Taşra ve şiir

Şair Murat Esmer’in yeni kitabı “Dünya Kederi” okurla buluştu. Bu kitabında taşranın şiirini deneyen Esmer, kopkoyu bir “taşra sıkıntısı”nı, taşrada sıkışmışlığı, çıkışsızlığı sorun ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Meselesi üzerine düşünmeyi, konuşmayı, tartışmayı yanıtına bağlamayan bir soru: Taşra neresidir?

Doğurgan bir mefhum taşra. Öyle ki anlamı irdeledikçe genişleyiyor, derinleşiyor boyutlanıyor. Bu konuda oluşmuş geniş bir külliyatın varlığı da bunu gösteriyor. “Taşra çocukluktur” diyen de var, Tanzimat devrinde oluşan ve Cumhuriyet döneminde de devam eden yaklaşımla devletin sürgün cezası verdiklerini göndermek üzere “icat edilmiş memleket köşesi” olarak tanımlayanalar da… Konuyu tartışma, değerlendirme, eleştiri ve inceleme merceğinin altında inceleyen çok sayıda isim söz konusu… Ahmet Oktay, Nurdan Gürbilek, Güven Turan, Tanıl Bora ve daha birçok yazar taşra konusunda kafa yormuşlar. Kültür, sanat ve edebiyat bağlamında taşra hakkında kaynak olaraksa ilk akla gelense Nurdan Gürbilek’in “Taşra Sıkıntısı” başlıklı denemesi ve Tanıl Bora’nın derlediği “Taşraya Bakmak” oluyor.

Bugüne kadar meseleye odaklananların değerlendirmeleri de büyük ölçüde gösteriyor ki taşranın siyasal anlamıyla kültür, sanat ve edebiyattaki anlamı zaman zaman örtüşüyor, zaman zaman birbirinden kopuyor, uzaklaşıp ayrışıyor. Yazının başlığında işaret edilen konuyu irdelemeyi, şiirde taşra neresidir sorusuyla başlayıp şiirin taşrası var mıdır sorusuyla sürdürelim. Ayrca taşranın şiiri nasıl olur? “Taşranın şiiri olarak tanımlanabilecek bir tür var mıdır?”, Varsa bu neye benzer, nasıl bir türdür?” sorularını da ekleyelim. Karşılığını belki bir çırpıda bir tek yazıyla bulamayacağız ama sorularımızı kaydetmiş olalım.

Bazen, sorusu yanıtından fazla olan bir meseleyle uğraşmak yanıtı hazır bir soruyu didiklemekten daha kışkırtıcı hale gelebiliyor. Bu arada, tüm sorularımızın eksenini modern Türkçe şiirle sınırlı tutmaktan yana olduğumuzu da belirtelim.

TAŞRA VE ŞİİR

Taşra ve şiir sorunu elbette yeni bir konu değil. Daha önce bu konuda Haydar Ergülen’in söyledikleri dikkati çekiyor. Ergülen, şiirin taşraya ait olduğunu savunuyor. Bununla birlikte Ergülen, Tanıl Bora’nın Taşraya Bakmak adlı kitabında yer alan “Şiir Taşraya Aittir” başlıklı yazısında şiirin de, taşranın da iddiasız olduğunun da altını çiziyor.

Şiirin taşraya ait olduğu, taşraya yakıştığı tezinin, taşra sözcüğününün TDK sözlüğündeki anlamıyla da bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Sözlük, taşranın karşılıklarından birini “dışarlıklı”, yani yabancı olarak veriyor. Şiirin tabiatıyla, fıtratıyla dışarlıklı, yabancı, yabanıl olmakla ilişkilendirilmesi arasında bir çelişki olmadığını düşünüyoruz. Nihayet şiir bir dışarlıklı, yabancı, yabanıl dil değil midir? Şiirin var olan sözcüklerle var olmayan anlamlar oluşturmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Ancak bu durumda dışarlılık, yabancılık, yabanıllık diyorsak; kimin dışarlıklığı, kimin yabancılığı, kime göre yabanıl sorularının yanıtını da aramak gerekiyor. Biraz da şematize ederek şöyle devam edebiliriz öyleyse: Bir tarafta yasalarla, kurallarla, normlarla sağlanmış düzenin yürürlükte olduğu yerleşiklik alanı; içerisi. Bir de buranın, bu alanın dışarısı… Bu bahiste dışarısının, kime göre olduğunu çözdüğümüzde önümüz de açılıyor sanki.

TAŞRA, DİLİ TANINMAYAN YER

Dışarısı dediğimiz yer, aynı zamanda kabul edilmiş dilin olmadığı ya da dili “tanınmayan” alan olabilir mi? Kabul edilmiş dilin olduğu, tanındığı yer, içerisi. İçerisi aynı zamanda yasanın, kuralın, norma daha az sorunsuz biçimde uyulan yer. Yani kısaca “merkez” denilen yer, biz “başkent” diyeceğiz. Konuyu şiir üzerinden konuştuğumuz için de kültürel merkez ya da kültürel başkent. O zaman (şiirle sınırlı kalarak) taşra için pekâlâ merkeze, başkente göre kabul edilen dilin olmadığı, dili tanınmayan yer, daha doğrusu kültürel dilin saha dışı, çevre diyebiliriz.

Şiirin var olan sözcüklerle var olmayan anlamlar yaratmak tanımını bir de şöyle yazıp düşünelim: Şiir, var olan (örneğin “kültürel başkentin diline ait) sözcüklerle var olmayan, (merkezde bulunmayan, o nedenle de olmayan, uzakta kalan, bilinmeyen, tanınmayan, taşra) anlamlar yaratmaktır. Bu durumda şiir taşrayı da yaratmış olur mu? Ya da taşranın işaret edeni, göstereni olur mu? Şunu da sorabiliriz: Şiir, ancak merkezde, başkentte yazılan mıdır? Şiirde taşra konusunun önemli bir boyutudur “merkez çevre” çatışması ama tek boyutu olduğu söylenemez.

Yazının başlığının “Taşra ve Şiir” oluşunda Murat Esmer’in Kaos Çocuk Parkı Yayınları'ndan çıkan ikinci şiir kitabı Dünya Kederi’nin etkili olduğunu belirtelim. Esmer’in kitabı ve şiirleri, dile getirdiğimiz soruların da kışkırtıcısı oldu. Murat Esmer’in Dünya Kederi’ni, şiirin sunduğu imkânlarla ve serbest çağrışımlı düşünme yöntemiyle anlamak istiyoruz. Kitabın adı Dünya Kederi, ama aslında “Argıncık Kederi” de olsa bir şey değişmezmiş. Hatta Gülten Akın’ın Seyran Destanı’ndan mülhem “Argıncık Destanı” bile olabilirmiş.

DÜNYA KEDERİ

Dünya Kederi, kopkoyu bir “taşra sıkıntısı”nı taşrada sıkışmışlığı, çıkışsızlığı sorun ediyor. Kitaptan “Kırlangıçlar Göçtü Kış Kapıdan Bakıyor” başlıklı şiirin ilk iki betiğini okuyalım:

ömrüm yazdı güzdü çocukluktu

bitiyor bak göğün elleri kuş ağrısı

ben sırtımdaki kesikten biliyorum

su alan kalbimden kışın geldiğini

pencereye bir fotoğraf daha asıp

bekliyorum rüzgarın başka dillerden

yalayıp getireceği uğultuları

başka kederleri gurbeti başka bir acıyı

ağrılar sancılar içinde bekliyorum

ömrüm yazdı güzdü ömrüm bitti bitiyor

ateşi harla acıyı gevret çayı sıcak tut

sokaklar kar kanı eller buz

annem alnında eski bir eşarpla

kışı bekliyor arada göğe bir şeyler

yolluyor elleri papatya tutar gibi nazik

Kalbi bir kedi yavrusu kadar ürkek

şaşırarak bakıyorum ona bazen gülümseyerek

yan tarafa taşıyorum yalnız benim

yokladığım odanın kederini

ömrüm hazırlan uzunca sürecek bu soğukluk

Murat Esmer, taşra (Argıncık) ağzından, argosundan, jargonundan, jestlerinden, bıçkın söyleyişlerden yapıyor şiirinin dilini. Bu, şiir için riskli olsa da önemli bir sorun sayılmaz. Hatta taşraya içkin asabiyeti açığa çıkarması, görünür duruma getiriyor olmasıyla da şiiri zenginleştiriyor diyebiliriz. Ancak Esmer’in Dünya Kederi’nde hem yadırgatan, hem şaşırtan hem de anlamakta zorluk çıkaran birtakım pürüzler, arızalar saptanıyor.

Arıza dediğimiz şey dille ilgili, dilin biçimselliğiyle demek belki daha doğru olacak. Şöyle de söyleyebiliriz herhalde: Murat Esmer arızalı, pürüzlü bir dille yazıyor. Ama niye? Belki biz bu soruyu soralım diye mi? Öyle olmadığını söyleyebiliriz. Sözünü ettiğimiz arıza, pürüz sözün yazıya aktarılmasıyla oluşan yazı dilinin biçimiyle ilgili daha çok. Yazı dilinde, şiir için de geçerli, olmazsa olmaz birtakım kuralların aksamasıyla oluşan pürüzler, arızalar dikkat çekici boyutta olunca, düşündük. Acaba dedik Murat Esmer’in yazı dilinde karşılaştığımız bu biçimsel aksama, arıza bir tür taşra üsulu mu? Bununla ilişkili olarak yorumlayabilir miyiz? Şiir aynı zamanda dilsel sapmaları da içeren bir yapı değil midir? Neden bu da bir taşra biçemi olmasın? Bir taşra içeriği, bir taşra sorunu varsa onun biçimi, onun biçemi olarak görülemez mi aksama, pürüz, arıza dediğimiz şey?

DİLDEKİ AKSAMA, PÜRÜZ VE ARIZALAR

Ancak şairin, şiir de olsa yazı dilinde kabul edilemeyecek galatı meşhurlarla yazmasını, dil yanlışlarını tekrarlamasını savunabilmek için ağız, jargon, argo kullanımında olduğu gibi taşranın sıkısıntını, kederini, nihilizmini, karamsarlığını, mutsuzluğunu, derdini dünyaya söylemesine, paylaşmasına katkı sağlıyor olması gerekir. Öyle olsa da itiraz edilecektir, ama tartışmaya açıktır. Yazı ikna edici nedeni olmadıkça biçimsel aksaklıklar, pürüzler, arızalarla ancak eksilir. Esmer’in yazı dilindeki aksamaların, pürüzlerin, arızaların şiire herhangi bir noktada katkısı görülmüyor.

Bununla birlikte Dünya Kederi’nde, şairin henüz ikinci kitabı olmasına karşın şiiri şiir yapan öğelerden herhangi bir taviz yok. Şiiri söylemek yönünden Murat Esmer pekâlâ ergin bir şair. Kitaptan, “Artık Her Şey Argıncıktan Aşk Dahil” adlı şiirden bir betik aktaralım:

benim derdim senin derdinin varsın hiçbir şeyi olsun

beklediğin iskele önü soğuyan ellerin

koynumda boyuna bir ölümle kaldım ben

sana gelemediğim o saat o kötü cumartesi

beni kendimden kazıdılar elimde tuz aklımda yara

Murat Esmer büyük bir içtenlikle yazıyor. Şiir yazmak kaygısından çok derdini samimiyet sözcüğünün hakkını vererek paylaşmak üzere başvuruyor şiire. Kendi ağzıyla, kendi taşralı, kendi Argıncıklı ağzıyla yazıyor. Kendi bildikleriyle yazıyor. Günümüzün en önemli düşünürlerinden dilbilimci olarak da tanınan Noam Chomsky, “anadilini biliriz, öğrenmeyiz” diyor. Murat Esmer’in bildikleriyle yazmasını bu sözün ışığında değerlendirmek daha doğru olacaktır diye düşünüyoruz.

‘BURADA BİR TAŞRA VAR VE BEN ONUN İÇİNDEYİM’

Esmer, taşrasını adıyla, sanıyla paylaşıyor. Onun taşrayla ilişkisi “orada bir taşra var uzakta” ifadesiyle değil, “burada bir taşra var ve ben onun içindeyim” cümlesiyle anlatılabilir. Bunu da dikkate alarak onu Argıncık’tan bir şair değil, Argıncıklı şair olarak tanımlamak gerekir. “Argıncık Aşktan İkmale Kaldı” başlıklı şiirinden bir bölüm okuyalım:

adam kediye süt kendine çay koydu

elini kalbine bıçağı alnına koydu

biraz sonra bir yağmur bekliycek

gelmezse gelmesin bekliycek

kimseye sızlanmadan yakacak bütün mektupları

şiirleri dergileri kitapları bir daha sıralıycak

kim okursa okusun ölüm yazılı hepsi

Taşralı şair, taşralı şiir denildiğinde taşranın şairi, taşranın şiirini de tanımlamış olur muyuz? Taşralı şiirle taşranın şiirinin aynı şey olduğu söylenebilir mi? Murat Esmer, taşranın şiirini deniyor, Dünya Kederi de bu deneyimin ürünü bir kitap diyebiliriz. Aktaracağımız dizeler “Herkes Fazla Kederiyle Gömülecek” başlıklı şiirden:

evleri bir bir öldürüyorlar argıncıkta

tabutlar dolusu para saçıyorlar

mezarlar dolusu apartmanlar

Nurdan Gürbilek, “taşra sıkıntısı”ndan kastının “yalnızca köyü ya da kasabayı kastetmeden; onları da, ama onların ötesinde şehirde de yaşanabilecek bir deneyimi; bir dışta kalma, bir daralma bir evde kalma deneyimini, böyle yaşanmış hayatları ifade etmek” olduğuna dikkat çekiyor.

TAŞRANIN ŞAİRİ

Argıncık ekseninde taşra yaşamını ve sıkıntısını şiir olarak dile getiren ve paylaşan Esmer’in, deyim yerindeyse tam da Nurdan Nürbilek’in tanımladığı taşranın şairi olduğunu söyleyebiliriz. Taşra genel olarak bakılan bir yer olarak ifade edildiğinden şiirde de daha çok izi sürülen bu yaklaşım olmuştur. Ancak Esmer taşrayı bakılan değil, yaşanılan yer olarak içeriden aktarıyor şiire. Dünya Kederi’nde okurken altını çizdiğimiz, yanına not düştüğümüz, önüne yıldızlar koyduğumuz birçok şiir, betik, dize oldu. İstesek bile onların tümünü aktarmamız imkânsız. Alıntılayacağımız dizeler “Argıncık Meseli” şiirinden:

Ben bu argıncığa dünyadan geldim

Kayseri yerim değil

Dünya hiç değil

Şiir, okuru varsa var, yoksa şairin kendi kendine konuşmasından ibarettir. Esmer’in şiirleri okursuz olmadığı gibi Dünya Kederi’nin de okursuz kalacağını sanmıyoruz.

Bu arada Murat Esmer’in yazı diliyle ilgili aksaklıkları, pürüzleri, arızaları gidermiş olarak okurla buluşacak üçüncü kitabının kitaplığımızdaki yerini çoktan hazırladığımızı da belirtelim.

Kısaca değinmeye çalıştığımız gibi, şairin taşrayla, taşrasıyla olan çelişkilerini, çatışmalarını da kapsayan derdini içeriden, samimi bir duyarlılıkla sorunsallaştırdığı şiirlerden oluşan Dünya Kederi, bigâne kalınmayacak bir kitap. Şiirle ilgiliyim diyen herkesin dikkatine…