Hakikat Sonrası: ‘Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim’

Lee Mcintyre’nin, M. Fahrettin Biçici tarafından çevrilen ve Tellekt Yayınları tarafından basılan “Hakikat Sonrası” adlı kitabı, bizi kavram üzerine düşündürürken, bu dönemi anlamak için sadece Donald Trump gibi politikacıların siyasi manevralarını, yalan üzerine kurulu söylemlerinin nedenlerini açıklamanın yeterli olmayacağını hatırlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

“Hakikat sonrası”, son yıllarda en sık duyduğumuz kavramlardan bir tanesi olabilir. Güncel siyasetin her alanına hâkim bir yalan dili var. Politikacılar sadece son zamanlarda değil çoğunlukla yalan söylüyorlardı ama şimdilerde yalanı bir şekilde duyguları yönetmek, kendi doğrusunu her ne olursa olsun kabul ettirmek için işlevsel kılıyorlar. Geleneksel medya araçlarının eski konumunu yitirmesi, araştırmacı gazeteciliğin yerini daha çok sosyal medya kanallarından dolaşıma sokulan bilgilerin alması, yalanın gerçeklerden daha kolay kaçmayı sağlaması gibi sebepler de “hakikat sonrası” denilen zamanı destekliyor. Yalnızca bunlar değil elbette hakikat aşınmasının felsefi, politik, tarihsel anlamda da bir geçmişi var.

Lee Mcintyre’nin, M. Fahrettin Biçici tarafından çevrilen ve Tellekt Yayınları tarafından basılan “Hakikat Sonrası” adlı kitabı, bizi kavram üzerine düşündürürken, bu dönemi anlamak için sadece Donald Trump gibi politikacıların siyasi manevralarını, yalan üzerine kurulu söylemlerinin nedenlerini açıklamanın yeterli olmayacağını hatırlatıyor. Her ne kadar konuya dair çalışmalarda mesele Trump’ın seçim kampanyasıyla ve sonrasında uyguladığı politikalarla ele alınsa da bunun daha derin kökleri var. Ama konunun Trump ve benzeri politikacılar üzerinden tartışılmasının da hiç nedeni yok değil çünkü yalan sadece politikacıların sıkıştıklarında sarıldıkları bir strateji değil artık neredeyse bir yönetme biçimi. Israrla yalan söyleme bir süre sonra ona kendisini inandırma, istediğini duymak isteyen “güdülenmiş kitleye” hitap etme, duygulara oynama gibi çok farklı etken yalanı politikanın tam anlamıyla parçası hâline getiriyor. Konunun başka yönleri araştırıldığında ise ortaya kapitalist şirketler, ana akım medyanın yayın politikaları, bireylerin çoğunluğa uyumlanma isteği, post-modernizmin hakikat anlayışının muhafazakâr sağ tarafından işlevsel bir şekilde kullanılması gibi farklı sebeplerle karşılaşıyoruz. Bu anlamda metin, konunun başka uğraklarıyla okuru buluştururken, tüm bu yalan dolanla nasıl baş edeceğimize dair stratejiler de sunuyor.

Hakikat Sonrası, Lee Mcintyre, çeviri: M. Fahrettin Biçici, Tellekt Yayınları, 2019.

'HAKİKAT SONRASI'NIN FARKI NE?

“Hakikat Sonrası”nı nasıl tahayyül edebiliriz? Mcintyre’ye göre konuyu basit ve daha önceki propaganda yöntemleriyle aynı olmaktan çıkaran yanlar var: “Hakikat-sonrası fikrine dair çarpıcı olan şey sadece hakikate karşı meydan okunması değil, hakikate siyasal hâkimiyet kurmanın bir mekanizması olarak meydan okunmasıdır. İşte bu yüzden, hakikat-sonrası fikrine dair ‘esas bilinmesi’ gerekenleri kavrayacaksak eğer, siyasetten imtina etmememiz gerekir.” Hakikat-sonrası kavramını siyasetin dışına çıkarmak hatalı olur çünkü gerçekliğin manipüle edilmesine ön ayak olanların başında politikacılar geliyor ve belki de kitabın söylediklerini de dikkate alarak, yalanı yeni siyasetin temeli olarak düşünmek gerekiyor. Metinde aktarılana göre, Oxford sözlükleri “hakikat-sonrası” kavramını şöyle tanımlıyorlar: “Nesnel gerçeklerin, kamuoyunun şekillenmesinde, duygulara ve kişisel inançlara hitap edilmesi kadar etkili olmamasıyla ilişkili ya da buna delalet eden durumlar…” Gerçeklik artık rağbet görmüyor, duygulara ve inançlara dokunmuyor çünkü amiyane tabirle “gerçekler acı” bu da politikacıların işine geliyor, özellikle din, milliyet, militarizm gibi konularda yalan siyasetinin bu kadar karşılık bulmasını da açıklayabiliyoruz böylece. Bu kavramın politik simalar üzerinden tartışılması da boşuna değil çünkü: “Macaristan, Rusya ve Türkiye’deki siyasetçilerin kendi halklarına karşı gitgide artan dezenformasyon kampanyaları yürütmesiyle birlikte, pek çok kişi hakikat-sonrasını, bazı kişilerin (kanaatlerini hakikatle uyumlu hale getirmektense) hakikati kendi kanaatlerine uydurmak için bükmeye cesaret bulduğu, giderek gelişen uluslararası bir trendin parçası olarak görüyor.” Listede de yer bulduğuna göre kendi coğrafyamız üzerinden konuya epey aşinayız aslında. Yukarıdakilerin bir hafta önce söylediklerinin tersini söylemelerine ya da kendi siyasi pratiklerini başkalarına yüklemelerine epey alışığız. Ekonomi kötüye gittiğinde militarist söylemin artmasına ya da asıl gündemi unutturmak için yalan açıklamalar yapıldığına çok sık rastlıyoruz. Böyle bir durumda hitap edilen kitle duygularıyla ve inançlarıyla ayrıca güdülenmiş bir düşünce biçimiyle hareket ederken, karşı tarafa düşen yalanı ortaya çıkarmak için bütün enerjisini harcamak oluyor. Bir şekilde “hakikat sonrası” herkesi manipüle edebiliyor çünkü her yalanın bir muhatabı mutlaka var.

KONU BASİTÇE YALAN SÖYLEMEK Mİ?

O zaman “hakikat-sonrası” sadece yalan söylemek ve kitlelerin bu yalanlara bir şekilde inanması anlamına mı geliyor diye sorabiliriz. Mesele epey karmaşık ve tek boyutlu değil. Burada konu Mcintyre’nin ifadesiyle: “… İşin zor kısmı cehaleti, yalan söylemeyi, sinikliği, kayıtsızlığı, siyasi salvoları ya da hezeyanları açıklamak değildir. Biz asırlardır bunlarla yaşıyoruz. Görünüşe bakılırsa hakikat-sonrası çağına özgü olan şey, gerçekliği bilme düşüncesinin değil bizzat gerçekliğin varlığının hiçe sayılmasıdır.” Gerçekliği yok saymak ve kitleleri kendi gerçeğine mahkûm etmek olan budur. Örneğin, insanlar açlıktan, yoksulluktan intihar ederken ekonominin çok iyi olduğu söyleniyor ve bu yalan çok büyük bir tepkiyle karşılanmıyorsa bu durum nasıl açıklanabilir? İnsanlar yalan söyleyebilir bunun bedelini de öderler ama politikacılar yalanı bir siyaset stratejisi olarak benimserlerse, durum içinden çıkılmaz olur çünkü yazarın işaret ettiği gibi; “liderlerimiz ya da toplumumuzun önemli bir kısmı, temel gerçekleri inkâr eder hâlde ise bunun sonuçları dünyayı başımıza yıkabilir.” Burada belirleyici olanın çoğunluğun tutumu olduğunu görmek gerekiyor bunun da epey nedeni var ki kitapta topluluğa uyumlu olmanın birey için önemine dair pek çok sosyal psikoloji deneyinden örnek veriliyor. Yalan bile olsa toplumun geneli politikacıların yalanına inanıyorsa birey onun parçası olmak için gerçeği görmezden gelebiliyor.

GERÇEKLERDEN KAÇINCA

“Hakikat sonrası” maalesef özellikle dünyayı ilgilendiren iklim krizi, aşı karşıtlığı gibi önemli konularda da çok fazla şeyi görmezden gelmemize sebep oluyor. Politikacılar doğaya ve insana dair önemli meselelerde de yalan siyasetini sürdürüyorlar. Örneğin: “Güney Afrika devlet başkanı Thabo Mbeki, antiretroviral ilaçların Batı’nın oynadığı bir oyun olduğunu, AIDS’in sarımsak ve limon suyuyla tedavi edilebileceğini söylediğinde 300 bin insan ölmüştü.

Donald Trump da, iklim değişikliğinin ABD ekonomisini çökertmek için Çin hükümetince uydurulmuş bir safsata olduğunu söylediğinde, bunun uzun ve dönemli sonuçları da eşit ölçüde yıkıcı olabilir” diyor Mcintyre. Trump’ın Coronavirüs için de benzer bir söyleme başvurduğuna tanık olduk daha bu sene içinde, ki başka ülkeleri “dış mihrak” söylemiyle, kendi günahlarının keçisi yapma politikasına kendi coğrafyamızdan da aşinayız. Tüm bunlar devlet destekli medya tarafından yaygın hâle getirildiğinde, yalan yayılıyor ve insanların çoğunluğu gerçektense daha rahatlatıcı olan yalana inanıyorlar. Ayrıca, medya sözde eşit süre vererek konuların taraflarını bir araya getiriyor bu da sorunlu çünkü yalana ve hakikate eşit süre tanınması medyayı adil yapmıyor taraf yapıyor, kitapta konuyla ilgili çok fazla örneğe yer verilmiş. Bir de, kapitalist şirketler projelere destek vererek iklim krizi gibi konularda şüphe yaratılmasına vesile oluyorlar, demek ki kesin değil henüz araştırılıyor düşüncesi yine medya ve politikacılar tarafından söyleme dönüştürülüyor. Şüphe gerçeğe inanmaktansa daha olumlu olana inanmayı sağlıyor. Tüm bunlar komplo teorilerinin de bir parçası hâline getirilince hakikat aşınması üst seviyeye çıkıyor.

Lee Mcintyre’nin “Hakikat Sonrası” adlı metni son yıllarda yaşamımıza damga vurmuş bir kavramı farklı yollara uğrayarak anlamaya çalışıyor. Her şeye rağmen yalana tanık olanların, onun karşısına hakikati koymasının önemine işaret ediyor. Hakikatle hâlen şaşırtılabileceğini hatırlatıyor ve bunu bir direnme stratejisi olarak öneriyor.

Politikacılar her ne kadar bir şarkıda da söylendiği gibi; “yalanlar istiyorsan, yalanlar söyleyeyim” şeklinde hareket etse de şarkının devamını hatırlayalım, “incinirsin, yine de sen bilirsin”. İncinmemek için hâlâ bilen olarak “sen” varsın, inanıp, inanmamak, yalana kapılıp kapılmamak öznenin kendi elinde. Çoğunluğun içinde varolmak birey için daha kolay olsa da yalan üzerine kurulu bir yaşamdansa azın hakikati, mutlu etmese de her zaman yeğdir fikrimce.