Toprak: Hatırlanmaya değer anılar

Robert Seethaler, Toprak isimli romanında şu sorunun peşine düşüyor: Ölünce bizden geriye ne kalır? Bu soruyu yanıtlamak için, Seethaler ile birlikte ölülerin yanına süzülüyoruz. Romanımızın mekânı, bir mezarlık. Yaşamın yankısının son bulduğu, ötesini bilmediğimiz bir durakta, ölülerin yaşamları ile tanışıyoruz. Bu roman, iç içe geçmiş yaşamları sonlanan kahramanlarının anıları, pişmanlıkları, sırları üzerinden ilerleyen bir ölüler monoloğu olarak da değerlendirilebilir.

Google Haberlere Abone ol

Özge Uysal

“İnsan, ancak ölümü geride bıraktıktan sonra

yaşamı hakkında kesin bir yargıya varabilir."

Toprak, dişilin nitelikleri ile birlikte anılır. Toprak, önce bizi doğuran, sonra besleyen, yaş alarak ölüme yürüdüğümüz serüvenin sonunda bize kucak açan yuvamız.. Toprak, ki evimize, bize, bağrını açan, emeklerimizi çoğaltan, karnımızı doyuran, zengin-fakir demeden, tüm ayrımların uzağında bizi kucaklayan mabedimiz. Robert Seethaler’ın Türkçede yayımlanan son romanı Toprak, bizi bağrındakilerin monologlarıyla buluşturuyor.

Robert Seethaler ile Türkçe edebiyattaki tanışıklığımız 2017’de Feza Şişman çevirisiyle çıkan Bütün Bir Ömür kitabıyla başladı. Yine aynı yıl, Oktay Değirmenci’nin çeviriyle 2016 Booker finalistlerinden olan Tütüncü Çırağı yayımlandı ve okur tarafından çok sevildi. Toprak, mart ayında Regaip Minareci’nin çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. Robert Seethaler, Toprak isimli romanında şu sorunun peşine düşüyor: Ölünce bizden geriye ne kalır? Bu soruyu yanıtlamak için, Seethaler ile birlikte ölülerin yanına süzülüyoruz. Romanımızın mekânı, bir mezarlık. Yaşamın yankısının son bulduğu, ötesini bilmediğimiz bir durakta, ölülerin yaşamları ile tanışıyoruz. Bu roman, iç içe geçmiş yaşamları sonlanan kahramanlarının anıları, pişmanlıkları, sırları üzerinden ilerleyen bir ölüler monoloğu olarak da değerlendirilebilir.

Toprak, Robert Seethaler, çeviri: Regaip Minareci, 208 syf., Timaş Yayınları, 2020.

Toprak, okurunu, fiziksel varlığı dünyayı terk etmiş, ölüp gitmiş insanların hayatlarıyla okuru buluştururken, karakterlerin kiminden geriye tek bir cümle kalıyor, kimi ise uzun uzun anlatma ihtiyacında. Bu anlatılarda bizi şaşırtacak, bizden apayrı kişilerin hayatıyla temas etmiyoruz. Sarsıcı, unutulmayacak ölüm hikâyeleri de yok. Altı çizilecek, sosyal medyada paylaşılacak büyük sözlerin peşinde de değil Seethaler. "Sıradan" ölümlülerin hayat hikâyeleri ile tanışıyoruz ve okurun, kitaba kapılıp gitmesini sağlayan da tam olarak bu: Roman ilerledikçe ve ölülerin hikâyeleri çoğalırken biz sıradan yaşayanlar, tedirgin ve belki de korku dolu monologlar başlatarak kitabı okumaya devam ediyoruz. Hayatımız hakkında bir muhasebeye başlıyoruz: Yaşamım anılmaya, hatırlanmaya değer parçalardan oluşan bir bütün mü ki, öldükten sonra benden geriye bir şeyler kalsın?

İtiraf etmeliyim ki Toprak, üzerine konuşulması ya da yazılması çok kolay bir roman değil çünkü romanı tamamladıktan sonra okur olarak sizde ne kaldığını tam kestiremiyorsunuz. Birtakım duygular, düşünceler, itirazlar ve şaşkınlıklar ile romandan ayrılıyorsunuz. Ancak roman ve karakterler üzerine, yazarın yapmak istediği şey üzerine düşünürken, belki de yazarın tam olarak bunu hedeflediğini fark ediyorum: Seethaler, Toprak’ta, parçaları, olayların parçalardaki farklı yansımalarını, aynı yerde yaşayan ama başka dünyalar düşleyen insanları bir bütünün parçası kılıyor. Parçaların da bütünün de hikâyesi anlatılmaya ve okumaya değer. Anlaşılan yazar, kendi sorduğu soruyu roman boyunca bize her an anımsatıyor: İşte geriye, gösterişten uzak bu hikâyeler kalıyor.

Ölüm, kimi kültürlerde ötesi bilinmeyen bir sonu simgelerken kimilerinde ise bilinmeze açılan bir maceranın eşiği anlamına gelir. Bu dünyada aldığımız ilk nefesle aslında ölmeye başlıyoruz. Hayat dediğimiz serüvenin, hiçbir sınıfsal, ırksal fark gözetmeksizin ölüm ile noktalanacağı ve fiziksel bedenimizi toprağa emanet edeceğimiz aşikâr. Bilincin ölümü ile ilgili eski paradigmaları çoktan terk ettik; artık biz öldükten sonra bilincin varlığını devam ettiğini, bilincin fiziksel bir bedene ihtiyaç duymadan da varlık gösterebildiğini ispatlayan sayısız çalışma var. Öyleyse Toprak’ı, bedensiz bilinçlerin günlüğü olarak da okuyabilir miyiz? Neden olmasın.