Karanlığa açılan öyküler

Toplamda on öyküden oluşan Öç Öyküleri, ismini çok defa işittiğimiz, hatta çok defa okuduğumuz yazarların karanlıkta kalmış taraflarını bir araya getirmiş durumda. Böylelikle hem yazarlara hem de 19. yüzyılın Batı toplumuna öykülerin penceresinden bakabiliyor ve yeni korkular edinebiliyoruz

Google Haberlere Abone ol

Söylencelerde, destanlarda, masallarda ve hatta ilk yazılı kaynaklarda öç duygusunun, kinin ve intikamın farklı şekillerde hikâyeleştirildiğini, dahası bunun, hayatta kalmakla ilişkilendirildiğini görürüz. Gılgamış Destanı’nda Gılgamış’la İştar arasında; Babil Yaratılış Destanı’nda Marduk’la Kingu arasında (ki insanın yaradılışına sebep olur); Homeros destanlarının birçok yerinde ama özellikle Telemakhos ve Kral Odysseus ile koca adayları arasında hep bu duygu çıkar karşımıza. Sadece insanlar değil, tanrılar da öç almanın bekçileridir. Öyle ki sadece bu duygu üzerinden bile bir dönem okuması yapmaya kalksak, dönem kültürüne, insanına dair bir sürü şey öğrenebiliriz.

'ÖLMÜŞ BİR EVDEN DAHA ACINASI BİR ŞEY OLABİLİR Mİ?'

Aradan geçen yüzlerce yıla rağmen öç duygusu hâlâ genç ve diri şekilde pek çok sanatsal disiplinde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bu konuda çalışma yapanlardan biri de çevirmen Haluk Erdemol. Erdomol’un çevirmenliğini ve dermemesini yaptığı ve Öç Öyküleri adını verdiği seçkisi A7 Kitap etiketiyle geçtiğimiz haftalarda okurlarıyla buluştu.

Öç Öyküleri çoğunluğu 19. yüzyılda yaşamış olan, klasik yazarların öykülerinden derlenmiş bir kitap. Honoré de Balzac, Edgar Allan Poe, Saki (Hector Hugh Munro), Jack London, Guy De Maupassant, Arthur Conan Doyle, Bryan Lewis ve Mihail Bulgakov gibi birbirinden önemli isimlerin aynı duyguyu kaleme almaları ve bunların bir araya getirilmesi heyecan verici aslında. Böylelikle birbirine yakın yıllarda yaşamış olan bu büyük yazarların öç almaya nasıl baktıkları ve bunu nasıl işlediklerini görüp çeşitli kıyaslamalar, değerlendirmeler yapabiliyoruz.

'BANA HAKARET EDEN CEZASIZ KALMAZ!'

Öç, diğer adıyla intikamsa eğer elimizdeki tema, tahmin edileceği üzere karanlık sarmalların ve insanın kötücül yanının daha belirgin olduğu öykülerle karşılaşırız. Bu, kendiliğinden ortaya çıkan ve ölümcül sonuçlar yaratan bir güç ilişkisi aslında; güç, sabır ve elbette zekâ ile bezeli.

Kitaptaki Balzac imzalı ilk öykü Grande Bretèche Konağı. Lanetlenmişçesine terk edilen bir konağın hikâyesinin işlendiği öykü, bir kadının eşini aldatması üzerine kurulu. İkili ilişkiler üzerine çokça şey yazılmış olsa da Balzac’ın kaleminden çıkma bir aldatma öyküsü, bugüne kadar bildiklerimizden epey farklı ve soğukkanlı bir intikam doğuran cinsten. Bu öyküyü okuyunca dolaba saklanmanın sanıldığından daha tatsız sonuçlara yol açabileceğini görebiliyoruz.

Öç Öyküleri, Çev. ve Der: Haluk Erdemol, 160 syf., A7 Kitap, 2020.

Farklı bir güç ilişkisini konu edinerek benzer bir çarpıcılığa sahip olan öykülerden biri de Poe’ya ait. Pek tabii Poe deyince durup yeniden düşünmek gerekiyor, ne de olsa bu karanlık yazarın okuru nelerle karşılaştırabileceğini kestirmek öyle kolay değil. Amontillado Fıçısı isimli öykü iki soylunun çekişmesini ve soğukkanlı bir cinayete nasıl adım adım yaklaşılır ve slasher filmlerini dahi kıskandıracak şekilde bir cinayet anı nasıl yazılır, adeta bunu ispat ediyor.

“… aslan terbiyecisinin en önemli gösterisi kafasını bir aslanın ağzına sokmaktı. Ondan nefret eden adam da aslanın çenelerini kapatacağı anı görme umuduyla her gösteriyi izlerdi. Gösteri neredeyse o da oradaydı. Gösteriyi izlemek için ülkenin her köşesine giderdi. Sonunda bir gün, en ön sırada otururken beklediği şey oldu. Aslanın çeneleri kapandı, doktor çağırmaya gerek kalmamıştı.”

Jack London’ın kaleme aldığı Leopar Adamın Öyküsü’yse bir sirkte çalışan iki inatçı adamın çekişmesi üzerine kurulu. Aralarındaki kadın önemsiz bir ayrıntı. Biri tavrını herkese göstere göstere gerçekleştirir, rakibini rezil etmeye çabalarken; diğeri öfkeli bir hayvanın gözleriyle sessizliği korur ve sadece küçük bir hapşırık için haftalarca bekler. Peki bir hapşırık nelere mi mal olur? Bazen hayatla ölüm arasındaki dengeyi bile belirleyebilir…

Maupassant’ın yazdığı Sauvage Ana adlı öyküdeyse öç duygusuna daha toplumcu bir yerden yaklaşır. Fransa-Prusya arasındaki savaştan sonra, Prusya işgalinde kalmış bir köyde geçen öyküde yaşlı bir kadının evinde ağırladığı ve her fırsatta yardımlaştığı dört Prusyalı askeri samanlar arasında cayır cayır yakmasını işliyor. Yaşlı kadındaki bu duygu değişimini, canilik olarak görülebilecek durumun altında yatan nedenleri ve her intikamın güçlü bir nedene dayandığını belki de bu öyküde daha iyi anlayabiliyoruz.

“… onların ana babalarına bunu yapanın ben, Sauvage namlı Victoria Simone olduğunu söyleyin, unutmayın bunu.”

'SIRRINI BİR HIRSIZIN ŞEREFİYLE SAKLAYACAĞIM'

Toplamda on öyküden oluşan Öç Öyküleri, ismini çok defa işittiğimiz, hatta çok defa okuduğumuz yazarların karanlıkta kalmış taraflarını bir araya getirmiş durumda. Böylelikle hem yazarlara hem de 19. yüzyılın Batı toplumuna öykülerin penceresinden bakabiliyor ve yeni korkular edinebiliyoruz.