Geçmiş, tedavisi olmayan bir hastalık

Monique Truong’un kelimelere belli tatlar vererek eşine az rastlanır bir üslup kullandığı “Dilimdeki Acı”, İletişim Yayınları tarafından okurla buluştu. Truong “Dilimdeki Acı”da küçük yaşlarından itibaren herkesten “farklı” olduğunu hisseden Linda Hammerick’in büyüme sancılarını; arkadaşları, sevgilileri ve ailesiyle kurulan/kurulamayan ilişkilerini ve geçmişiyle giriştiği hesaplaşmayı anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Hazal Bayat

Bugünün iç burkan gerçekliğinin 1960’lardaki halini bir hatırlayalım: Vietnam Savaşı, düşen şehirler, ölümler, korkunç hesaplar ve tüm bunların arasında neler döndüğünü anlayamayan çocuklar. Monique Truong, Vietnam Savaşı sırasında şehrini terk etmek zorunda kalarak Amerika’nın Boiling Springs isimli küçük kasabasına yerleşen Güney Vietnamlı çocuklardan biri. Truong’un İletişim Yayınları’ndan çıkan, dünyanın iki ucunda şekillenen hayatının derin izlerini okuyucuyla buluşturduğu ikinci romanının ismi ise Dilimdeki Acı. Gerçekleştirdiği her projede yiyeceklerin dilini keşfetmeye çalıştığını belirten yazar, Dilimdeki Acı’da kelimelerin tadını alabilen Vietnamlı bir kız çocuğunun her an dallanıp budaklanan hikâyesini anlatıyor. Boiling Springs’teki çocukluğunu yeniden kurgulayarak yazdığı roman, arka planda Amerika’daki bir sığınmacının 1960’lardan 2000’lere uzanan hayatında yüzleştiklerini de aktarıyor okuyucuya.

Yedi yaşındaki çoğu kız çocuğunun hayatına benzer şekilde, Dilimdeki Acı’nın ana karakteri Linh-Dao Nguyen -ya da ona seslendikleri ismiyle Linda’nın hayatı da ailesi ve okulundan ibaret. Ancak bu kısıtlı hayatın sıradan bir çocuğun hayatından farklı şekillenmesi için gözle görülebilir birçok sebep var: Her şeyden önce Linda, evlatlık edinilerek Amerika’nın küçük bir kasabasına getirilen yedi yaşında Vietnamlı bir kız çocuğu. Yedi yaşından öncesiyle alakalı hatırladıkları neye ait olduğunu çıkaramadığı acı bir tattan ibaret olan Linda, geçmişini otuzlarına yakın bir yaşa kadar öğrenemiyor; öğrenmek için çabalamıyor da. Kapari tadındaki “sinestezi” sözcüğünü, sözcüklerin tadını alabilmesinin sebebinin işitsel tat sinestezisi olduğunu nasıl yirmili yaşlarında tesadüf eseri öğreniyorsa, Japon ya da Çinli olmadığını da tamamıyla tesadüfen fark ediyor. Sessiz bir çocuk Linda, bu sessizliği besleyen onca şeyden önce de sessiz.

Dilimdeki Acı, Monıque Truong, çeviri: Esin Akşar, 351 syf., İletişim Yayınları, 2020.

ZORLANAN ELLER, KAPANAN GÖZLER, KAN

Avukat babası Thomas’ı hep, yaptığı yemeklerden pek hoşlanmadığı annesini de on bir yaşına kadar seven karakter, Amerika’nın Kuzey Carolina bölgesinde yaşayan çekirdek ailelere benzer bir ailede yetişiyor. Anne sözcüğünün tadı çikolatalı süte benzediğinden olsa gerek, annesinin yaptığı ufacık bir güzellik bile yedi ila on bir yaşları arasındaki tüm seneleri güzel hatırlamasını sağlıyor. On bir yaşında uğradığı tecavüzün kanıtlarını saklayarak unutulması için çabalayan anne, o andan sonra DeAnne oluyor. Linda, güzel ve annesi olmayan kızların felaketlerle karşılaşacağını, babaların iyi kalpli ancak yalnızca kasıklarını düşünen korkunç güçsüz adamlar olduğunu öğrendiği masalları bilerek yaşamasına rağmen kendini koruyamıyor. “Zorlanan eller. Kapanan gözler. Kan” çocukluğundan geriye kalan en güçlü anlar oluyor.

“Eğer yeterince şanslıysan, bir kez değil birçok kez doğarsın,” diyen büyük dayı Bebek Harper ve ismi konserve şeftali tadındaki okul arkadaşı Kelly, Linda’nın önemli sırlarını bilen tek isimler. Onu, “gelenler” adını verdiği, yüksek sesle söylendiğinde tatlarını duyduğu kelimelerden uzak tutan iki kişi. Kelly ve Linda tanıştıkları andan itibaren birbirlerine uzun mektuplar yazarak dertleşiyorlar. Ona dans etmeyi öğreten, sevdiren Bebek Harper ise yalnızca insan sesinden oluşmuş bir şarkı gibi konuşuyor. Acının zaten yeterince kötü olduğunu, üzerine yalnızlığın da eklenmemesi gerektiğini öğretiyor ona büyük dayı Bebek Harper, farklılığını gizlemenin verdiği acıyla çok uzun süre yalnız kalmış olduğunu unutup. Hem aracı hem cennet olarak gördüğü büyük dayı ile ilişkisi onu kaybettiği güne kadar sapasağlam kalıyor. Zeki, meraklı, eşitlikçi ve dürüst Kelly ile olan ilişkisi de, işin içine erkek isimleri girdiğinde ortalık biraz gerilse dahi, bu sessizlik sayesinde asla bitmiyor.

YAN ÖYKÜLER

Roman, ana hikâyenin dışında karakterin anlattığı yan öykülerle de besleniyor. Bu öykülerden ilki Kelly ile “meydan okuma”ya karar verdikleri kısımdan hemen önce gelen, Amerika’da doğan ilk İngiliz Virgina Dare’in hikâyesi. Ardından Wright Kardeşler’in öyküsü geliyor, Wilbur’ın kendisi yerine ilk uçacak kişi olarak küçük kardeşi tercih edildiğinde hissettiklerini merkeze alarak. Wright Kardeşler’den ilk bahsedildiğinde Linda, sekizinci sınıfta ve çocukluk arkadaşı Wade’i ilk kez “o gözle” görüyor. Wright Kardeşler’in öyküsü Linda’nın Vietnamlı olduğunu keşfettiği bölümde de sürüyor. Uzunca yer verilen yan öykülerden üçüncüsü ise George Moses’ın öyküsü. Bir kölenin çocuğu olarak doğan şair, annesi gibi birinin malı, birine ait. Şair olarak kitap çıkarsa dahi özgürlüğe uzun süre kavuşamayan Moses’ın hikâyesi ilk geçtiğinde, Bebek Harper Linda’yı ziyarete geliyor. İkinci geçişinde Bebek Harper’ı kaybeden Linda, son geçişinde ise yaşadığı New York’tan Güney’e dönerek DeAnne ile karşılaşıyor. Romanı zenginleştirirken Amerika tarihine de atıflar yapan öyküler, karakterin hikâyesinde de yol gösterici oluyor.

Yazar Truong, yazmaya ilk olarak birinci karakterini, ardından da onun sesini oluşturarak başlarmış. Dilimdeki Acı için bu karakter şüphesiz Linda; Linda karakterini oluştururken yazarın kendi hayatından esinlendiği ise tartışılmaz bir gerçek. Truong gibi Linda da Boiling Springs’in ilkokulunda ırkçı alaylarla yüzleşiyor, Yale’de edebiyat, Columbia Üniversitesi’nde hukuk eğitimi alıyor; ikisi de yedi yaşında yeniden doğuyorlar. Dilimdeki Acı, alışık olduğumuz “kendini keşif romanı” temasını ağır alt metinlerle harmanlayarak yepyeni bir tema oluşturmuş. “Bulunduğumuz coğrafya, kısmen suçluydu sadece,” diyen Linda’nın kendini keşfederken acılarını, hatalarını, reddettiklerini ve korkularını da keşfetmesinin romanı Dilimdeki Acı, geçmişin tedavisi olmayan bir hastalık olduğunu okuyucunun yüzüne vuruyor.