşterisidir. Ona kitaplar getiren Granel’le yazışarak felsefede derinleşirken, yine onun önerisiyle Derrida’ya yazar. Öyle ki büyük filozofun cevap vermesiyle başlayan işbirliği, Stiegler’in 1993’de EHESS’te Derrida yönetiminde tezini sunması ("La faute d'Épiméthée : la technique et le temps": Epimetheus’un Hatası: Teknik ve Zaman) ve onunla birlikte, teknolojinin hızlanmasının ve dijital medyanın gelişmesinin sosyal, politik, ve felsefi anlamını tartıştıkları Échographies de la télévision (Éditions Galilée, 1996) başlıklı bir kitaba imza atmasıyla taçlanacaktır. 1984’te hapishaneden çıkınca Collège international de philosophie’de araştırma yöneticisi, ardından L’université technologique de Compiègne’de öğretmen olur. Bir caz tutkunu olarak müzikle her zaman iç içe olan Stiegler 2002-2006 arasında l’Ircam’ın (l’Institut de recherche et coordination acoustique-musique: Akustik ve Müzik Araştırma ve Koordinasyon Enstitüsü) yöneticiliği yapar. Kültürel pratiklerde dijital teknolojilerden ileri gelen değişimleri incelemek ve yeni eleştirel bir alan ortaya çıkarmak hedefiyle 2006’da Georges Pompidou bünyesinde IRI’yi (Institut de recherche et d’innovation: İnovasyon ve Araştırma Enstitüsü) kurar.

Bilginin demokratikleşmesi ve paylaşılması felsefesinin temel direklerinden biri olan Stiegler kolektifler oluşturma yönündeki tükenmez arzusunun sonucu olarak, yine 2005’te, insanlığı tehdit eden piyasa ekonomisini ve teknolojik gelişmeleri analiz etmek amacıyla Ars Industrialis’i hayata geçirir (Bkz. http://www.arsindustrialis.org)

Bu yöndeki çabalarını, eşi Caroline’in kasabası olan Epineuil-le-Fleuriel’e yerleşerek, 2011’de temellerini attığı l'Ecole de philosophie d’Epineuil-le-Fleuriel (diğer adıyla pharmakon.fr) ile sürdürür. Faaliyetlerini eşinin ailesinin eski değirmeninde herkese açık ve ücretsiz olarak yürüten okul yakın çevreden insanları, liselileri, öğrencileri olduğu kadar dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri de kabul eder. Felsefe okulunun yanı sıra Platoncu bir ruhla devam ettirdiği yaz üniversitesi de faaliyetlerini 2016 ağustos ayında Epineuil’de toplanan son yaz akademisine kadar devam ettirir.

Görüldüğü üzere, akademik güzergâhın dışında bir yol takip eden Stiegler’in sürekli eylem halindeki düşüncesi, felsefe pratiğini daima kolektif bir tecrübe olarak kavradığının, düşüncelerin(in) nasıl uygulamaya koyulacağını temel mesele olarak gördüğünün en büyük ispatıdır. Dijital çağda demokrasiyi düşünmek gibi can alıcı bir göreve üstlenen filozofun çok yönlü, kavramsal zenginliğiyle kimi zaman karmaşık ama daima talepkâr olan zengin ürünleri arasında üç ciltlik la Technique et le Temps içeriği ve özgünlüğüyle öne çıkar.

Düşüncesinin en kaba hatlarıyla bir taslağını çizmek için birbiriyle kesişen üç kavramsal hat takip edilebilir: Tekniğin çift anlamlılığı, dikkat ekonomisi ve entropiye karşı mücadele. Bernard Stiegler, Etnolog André Leroi-Gourhan’ın izinde insanın kökeninin, evriminin ve yazgısının teknikten ayrı düşünülemeyeceğini temel alarak, sosyal, politik, kültürel ve bilişsel fenomenlere teknoloji çerçevesinde yaklaşır. Ne teknofil ne de teknofobik olan Stiegler teknolojik mutasyonların, bireyler ve toplumlar üzerindeki etkilerine yoğunlaşırken, Platon ve Derrida’dan ilhamla, "her teknik farmakolojiktir" düsturuna dayanır. Teknoloji bir ilaç/ deva ve bir zehirdir, tedavi edici ve zehirleyici bir güçtür. Bugün en tehlikeli gördüğü şey ise algoritmik yönetimselliktir. Teknolojinin yıkıcı etkilerinden kaçınmak onun bilgisine sahip olmayı, stratejilerini eleştiriden geçirmeyi ve alternatiflerin peşine düşmeyi gerektirir. Bu da üç kulvardan yürütülecek bir mücadeleye davet eder:

Politik Ekonominin Yeni Bir Eleştirisi İçin, Bernard Stiegler, Çevirmen: Elyesa Koytak, 96 syf., Monokl Yayınları, 2012.

Farmakon olarak tekniğin eleştirel rehabilitasyonu; "arzuyu, geleceğe inancı, dikkati ve güveni yok eden" "itkisel kapitalizmin" tüketim sisteminin yarattığı motivasyonsuz bırakılmış, özyıkıma sürüklenmiş toplumlar karşısında "zihnin teknolojilerinin politikası"nı canlandırmak ve bunu kolektif anlayışın gelişimine kanalize etmek ve son olarak insanlığı ve gezegeni yıkıma sürükleyen entropiye karşı mücadele. Onun düşüncesinde, dünyanın termik yıkımına doğru yol olan antroposen çağda, "negatif entropi" ya da "néguentropie” (negentropi), enerji yitimine karşı mücadeleyi belirtir. Hayvanlar entropiye karşı içgüdüsel olarak savaşırken, insanlar bilgi olan suni organlar geliştirerek bununla mücadele eder. "Antroposen bir "Entroposen"dir yani yoğun bir entropi üretimi dönemidir çünkü bilgiler tasfiye ve otomatize edildikleri için bilgi olmaktan çıkıp kapalı sistemler haline gelirler, yani entropik hale girerler. Bir bilgi açık bir sistemdir: Her zaman negentropi üretebilecek bir otomatiksizleştirme kapasitesine sahiptirler" (Bu konuda bkz. “Antroposenden Çıkmak”, Cogito, Yerküre Krizi sayısı, https://www.eurozine.com/antroposenden-cikmak/)

Bu bakımdan, iklim değişikliği üzerine sanat tarihçisi Hans-Ulrich Obrist, matematikçi Giuseppe Longo, sosyolog Richard Sennett ve hukukçu Alain Supiot ile yürüttüğü «Internation» kolektifi misali, felsefe ve onun felsefesi disiplinlerarası bir yaklaşımı gerektirir. Bilginin ortaklığına vurguyla "Matematikçi, biyolog, mühendis, hukukçu vs. olmadan çalışamayacağını" söyleyen Fransız filozof çözümü uzmanlıkları yok etmekten ziyade işbirliği olanakları yaratmakta görmüştür. Amaç entropiye karşı savaşan yeni bir ekonominin aranmasıdır.

Türkiyeli okurun Bernard Stiegler ile teması şimdilik daha ziyade, birkaç kez geldiği İstanbul’da verdiği konferanslar ve Politik Ekonominin Yeni Bir Eleştirisi (Monokl, 2012) başlıklı kitabıyla sınırlı kaldı. Büyük düşünürün teknoloji, politika ve estetik arasında dokuduğu zengin düşüncesiyle tanışmak için geride bıraktıkları daha çok okunmayı, düşünülmeyi ve çevrilmeyi bekliyor.