Camus’nün Veba’sından günümüz pandemisine

Institut français Türkiye’nin online edebiyat konferansı serisi “SALON EDEBİYAT” yazar Yiğit Bener ev sahipliğinde gerçekleşiyor. 3 Haziran’da Serra Yılmaz’ın konuk olduğu konferansta “Camus salgın kıskacında” konusu ele alındı.

Google Haberlere Abone ol

Beyza Ertem

Institut français Türkiye, çevrimiçi konferans serisi ile edebiyat dünyasını ve tüm kitapseverleri bilgisayar başında edebiyat sohbetleri dinlemeye davet ediyor. Edebiyat konferansı serisi, “SALON EDEBİYAT” başlığı altında ve yazar Yiğit Bener’in ev sahipliğinde düzenlenmekte. 3 Haziran 2020’de saat 19.00’da düzenlenen, Serra Yılmaz’ın konuk edildiği “Camus salgın kıskacında” başlıklı konferansa katıldım.

Yiğit Bener, kısa bir süre önce, Camus’nün Veba’dan 6 yıl önce yazdığı fakat bugüne dek gözden kaçmış metni Vebayla Boğuşan Hekimlere Tavsiyeler’i, yazarın kızı Catherine Camus ve Gallimard Yayınevi’nden alınan özel izinlerle Türkçeye kazandırdı. (1)

Konferans esnasında dikkatle üzerinde durduğu bu metinden -ölüme razı olmamak, mücadeleyi bırakmamak odağında- pandemi günlerine ışık tutacak birkaç söyleme dikkat çekmekte fayda var:

“Netice itibariyle korku, insanı hastalığın etkisine açık hale getirir, buna karşılık bedenin bulaşıcı hastalığa galebe çalabilmesi için ruhun da acar olması gerek.  Oysa, acı geçici olduğuna göre, tek anlamlı korku nihai son korkusudur. Başka bir deyişle sizler, vebayla boğuşan hekimler, vebanın ölüme yataklık ettiği o dünyaya adımınızı atmadan önce ölüm düşüncesine karşı benliğinizi sağlamlaştırmalısınız ve bu düşünceyle barışık olmalısınız. Eğer bunun üstesinden gelebilirseniz, üstesinden gelemeyeceğiniz hiçbir şey kalmaz ve dehşetin tam ortasındayken bile gülümseyebilir hale gelirsiniz. Bundan çıkarmanız gereken sonuç şudur: Size bir felsefe lazım.”

“Şu da var ki bunların hiçbiri kolay şeyler değildir. Maskelerinize ve yanınızda taşıdığınız keselere, sirkeye ve muşambaya, cesaretinizin dinginliğine ve sıkı durma çabanıza rağmen gün gelecek, artık bu can çekişenler kentine, buram buram terlemiş tozlu sokaklarda dön baba dön dolanan bu kalabalıklara, çığlıklara, geleceği olmayan bu teyakkuza tahammül edemez hale geleceksiniz. Gün gelecek, herkesin korkusunun ve acısının sizde uyandırdığı tiksintiyi haykırmak isteyeceksiniz. İşte o gün, benim size önerebileceğim çareler de tükenmiş olacak, geriye bir tek merhamet kalacak, o ki cehaletin kız kardeşidir.”

Bener, konferansa Camus’nün Vebayla Boğuşan Hekimlere Tavsiyeler’ini değerlendirerek başladı. Metinde yer alan düşünceleri dünyaca zor bir sürecin içinde olmamızla ilişkilendirdi ve Camus’nün bugün bizim için hâlâ ve belki de farklı şekillerde önem taşıyan sözlerini vurguladı. Hemen ardından Veba romanıyla bahsi geçen metin arasındaki bağı sorguladı, alıntılar yaptı ve Veba’dan örnekler vererek pandemi günlerine Camus penceresinden bakmamıza imkân sağladı.

Bener, Veba’da yer alan ve bize örnek teşkil edebilecek yas aşamalarını detaylı bir şekilde açıkladı. Veba günlerinde insanların hayret ettiği unsurlarla bugün arasında ilişki kurdu. Camus’nün “Kötü rüya geçip gitmez, insan geçip gider” sözüne gönderme yapan Bener, bizim de benzer bir “inanamama” durumuna düştüğümüzden bahsetti. Vebanın ilk günlerinde bir yanda gündelik hayat devam ederken diğer yanda evlerinden onlarca fare çıkan insanlar vardı. Bu durum, günümüzde yaşanan salgının ilk günlerini hatırlatıyor. İlk aşama olarak görebileceğimiz bu zaman dilimi, hayreti ve inkârı bir arada barındırıyor, bir tür “hazırlıksız yakalanma” hâli. İkinci aşama ise, öfke. Bu aşamada bir “günah keçisi” arama devri başlıyor. Hükümetlere ve iktidarlara gösterilen tepkiler, “önlem alma” hakkında getirilen eleştiriler, insanların ürettiği komplo teorileri mevzubahis. Yasın üçüncü aşaması, pazarlık. Kabullenmeye doğru giden yolda, koşulların değişip değişemeyeceği sorgulanmaya başlıyor. Can kayıpları üzerinden tartışmalar yaşanıyor. Kuralları gevşetme çabası yahut kurallara uymama durumu, Veba’da da görülüyor. Dördüncü aşama, ruhsal çöküntü ve acı. Artık başa gelen felaketten kurtulamayacağımızı kabul ediyoruz ve içe kapanık bir hayata geçiş yapıyoruz. Herkes kendiyle baş başa kalıyor. Bu, monoton bir düzene işaret ediyor. Camus, bu hususta, insanların veba düzeniyle birlikte vasatlaştığını ve ince duygular beslememeye başladığını vurguluyor. Ölüm sıradanlaşıyor. Aşk, dostluk gibi duygular anlamını yitirmeye başlıyor. Son aşama ise, kabullenme. Bu bir tür razı olma hâli değil, daha çok kaçınılmazı kabul etme.

Bener, romanda yer alan cenaze törenleri tasvirlerine dikkat çekti ve bu sahnelerin neredeyse “kara mizah” olarak tanımlanabileceğini vurguladı. Dini tören yapılmadan, yalnızca aile fertlerinin korumalı bir şekilde katıldığı törenler, zamanla yalnızca ölülerin alınıp toplu mezarlara gömüldüğü, yakıldığı bir şekle dönüşüyor. Yas sürecini içselleştirme/kabullenmeye yardımı olan törenler gerçekleşmemesine rağmen, içinde bulunulan koşullar sebebiyle yine de ölümü kabullenme durumu söz konusu. Kadere razı olmak, belki de.

Bener, romanda yer alan zaman kavramının gelişimine de değindi. Gün gün ölü sayılarının takip edildiği süreci bugün biz de deneyimliyoruz. Camus’nün “insanlıktan çıkma riski” olarak tanımladığı kavram, bu durumla ilişkili. Rakamlar, olan biteni anlamak için yeterli değil. Önemli olan o rakamların her birinin bir “insan”ı temsil ettiğini idrak edebilmek. “İnsanların sinek gibi ölmesine alışmamalısınız” dediği, tam da bu.

MÜCADELE FELSEFESİ

Camus’nün bu duruma çözümü ise, mücadele felsefesi. O, kötülüğün zaten içimizde var olduğunu vurguluyor, yani aslında salgın zaten mevcut olan sorunları “yüzeye” çıkarıyor. Bener, evinden fare çıkan insanları örnek vererek bu farelerin hep var olduğunu fakat daha önce fark edilmediklerini, salgın sebebiyle ortalığa dökülen farelerin “yüzeye” çıkıp ölmesinin bir tür metaforik söylem olduğunu ekledi. Aynı bağlamda, toplumda yer alan eşitsizlik, salgın sürecinde yüzeye vurmakta. “Felaketler oldukça kimse asla özgür olamayacak” diyor Camus. Hiçbir ayrıcalık sizi felaketlerden koruyamıyor. Yahut “daha iyi” koşullardaysanız bu koşulları sizinle paylaşmak isteyenler olacaktır. Büyük krizlerin yaşandığı dönemlerde göç eden mülteciler, bu duruma iyi bir örnek.

Bener, bu felaketlerin toplumda nasıl yorumlandığı, dini ve kültürel açıdan nasıl değerlendirmeler yapıldığından bahsetti ve Camus’nün “yeni ahlakçı” olarak nitelendirdiği insanların özelliklerini anlattı. Camus’nün bu mücadeleyi “sıradan” insanların mücadelesi olarak gördüğünü, bir tür “kahramanlık” mücadelesi olmadığını vurguladığını ekledi. Herkes kendi işini doğru yaptığında düzenin doğru işleyeceği aşikâr. Mesele büyük işler yapmak değil, kendi işini gerektiği şekilde yapmak. Mücadeleye katılıp katılmamak ise bir tercih. Yalnız “kendini” kurtarmak da öyle. Bener’in üzerinde durduğu meselelerden biri olarak Camus’nün karantina sürecini bir tür “sürgün”e benzetmesi de ilgi çekici.

Son olarak Yiğit Bener, romanda eksik bulduğu hususlardan bahsetti: Camus’de sıklıkla karşımıza çıkan “kadınlar”ın silikliği ya da yokluğu durumu ile romanın Cezayir’de geçmesine rağmen Arapların romanda yer almıyor oluşu.

VEBA SALGINI VE İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUM

Yiğit Bener’in değerlendirmelerinden sonra Serra Yılmaz, İtalya’dan katıldığı yayında, pandemi sürecini nasıl geçirdiğinden ve deneyimlerinden bahsetti. Salgının ilk günlerinden bugünlerine insanların içine düştükleri durum hakkında değerlendirmelerde bulundu. Sözlerine, Camus’yü yeniden okumanın zihninde ve ruhunda nasıl etkiler yarattığını da ekledi. Veba üzerinden insan, hayat, sanat, edebiyat hakkında çıkarımlarda bulundu. Bu karşılaştırma sırasında, veba salgını ile bugün içinde bulunduğumuz durum arasında farklılıklar olduğuna da değindi. Örneğin, Veba’da serum üretilmeye çalışılırken bugün “aşı karşıtı” söylemler olması gibi. Diğer yandan, iyimser olmaya çabaladığımız gerçeğini, insanın ölümlü bir yapıya sahip olmasının değişmeyeceğini vurgulayarak yorumladı. Kısaca, salgın ihtimali her zaman var, var olacak. Nitekim insanın salgın sebebiyle yahut bambaşka bir sebeple ölme ihtimali de…

Serra Yılmaz hepimize, aslında bildiğimiz fakat zaman zaman unutarak yaşamaya devam ettiğimiz bir şeyi hatırlattı: Ölümlü olduğumuzu. Sözlerini birebir alıntılamak isterim:

“Dikkat ederseniz hepimiz hayatın gerçekten yaşamaya değer olduğunu ve her anının değerlendirilmesi gerektiğini ancak kendi hayatımız tehdit altında olunca algılıyoruz. Ya da çok yakınımızı aniden kaybettiğimiz zaman algılıyoruz bunu. Ya kendimiz büyük bir hastalık geçiriyoruz, ölümden döndük diyoruz ya, ölümden döndüğümüz zaman itiraf ediyoruz gerçekten ölümlü olduğumuzu. Ve o zaman belki de hayatımızı daha iyi yaşamak için her anımızı daha iyi değerlendirmeye başlıyoruz. ... Hepimiz kendi ölümüzü sürekli içimizde taşımalıyız.”

Camus, çağını aşmış, evrensele ulaşmış bir yazar. Belki de bugün onu “dahi” olarak nitelememiz, başarılı bir kalem olmasının yanında müthiş bir öngörüye sahip olması. Yalnızca Veba değil, onun Sisifos Söyleni, Yabancı gibi metinleri de bizler için yeniden anlam kazanan eserler. Ayakta kalmakta güçlük çektiğimiz ve birer Sisifos’a dönüştüğümüz bugünlerde, ‘mücadele’nin anlamını, hayatın her şeye rağmen yaşanmaya değer olduğunu, Camus’nün satırları arasında dolaşarak tekrar tekrar ve farklı odaklarda keşfetmeye değer.

KAYNAKLAR

  1. Bu metne ulaşmak isteyenler Artı Gerçek’i ziyaret edebilir.