Toplumsal cinsiyetin tarihi

Merry E. Wiesner-Hanks'in kaleme aldığı Tarihte Toplumsal Cinsiyet, İş Bankası Yayınları tarafından yayımlandı. Yazar, eserinde Toplumsal cinsiyeti şekillendiren üretim araçlarını ve çalışma düzenini, mülkiyet ve tüketim bağlamında inceleyen yazar, süregelen zamandaki değişim ve dönüşüm sistemlerini masaya yatırıyor.

Google Haberlere Abone ol

Türkiye’de daha çok Erken Dönemde Modern Avrupa isimli kitabıyla tanınan Merry E. Wiesner-Hanks, uzun yıllardır Wisconsin-Milwaukee Üniversitesi’nde tarih profesörü olarak görev yapıyor. Yirmiye yakın kitabın yazarlığını üstlenen Hanks’ın, Paleolitik zamandan içinde bulunduğumuz günlere kadar uzanan geniş bir dönemi ele aldığı, dünya kültürlerinde toplumsal cinsiyetin nasıl kurulduğunu ve biçimlendiğini anlattığı son kitabı yakın zamanda yayımlandı: Tarihte Toplumsal Cinsiyet.

BİR İTİRAF

Yazar işe ilk olarak kendi yanılgısını ortaya koyarak başlıyor. Üniversite öğrenimine ilk başladığı yıllarda bir özne olarak tarihin sadece erkekleri anlattığını kavrayamadığını söyleyen Hanks, bu durumu zamanla anlamaya başladığını –utanarak- itiraf ediyor. Ana izleği kadın hareketinin belirlediğini ve bugünkü başarıda “aslan payının” kadın hareketinin hanesine yazılması gerektiğini ifade eden yazar, “…ben dâhil kadın hakları savunucuları, tıpkı edebiyat, psikoloji, din, biyoloji ve diğer bilim dallarının çoğundaki gibi, geçmiş hakkında bize ne öğretildiğine baktık ve öykünün sadece yarısını duyduğumuzu fark ettik” diyerek görüşlerini açıklıyor. Tarihin evrenselmiş gibi sunulsa da okunup incelendiğinde her zaman erkeklerin başarılarından, onların deneyimlerinden söz ettiğini söyleyen yazar, kadın konusuna yoğunlaşmanın bilinen sınıflandırmaları altüst ettiğini dile getiriyor.

Tarihte Toplumsal Cinsiyet, Merry E. Wiesner-Hanks, çeviren: Meral Çiyan Şenerdi, 400 syf., İş Bankası Kültür Yayınları, 2020.

Bu noktada yazar, kitabın başlığını da oluşturan “toplumsal cinsiyet” kavramının, kadın çalışmalarına aşina tarihçilerin çabasıyla 1980’lerde ortaya çıktığını söylüyor. Bilindiği gibi cinsiyet terimi, fiziksel, morfolojik ve anatomik farklılıkları (biyolojik farklılıklar) nitelerken, toplumsal cinsiyet terimi, tarihin gidişatıyla dönüşüp değişen, kültürün oluşturup şekil verdiği, çoğunlukla farklılıkların istikrarsız sistemini belirterek, ikisi arasındaki uyuşmazlığı belirginleştiriyor. Bu bağlamda yazar, tarihçilerin yaptığı bu tanımlamanın üzerinde ayrıca duruyor. Toplumsal cinsiyet kavramının, sadece kadınlara ya da aileye değil, bütün tarihsel gelişmelere bakışta uygun bir sınıflandırma yöntemi olduğunu ileri süren yazar, “Her politik, entelektüel, dini, ekonomik, sosyal ve hatta askeri değişim, kadın ve erkeğin eylemleri ve rolleri üzerinde etki yaratırken, diğer taraftan, bir kültürün toplumsal cinsiyet yapısı da tüm diğer yapıları ve gelişimleri etkilemiştir.” diyerek görüşlerini ifade ediyor. Buradan yola çıkarak, insanların cinsiyet anlayışlarının, sadece kadınlara ve erkeklere dair düşünce tarzlarını etkilemekle kalmayıp, genel olarak toplum hakkındaki düşünce tarzlarını da şekillendirdiğini söylüyor. Joan Scott’un deyimiyle, “Toplumsal cinsiyet, cinsiyetler arasında algılanan farklılıklara dayalı sosyal ilişkilerin asli unsuru, güç ilişkilerini göstermenin başlıca yolu…” haline geliyor.

Yazar çalışmasını, coğrafi ya da kronolojik bölümlere değil de toplumsal cinsiyet ile diğer yapıların ve kurumların kendine özgü bağlamlarını merkeze oturtarak ele alıyor. Bu şemadan yola çıkarak her bölümde dişi veya eril olmanın manasının, sosyal dünyanın dini ve ekonomik yapılar tarafından nasıl şekillendirdiğini sorgularken, diğer taraftan da zıddını, toplumsal cinsiyetin ekonomik ve dini sistemi nasıl oluşturduğunu keşfe çıkıyor. Bu hususun, toplumsal cinsiyet mefhumunu “tek parça ve tarih dışı gösterme riskini” ise, “bu tonu düşürmek için birçok bölüm toplumsal cinsiyet yapılarının zamanla çeşitlilik gösterdiğini vurgulayacak biçimde kronolojik dizine göre düzenle”diğini söyleyerek altını çiziyor.

Yazar, toplumsal cinsiyet tanımlamasından hareket ederek tarihi yorumladığı için, tarihin yazıyla değil, insanlığın erken çağlardaki evrimiyle, hatta –belki de- daha da öncesinden başladığını söylüyor. Kitap ilk olarak, M.Ö. 2 milyon ile 9.500 arasındaki Yontma Taş Devri’ne odaklanıyor. Akabinde M.Ö. 9.500 ile 3.000 arasındaki Cilalı Taş Devri’ni ele alan yazar, -eski- geçmişin fiziki kalıntıları üzerinden -tarih ve tarih öncesi tanımlamalarının da artık değiştiğini belirterek- bir toplumsal cinsiyet okuması yapıyor. Her bölümde, yerel ve evrensel kültüre dair pek çok bilginin ele alındığı kitapta, kültürel farklılıklar arasındaki bağlantılara değiniyor. Aynı kültür içindeki sosyal, etnik ve ırk gruplarındaki çeşitlilikleri de ele alan yazar, dünya tarihçilerinin kronolojik ve coğrafi ölçekteki çeşitliliğini nitelemek için kullandığı araçları tercih ediyor.

Sonraki bölümlerde aileyi, ailenin varoluşuna, koşullanış ve biçimlenişine değinen yazar, kadınlarla erkeklerin deneyimlerinin nasıl farklılaştığını keşfe çıkıyor. Ekonomi bölümü ise ayrıca dikkat değer… Toplumsal cinsiyeti şekillendiren üretim araçlarını ve çalışma düzenini, mülkiyet ve tüketim bağlamında inceleyen yazar, süregelen zamandaki değişim ve dönüşüm sistemlerini masaya yatırıyor. Norm ve yasaların ele alındığı bir başka bölümde, grupların, kadını ve erkeği yazılı ya da yazısız kurallar bağlamında nasıl tanımladıklarını sorguluyor. Din, siyaset, kültür ve cinselliğin de birer başlık halinde yer aldığı kitap, arkasında yazılı kayıt bırakmış her kültürde erkeğin kadından daha fazla güce ve kaynaklara erişim imkanına sahip olduğu gerçeğiyle sonuçlanıyor.