Fırat Yaşa: Tarihçiler kahramanlar kadar sıradan insanları da anlamaya cüret etmeli!

Fırat Yaşa’nın derlediği, Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan 'İmparatorluğun Öteki Yüzleri' okurla buluştu. Yaşa ile tarih yazıcılığı ve 'sıradan' insanlar üzerine konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Hakan Güngör

DUVAR - Tarihçilerin büyük bölümü uzun yıllar boyunca “sıradan” insanlarla ilgilenmedi. Öyle ki, tarih “kahramanların”, “hainlerin”, komutanların, hükümdarların perspektifinden anlatıldı. Ancak tarih bunlardan ibaret değil ve reayanın bir özne olarak tarih kitaplarında görünmesi konusunda artık önemli adımlar atılıyor. Böyle olunca gündelik hayata, adalet mekanizmasına, sarayın görkemli ışıltısının dışında kalan yaşantılara ve “tuhaf” vakalara daha yakından bakma olanağı bulabiliyoruz. Fırat Yaşa’nın derlediği, Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “İmparatorluğun Öteki Yüzleri” kitabı tam da bunu yapıyor. Romantik tarih yazıcılığından zihinde kalanlarla gerçekte ve gündelik hayatta olup bitenleri kıyaslama imkânı bulduğumuz “İmparatorluğun Öteki Yüzleri”ni Fırat Yaşa’yla konuştuk.

İmparatorluğun Öteki Yüzleri, derleyen: Fırat Yaşa, 320 syf., Koç Üniversitesi Yayınları, 2020.

Tarihteki “sıradan” insanları anlatmaya nasıl karar verdiniz?

Osmanlı sosyal tarih çalışmaların temel kaynaklarının başında kadı sicilleri gelir ve bu kaynaklarla ilgilenenler ister istemez sıradan insanların hayatlarına dair ilginç hikâyelere şahitlik eder. Öğrendiklerini aktarma ve paylaşma isteği her araştırmacı için kaçınılmazdır. Ben de kadı sicillerinde keşfettiğim sıradan insanların bazen dramatik bazense şaşırtıcı hikâyelerini Bursa Uludağ Üniversitesi’ndeki ofisinde ziyaret ettiğim Zeynep Dörtok Abacı ile paylaşıyordum. Bir araya geldiğimizde bu vergi mükelleflerinin sıra dışı hayatları üzerine sohbetlerimiz derinleşti. Sonra zincire yeni halkalar eklendi ve kitabın mevcut yazar kadrosuna ulaşıldı.

Öncelikle tasarladığım projeyi ruhuna uygun biçimde akademik anlamda merkezdekilerden ziyade Anadolu’nun çeşitli üniversitelerinde çalışan meslektaşlarımla paylaştım. Yığınla belge kullanmak yerine az belgeyle detaylı sorgulama ve yoğun betimleme yöntemiyle metodolojik açıdan farklılık oluşturmak istedik. Bu çalışmada sıradan insanlar (aslında beklenmedik biçimde olağandışı, hatta bazen marjinal profiller) kurgu, kimlik ve kavramlar üzerinden inşa edilmeliydi. Nitekim tasarladığım gibi de oldu. Heyecanla karşılanan projeye Suraiya Faroqhi de dahil olarak muazzam bir takdim yazısı kaleme aldı. Büyük ilgiyle karşılanan kitap şimdi de yine aynı yayınevi tarafından yurtdışında İngilizce basıma hazırlanıyor.

Tarihi “kahramanlar”, “hainler”, efsanevi karakterler üzerinden dinliyoruz. Ancak halkın tarihini yazmak konusunda çok gerilerdeyiz. Bu durumun sebebi sizce nedir?

Osmanlı tarih yazıcılığında klasikleşen anlatıların pek çoğunda esasen nüfusun büyük bir kısmına karşılık gelen, asli üretici ve vergi veren unsurlar olan “sıradan insanlar” tamamen pasif özneler gibi ele alındı. Tarihi yapanların “büyük kişiler” olduğu algısından hareketle sıradan insanlar sayısal veri olmaktan öteye gidemedi ve teleskobik bir yaklaşımla büyük resme odaklananlar için “küçük dünyalar” muğlaklaştı. Halbuki 1970’lerin Avrupa’sında bu tür çalışmalar ateşli tartışmaların gündemindeydi. Mikro tarih Carlo Ginzburg’un “Peynir ve Kurtlar” kitabıyla büyük bir yol kat etti. “İstisnai olarak normal” kategorisine giren kişilerin ne tür bir metodoloji ile ele alınması gerektiği tartışılır hale geldi. Bu durum aslında tarihin demokratikleşmesi bağlamında aşağıdan tarih yazma girişimlerini araştırmacıların gündemine soktu.

Osmanlı toplumunda sıradan insanların küçük dünyalarını, gündelik hayatlarını, korkularını, bireysel eylemlerini, işledikleri suçları, beklenti ve zihniyetlerini ortaya koymak, yazılı kültüre görece erken geçen Avrupa toplumlarındakiyle karşılaştırıldığında çok daha güç. Bu güçlük büyük ölçüde şifahi kültür özelliklerini koruyan, okuma yazma oranının düşük olduğu Osmanlı toplumunda, sıradan insanların hayatları hakkında bilgi edinebileceğimiz kaynakların (hatırât, günlük, seyahatnâme, mektup gibi) sınırlılığı ve daha ziyade devlet merkezli olmasıyla bağlantılı. Dolayısıyla grup ya da kişilerle ilgili bilgi ve verileri süreklilik içinde takip etmek bir hayli zor. Fakat bu sınırlılıklar biz tarihçileri büyük kişiler ya da kahramanlar kadar önemli sıradan insanların dünyasını ve zihniyetlerini anlamaya cüret etmekten alıkoymamalıdır.

Osmanlı’da sıradan insanların hayatı nasıl yaşadığına, nelerle meşgul olduklarına ne kadar hâkimiz? Kitap bu konuda ciddi bir boşluğu da dolduruyor.

Osmanlı toplumuna ilişkin çalışmalarda kaynakların niteliğinden ziyade tarihçilerin eğilimleri dolayısıyla “toplum” genellikle devletin gözünden kurgulanmaktadır. Bu kitap tam tersi bir yaklaşımla toplumu, hatta bireyi merkeze koyarak bakış açısı itibariyle bir eksen kayması önermekte. Elbette burada kastedilen devlet ile toplum arasında doğrudan bir karşıtlık ya da gerilim değil, toplum ile devlet etkileşimidir.

Ancak sıradan insanların dünyasına dair bildiklerimiz oldukça sınırlı. Sözgelimi bir sorun patlak vermediği sürece Osmanlı köylüsünü mahkeme kayıtlarında görmek çok da mümkün değil. Bu yüzden “İmparatorluğun Öteki Yüzleri”nde sınırları zorlayarak söz konusu reayadan kişileri görünür kılmayı amaçladık. Küçük insanların -aslında toplumsal piramitte tabanı ve çoğunluğu oluşturan- küçük dünyalarını anlama girişimlerine, aşağıdan bir bakışla az da olsa katkı sağlamayı umduk.

Son olarak kadınların tarihteki temsilini ve görünürlüğünü sormak isterim. Sarayda olmayan kadınlar ne zaman tarihin konusu olabildi?

Osmanlı tarih yazıcılığında sıradan kadınların hikâyeleri bundan otuz yıl öncesine kadar araştırmacıların ilgisini pek çekmiyordu. Avrupa’da 1970’li yıllarda çeşitli akım ve ekoller tarih, teoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe gibi disiplinleri etkiledi. Kadın hareketleri ve feminizm ile birlikte toplumsal cinsiyet çalışmaları da bundan nasibini aldı.

Osmanlı tarih literatüründe kadın çalışmalarının odağında sizin de belirttiğiniz gibi öncelikle padişahın ailevi yaşantısını sürdürdüğü harem vardı. Türk tarihçilerden ziyade yabancı araştırmacıların ilgi odağı haline gelen Osmanlı haremi üzerinden sultan kızları, valide sultanlar, hasekiler, cariyeler ve onların eğitimleri ile iktidara yakın olmak için verdikleri mücadeleler ele alındı. Zamanla toplumsal cinsiyet çalışmaları iktidar ve yüksek kültürün üyesi kadınlardan halktan kadınlara doğru kaydı. “İmparatorluğun Öteki Yüzleri”nde “sıradan” kadınların da hikâyeleri yer alıyor.