Edebiyat başımıza bela açar!

James Branch Cabell'in otoriteye karşı takındığı sarkastik tavrı ve müstehcen kabul edilen yanlarından dolayı yargılanan, yaklaşık iki yıl süren davanın düşmesiyle yeniden dağıtılan "Jurgen: Bir Adalet Komedisi" kitabı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. "Jurgen: Bir Adalet Komedisi", kendini “fena hâlde zeki” diye tanımlayan, orta yaşlarda bir tüccar olan Jurgen’in hikâyesini anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Fantastik edebiyatın her ne kadar Tolkien’le beraber popülerleştiği iddia edilse de 20. yüzyıla gelene değin nice söylencede, nice eserde farklı estetik tercihlerle beraber benzer kitapların karşımıza çıktığını görüyoruz. Bu yazarların bir kısmı heybetli tahtlarda, canavarların, büyücülerin himayesinde kitaplığımızda yer bulurken, bir kısmı da çeşitli sebepler yüzünden arkada kalmış, “unutulmuş” durumdadır.

İthaki Yayınları geçtiğimiz aylarda “Unutulmuş Fantastik Klasikler” isimli bir seriye başladı. Aralarında William Morris, George MacDonald, E. R. Eddison, Lord Dunsany gibi yazarlar olan seride James Branch Cabell’in kaleme aldığı, Elif Kadriye Özkılıç’in çevirisiyle okuduğumuz Jurgen: Bir Adalet Komedisi isimli romansa ayrıca bahse değerdir.

İKİ YIL BOYUNCA YASAKLANDI

İlk defa 1919’da okurlarıyla buluşan Jurgen, otoritelere karşı takındığı sarkastik tavrı ve müstehcen kabul edilen yanlarından dolayı yargılandı ve bu süre zarfında kitabın dağıtımına durdurma kararı verildi. Yaklaşık iki yıl süren davanın düşmesiyle yeniden dağıtılan Jurgen’in yeni baskısınaysa kısa bir bölüm eklendi. Romanının yargılanmasını, “hapsedilmesini” içine sindiremeyen Cabell, kahramanı Jurgen’i mahkemeye çıkarttı ve onun ağzından yine sarkastik tonda bir savunma yaptı.

Jurgen, onu “aklı fikri şehvette olan, bela çıkaran bir başıbozuk” olarak suçlayan bok böceğine “Ben şairim ve edebiyat yaparım,” şeklinde cevap verince, bok böceği şöyle der. “Ama Filist’te edebiyat yapmak ile bela çıkarmak aynı şeydir.”

“‘Beni adil yargılayın,’ diye seslendi Jurgen yargıçlara, ‘eğer bu deli memlekette herhangi bir adalet varsa. Eğer yoksa, beni arafa ya da nereye isterseniz oraya sürgün edin. Yeter ki orada bu bok böceği her şeye kadir, samimi ve çılgın olmasın.’”

Jurgen: Bir Adalet Komedisi, James Branch Cabell, Çevirmen: Elif Kadriye Özkılıç, 336 syf. İthaki Yayınları, 2019.

ADALETE DOĞRU BİR YOLCULUK

Emekli bir şair ve bir tefeci olan Jurgen’in eşi Dame Lisa bir gün ortadan kaybolur. Jurgen de bunu yapanın şeytanlar olduğunu düşünerek yollara düşer ve eşini bulmak amacıyla bir dizi maceranın içinde bulur kendini.

Devam eden sayfalardaysa Jurgen’in, Dame Lisa’yı pek de umursamamaya başladığını görürüz. O aslında adalet diye bildiği ancak pek anlamadığı bir şeyin izini sürer ve biz belli bir noktadan sonra adaletin de Dame Lisa gibi anlamsızlaştığını sezeriz içten içe. Hâlbuki Jurgen “dehşet verici şekilde zeki bir insan”dır. Karakterin, yolculuğun nedenlerini bırakıp, yolun işleyişine kolayca ayak uydurmaya başlaması ve romanın sarkastik tavrı bu yüzden ayrıca gülümsememize sebep olur.

Prenses Guinevere’yi kurtardığında mesela, kendisi Logreus Dükü olarak tanıtır çünkü bir tefecinin bir prensesi kurtarması yakışık almayacağını bilir ve o andan sonra dük oluverir ve bunu kendi dahil kimse yadırgamaz. Benzer bir durum “İmparator Jurgen” diye anılmaya başladığında da söz konusu olur. Bu noktada Jurgen’le Don Quijote arasında da irili ufaklı benzerlikler kurabiliriz. Gezgin bir şövalye olmanın geleneksel birtakım gerekleri bulunduğundan, Don Quijote da bu gerekleri yerine getirmek zorunda hisseder kendini. Diğer bir değişle Aldonzo, Dulcinea del Toboso oldukça, o da şövalye olmaya başlar. Tıpkı Jurgen’in değişen unvanının, toplumsal bir karşılık yarattığı gibi.

CEHENNEMDEN CENNETE

Jurgen’in yolculuğu kısa molalara rağmen devam ederken, adaleti bulmak için gittiği yerlerden biri de cehennemdir. Tabii Cabell’in cehennemi ne Dante’ninki ne de ezberlediğimiz gibi değildir. İnsanlar oraya zorla getirilmezler, bilakis vicdanlarını rahatlatmak için “gönüllü” olarak gelirler ve işkenceyi kendileri isterler. Öyle ki cehennemin girişinde Jurgen’i karşılayan şeytanlar bu durumdan oldukça şikâyetçidirler.

Jurgen’i görünce “Burası da imparatorlardan geçilmiyor,” diye söylenen şeytan, Jurgen’in despot olmayan bir hükümdar olduğunu öğrenince rahatlar çünkü diğerleri şımarık çocuk gibidirler.

Hatta Jurgen’in babası yeterince cezalandırılmadığı için şeytanları azarlar. “Bu yerde adalet yok, adaleti bulmanın yolu yok. Bu beceriksiz şeytanlar yaptıklarımı ciddiye almıyor, beni sadece cezalandırıyor gibi yapıyorlar. O yüzden vicdanım hâlâ dinmeden duruyor.”

Şeytanlarsa çalışmaktan yorgun düşmüş şekilde isyan ederler. “Size rahatsızlık verebilmek için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Ama siz lanetliler bizi hiç düşünmüyor, gece gündüz koşuşturup sizlere hizmet ettiğimizi unutuyorsunuz… Hizmet hakkında şikâyet ediyorsunuz ve Dede İblis bizi cezalandırıyor. Bu hiç adil değil.”

Jurgen, cehennemde de adaleti bulamayınca bu kez cennete gider ve Tanrı’yla adalet üzerine tartışır ve yine eli boş şekilde yolculuğuna devam eder.

Dikkat çeken detaylardan biri de Cabell’in üst kurmacaya yaklaştığı anlarda yatar. Jurgen, artık bir kahraman olmak istemediğini söyler Horvendile’ye. Yazarı ve Tanrı’yı aynı kategoride değerlendiren Horvendile’yse “Belki de Yazar sıkça saçmalıyordur,” der, “sende ya da bende Yazarımızın hikâyelerimizi bıyık altından gülerek yazmadığını iddia edebilecek ne gibi bir kanıt var?”

Cabell, Kral Arthur, Büyücü Merlin, Lancelot, Truvalı Helen, Kentaur gibi popüler karakterleri ödünç alarak, Don Quijote’ye, Oz Büyücüsü’ne, İlahi Komedya’ya yaptığını düşündüğümüz göndermeleriyle oldukça sarkastik bir romana imza atmış durumda. Yasaklara ve yargılanmalara rağmen günümüze ulaşmış olması bir yana, Jurgen’in belki de esas sırrı çok yönlü şekilde yaptığı adalet eleştirisinde yatar.

Unutulmuş klasiklerin yeniden hatırlanması dileğiyle.