Mayakovski, Yesenin, Eluard: İz bırakan ‘yabancı’ şairler

Rusçanın yirminci yüzyıldaki iki önemli şairi Vladimir Mayakovski, Sergey Yesenin’dir. Fransalı Paul Eluard ise sürrealizmin öncü şairlerinden sayılır. Dünya şiirindeki turumuza bu isimlerle devam edeceğiz...

Google Haberlere Abone ol

Modern Türkçe şiirin etkilendiği kaynaklar arasında önemli yeri olan yabancı şairleri ve yapıtlarını tanıtmaya yönelik kısa turumuzu, Rusçanın yirminci yüzyıldaki iki önemli şairi Vladimir Mayakovski, Sergey Yesenin’in yanı sıra sürrealizmin öncü şairlerinden Fransalı Paul Eluard’la sürdürüyoruz.

Özellikle modern Türkçe şiirde Vladimir Mayakovski’nin adının geçtiği yerde mutlaka hatırlanan bir başka büyük şair daha vardır: Nâzım Hikmet. Bunu da dikkate alarak Mayakovski’nin modern Türkçe şiirdeki etkisini üç ana başlık altında irdelemek mümkün; “Mayakovski ve kübo-fütürizm”, “Mayakovski, politik şiir ve devrim”, “Mayakovski ve Nâzım Hikmet” gibi…

Turumuzun konusu olan modern Türkçe şiirde iz bırakan yabancı şairler bağlamında bizi daha çok üçüncü başlık ilgilendiriyor aslında. Ancak bu başlığın altında söyleyeceklerimize, ilk iki başlıkta belirtilen konularla ilgili düşüncelerimizin derinlik ve açıklık kazandıracağı da açıktır.

MAYAKOVSKİ... 

.

Mayakovski’yi anlamak ve anlatmak için çıkış noktası olarak alınabilecek bir cümle yazalım: “O, yirminci yüzyılın başında Paris’te ölebilecek bir şairdir, ama Moskova diye bir şehir olmasa!” Bu cümle ilişkin yorumumu önemlidir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında ya da modernitenin adım adım krize yaklaştığı bu evrede diyelim, dünyanın iki büyük şehri, büyük birer şehir olmaktan çok daha fazlasıdır. O nedenledir ki söz konusu şehirler tarihsel, kültürel, siyasal anlamları ve önemleriyle çok geniş bir çağrışım ve düşünme olanağı sunar.

Düşünmeye şöyle başlayabiliriz örneğin: Bu dönemde kültür, sanat ve sosyal hayatın başkenti olan Paris bir yanda, devrimci düşüncelerin, toplumsal isyanların eylem alanı olan Moskova bir yanda.

Atmosferinde sanatsal arayışların ve çıkışların ardı ardına dalgalandığı Paris neyse, devrimci düşünce ve eylemlerin egemen olduğu yaşantısıyla Moskova da odur… Söz konusu şehirlerdeki ortamla ilgili durum, bir yanda yükselen kübizm dalgası, bir yanda devrimci politik dalga olarak da betimlenebilir… Şehirlerin havasının birbirine rakip olması gibi bir durum da söz konusu değildir.

Mayakovski’nin, yüzyılın başındaki bu iki şehrin ruhunu ruhunda taşıyan bir şair olduğunu gösteren her şeyden önce şiirleridir. Tutkuyla bağlı olduğu devrimci politik anlayışıyla sanatsal eğilimini bütünleştiren kübo-fütürist düşünceleri ve tavrı, yaşamına ve şiirlerine damgasını vurmuştur. Onun “kravattan bir gömlek, gömlekten de bir kravat çıkardım” ifadesi düşüncelerinin şiirlerine olduğu gibi yaşamına da doğrudan yansıdığını gösteren açık bir örnektir.

“Kübo-fütürizm” kelime anlamıyla “kübizme” dayanan “fütürizm” olarak açıklanabilir. Kısaca “kübist gelecekçilik” de diyebiliriz. Bu, Mayakovski’nin şiir anlayışının anahtar kavramı olarak da değerlendirilebilir. Kavramın bir başka önemiyse modern sanatın en önemli ekollerinden birini işaret ediyor oluşudur. Mayakovski, bu ekolün öncüsü ve uygulayıcısı olmuştur.

Şairin benimsediği ve öncülük ettiği “kübo-fütürizmin”, “sanatı şiddet, zulüm ve adaletsizlik dışında hiçbir şey” olarak gören İtalya’daki faşizm yanlısı “fütürizmle” ilgisi yoktur. İtalya’da gücü yücelten ve gücün üstünlüğüne tapınmayı benimseyen, neticede “faşizmi besleyen”, başını Filippo Tommaso Marinetti’nin çektiği “fütürizm” ekolü, neticede bu özelliklerinden başka da iz bırakmadan tarihin derinliklerinde kaybolmuştur.

Mayakovski’nin şiirlerinde dikkat çeken bir başka özellik de biçim ve biçemsellikle ilgilidir. Onun şiirlerinin havası da, dilsel kaynakları da şehirli, hatta daha o zamandan büyük sıfatını kazanmış şehirlidir. Nedeni açıktır bunun. Onun “kübo-fütürist” oluşuyla şehirliliği iç içedir.

Malayakovski’nin dünya modern şiirindeki varlığı ve yeri gibi modern Türkçe şiirdeki etkisini irdeler, izini sürerken bizim açımızdan özellikle bu yönünün, şehirlilik bağının ve ilişkisinin dikkatten kaçırılmaması önemlidir.

Devrimin büyük şairi, devrimci eylemlerin militan şairi Vladimir Mayakovski bu nitelemeleri durduk yere almamıştır elbet. O ki “sokakları fırça kalabalıkları palet” saymıştır. Mayakovski’nin bilindiği üzere modern Türkçe şiire her anlamda yani çok yönlü “girişi” Nâzım Hikmet’le olmuştur. Mayakovski’nin Nâzım Hikmet’i nasıl etkilediğini ve modern Türkçe şiire çok yönlü “girişine” kısaca göz atalım.

Modern Türkçe şiirin politik içerik kazanması da, biçiminin köklü değişme uğraması da, yepyeni bir biçemle tanışması da Nâzım Hikmet’in Mayakovski’den ve şiirlerinden aldığı ilhamla olmuştur. Dahası bu etki Nâzım Hikmet ve onun şiirleriyle de sınırlı kalmamıştır. Özellikle altmışlı yıllardan sonra yazılan, politik kaygıları ön plana çıkaran, zaman zaman “ajitprop” tona ulaşan şiirlerde yoğun olarak Mayakovski etkisi ve ona özenme görülür.

Nazım Hikmet, 1920’de karşılaştığı Mayakovski şiirlerinden nasıl ve ne ölçüde etkilendiğini 1950’de şöyle dile getiriyor: “Başlangıçta, Rus dilini de henüz iyi bilmediğim sıralarda, şiirlerini anlayamıyordum. Şimdi de hepsini anlayabiliyor değilim. Fakat, basamak biçimindeki dizelerini taklit ediyordum. Düşüncelerini her zaman böyle yazdığını sanıyor, ben de kendiminkileri aynı biçimde yazmaya çalışıyordum. Ancak bana müsvedde defterlerini gösterdiklerinde, her zaman ille de basamak biçiminde yazmadığını gördüm. Demek, iş daha karmaşıktı…

(…) Mayakovski'nin şiiriyle benimki arasında ortak yanlar; ilkin, şiir ve düzyazı, ikincisi, çeşitli türler (lirik, yergisel vb.) arasındaki kopukluğun aşılması; üçüncüsü, şiire siyasal dilin sokulmasıdır. Bununla birlikte, farklı biçimler kullanıyoruz onunla. Mayakovski öğretmenimdir, fakat onun yazdığı gibi yazmıyorum ben... Moskova’da öğrenim gördüğüm dönemde, Mayakovski gibi bir tribün şairiydim ben de. Bir nefesli sazlar orkestrası gibi ses veriyordu şiirlerim. Topluluk önünde okuyordum onları.

Sonra, Türkiye’de, bir tek kez şiir okuyabildim topluluk önünde. Bir iki kişiyle konuşabiliyor, şiirlerimi ancak kulaklarına fısıldayabiliyordum. Bu nedenle yumuşak sözcükler bulmam gerekiyordu. Hapisteyken halktan insanlarla, benim gibi özgürlükten yoksun bırakılmış bu insanlarla yakınlaştım. Şiirlerimi onlara okuyordum. Şimdi yine geniş dinleyici kalabalığına seslenebiliyorum. Şiirin bütün türlerinden ve olanaklarından yararlanmak gerekir.”

Mayakovski, “Çağdaşlarından yüz bulmuş budala tarihçiler şunu yazsınlar varsın: Bu ilginç şairin hiç de ilginç olmayan bir yaşamöyküsü var” demiş olsa bile onun son derece ilginç bir “şair” öyküsü vardır. Daha fazlasını merak edenlere şairin şiirlerinden başlamalarını öneririz. 1917 Bolşevik Devrimi’nin militanı ve şairi olarak tanınan Mayakovski’den örnek olarak “Pantolonlu Bulut” şiirinden bir bölüm aktaracağız. “Pantolonlu Bulut” aslında bir destandır ve Mayakovski’nin ilk basılan şiir kitabıdır. Şiiri, kitap olarak yayımlanmadan önce Maksim Gorki okur ve beğenir. O dönemde bu önemlidir. Bu destansı şiirin ilk adı “Onüçüncü Havari”dir. Ancak sansür kurulu bu adı beğenmez ve değiştirilmesini ister. Bunun üzerine şiirin adı değiştirilir ve “Pantolonlu Bulut” olur. Yine sansür nedeniyle şiirden bazı bölümler çıkartılmıştır. Şiirin adını değiştirdikten sonra Mayakovski’nin tepkisini “Bulut tüylü çıktı. Sansür uzun süre üfledi onu. Tam altı sayfa baştan aşağı noktalandı” sözleriyle dile getirmiştir.

Şiirde burjuva sanatına yönelik eleştiri söz konusudur. “Pantolonlu Bulut” Türkçe dahil birçok dilde tiyatro oyunu olarak sahneye de taşınmıştır. Bir bölümünü alıntıladığımız “Pantolonlu Bulut” şiirinin çevirisi Sait Maden’e aittir:

Umurumuda mı Faust,

Mefisto’yla birlikte kayan Faust gök döşemesinde

Bir şenlik fişeğine benzeyerek her ikisi

Biliyorum,

daha trajiktir Goethe’nin uydurmasından

kunduramın çivisi!

Ben

her sözcüğü yeni bir can

yaratıp hızlı,

tenin cümbüşünü kutlayan

altın ağızlı,

bunu bilir, bunu derim hep:

yaşamın en ince tozu

daha değerlidir bütün yapıp ettiklerimden.

Dinleyin!

Bar bar bağıran yeni Zerdüşt

vaaz veriyor

çırpınıp döğünerek!

Biz

bir yatak çarşafına benzeyen uykusuz benzimiz

ve bir avize gibi sarkan dudaklarımızla,

bizler,

salgının dört bir vana altın ve çamur saçtığı

miskinler kentinin forsaları bizler

Venedik göklerinden daha duruyuz,

arıtmış içimizi bir yıkayışta güneşlerle denizler!

Ah nasıl gülüyorum

Homerler, Ovidyuslar çağına:

bizcileyin, isten delik deşik

insanlar gelmedi onların toprağına.

Biliyorum,

güneş kararırdı giderek

bir görse ruhumuzun altın yataklarını.

SERGEV YESENİN... 

.

Bu bölümdeki turumuzun bir diğer şairi de Sergey Yesenin. Şairin, Rusça şiirden modern Türkçe şiirin “kıta sahanlığı”na ne zaman girdiğini kesin olarak saptayamasak da tahminimiz altmışlardan sonra, ama daha çok yetmişli yıllarda olabileceği yönünde. Yesenin’in, modern Türkçe şiir okurlarıyla buluşmasının, Türkiye’deki politik ortamın etkisiyle olduğunu düşünüyoruz. Bir yönüyle çelişkili bir tez olarak görünüyor bu aslında. Çünkü Yesenin’in yapıtlarının çok da etkili bir politik yönü yoktur. O zaman nasıl olur da şiirlerin çevrilmesinde politik ortamın etkisinden söz edilebilir diye sorulabilir. Şiirlerin içeriğinden, politik bir söyleminin oluşundan daha çok Rusçadan aktarılmış olması rol oynamış olabilir diye düşünüyoruz. Bir diğer etken de elbette Yesenin’in dünya edebiyatında tanınıyor olması ve şiirlerinin başka dillere çevrilmiş oluşudur. Onun politik bir şair olmadığını söyledik, ama örneğin “Yirmi Altılar Baladı” şiirini de onun yazdığını göz ardı etmemek gerekir. Madem andık söz konusu şiirin girişinden birkaç dize aktaralım (şiirin çevirisi Lel Strastov’a ait):

Söyle, şair, şarkıyı

Söyle

Gök bezi mavidir

Öyle

Denizin de şarkıdır mırıltısı

Mırıltı...

Yirmi altı onların sayısıydı, yirmi altı

Mezarlarını kumlar saklamaz

İki yüz yedinci verstada

Kurşuna dizildiklerini

Kimse unutmaz

Denizin ardında

Orda

Havada dolaşan duman

Dünyaca tanınan, bilinen, okunan bir Sovyet şairi olması önemlidir elbette. Ancak şu da sorulabilir: Yesenin Sovyet şairi midir? Yoksa devrimin sekizinci yılında, yani onuncu yılı dahi olmadan intihar etmiş müntehir şair mi saymalı onu. Ya da çarlık Rusyasında olduğu gibi Sovyet döneminde de ruhu şehrin değirmenini döndüren dişliler arasında yağ değil, taş olmuş, dokuz yaşında şiir yazmaya başlamış, bozkır sıkıntısından bir türlü kurtulamamış, şehirde kıstırılmış köy çocuğu mu? Çelişkilerle, çatışkılarla dünyaya ayak uyduramamış, yaşamayı bilememiş bir şair mi? Ne sayarsak sayalım; yorum yaparken şu gerçeği de göz önünde bulundurmamız gerekir: Sergey Yesenin’in, intiharının ardından, cenazesi devlet töreniyle kaldırılır. Ancak Stalin tarafından şiirlerinin çoğu yasaklanır. Buharin’in Yesenin’i eleştirisi de bu yasaklamada etkili olur. Yesenin’in şiirleriyle ilgili yasağı Kuruşçev de sürdürür. Şairin şiirleri ancak 1966’da yeniden yayımlanır.

Modern şiirde pastoral olanın, doğanın, kırsallığın, bozkırın ya da steplerin diliyle inşa edilmiş lirik bir şiirden söz edilecekse Yesenin’in adının akla gelmemesi imkânsızdır.

Şiirleri çevrildikten kısa süre içinde onun, modern Türkçe şiirde adı yaygınlaşmış “yabancı” şairler arasında yer almasında düşünebileceğimiz etkenlerden biri de şu olabilir: Yetmişli yıllardan sonra Türkiye’de yoğunlaşan kırsaldan kentlere göçle gelen nüfus içinden çıkan şair ve şiir okuru Yesenin’in şiirleriyle arasında bir duygu, düşünce, duyarlılık bağı kurmuş, yakınlık duymuş olabilir. Kaldı ki altmışlardan sonra, özellikle yetmiş ve seksenlerin şiirinde yapılacak yüzeysel bir kazı, kısa bir takip bile bu izleri bulup çıkarmaya yetecektir. Sergey Yesenin’den Atilla Tokatlı’nın çevirdiği “Kandırmak İstemem Kendi Kendimi” başlıklı şiirin ilk üç betiğini paylaşıyoruz:

Kandırmak istemem kendi kendimi,

Ama sisli yüreğimde hep bir kaygı var:

Bilmiyorum niçin bana: O Yesenin rezili..

Bilmiyorum niçin bana: O şarlatan diyorlar

Ne bir cani ne de bir haydudum ben,

Masumları kurşuna da dizmedim, dizdirmedim.

Yoldan geçenlere durmadan gülümseyen

Bir sokak serserisiyim o kadar.

Modern Türkçe şiirde en çok etkisi olan şairlerin Fransızca yazanlar olduğunu daha önceki bölümlerde belirtmiştik. Bu bölümde değineceğimiz üçüncü şair Paul Eluard da modern Türkçe şiirde izler bırakan Fransalı şairlerden.

ANDRE ELUARD... 

.

Eluard’ın şairlik serüveninde, şiirdeki yerinin ve varlığının oluşmasında “sürrealizm” önemli rol oynar.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında savaşın barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa protesto olarak doğup gelişen ve var olan sanatsal düzenlerin reddedilmesine dayanan “Dadaizm” 1922’de etkisini yitirir. Ancak sanat, edebiyat ve şiirdeki yoğun arayış devam etmektedir. 1924’te Andre Breton’un yazdığı “sürrealizmin” ilk manifestosu yayımlanır.

Andre Breton bundan başka iki “sürrealizm” manifestosu daha yazar, ancak üçüncüsü yayınlanmaz. İkincisiniyse Lev Troçki’yle birlikte yazmıştır.

Tarihe geçen ilk sürrealist bildiriye Eluard’ın yanı sıra Louis Aragon, Philippe Soupault Antoin Artaud, Max Ernst gibi isimler de destek verir.

Psikanaliz kuramının öncüsü Sigmund Freud’un görüşlerinden etkilenen “sürrealistlerin”, “Girişimimize ilişkin kamuoyunda aptalca yayılmış olan yanlış bir yorum üzerine; edebiyat, drama, felsefe, tefsir ve hatta ilahiyat alanında anırmakta olan tüm çağdaş eleştirmen kitlesine duyururuz ki” diye başlayan 27 Ocak 1925 tarihli “Sürrealist Araştırmalar Bürosu Bildirisi”nde de şu görüşler dile getirilir:

  1. Edebiyatla hiçbir alakamız yoktur; ama herkes gibi biz de gerektiğinde edebiyattan istifade etmeyi gayet iyi biliriz.
  2. Sürrealizm, yeni ya da daha kolay bir anlatım aracı değildir, bir şiir metafiziği de değildir. Zihnin ve zihne benzer her şeyin bütünüyle özgürleşmesinin yordamıdır.
  3. Devrim yapmaya kararlıyız.
  4. Sürrealizm sözcüğünü devrim sözcüğüne iliştirmemizin tek amacı, bu devrimin çıkarsız, tarafsız, hatta bütünüyle umutsuz niteliğini göstermektir.
  5. İnsanoğlunun âdetlerini değiştirme iddiamız yok; ama düşüncenin ne kadar kırılgan olduğunu, titreyen evlerimizi nasıl da oynak temeller ve mağaralar üzerine inşa etmiş olduğumuzu göstermek istiyoruz.
  6. Toplum’a şu resmi uyarıyı haykırıyoruz: Sapmalarınıza ve yanlış adımlarınıza dikkat edin, bir tanesi bile bizden kaçmayacaktır.
  7. Düşüncesinin her dönemecinde Toplum bizi tetikte bulacaktır.
  8. Biz İsyan uzmanlarıyız. Zorunlu olduğunda başvuramayacağımız hiçbir eylem biçimi yoktur.
  9. Özellikle Batı dünyasına söylüyoruz: Sürrealizm vardır. Peki bize takılan bu yeni -izm de nedir? Sürrealizm bir şiirsel biçim değildir. Kendine geri dönen zihnin çığlığıdır. Ve prangalarını kırmaya kararlıdır, bunun için gerçek çekiçler gerekse bile.”

Yazımızın gelecek bölümünde Eluard’la başlayarak kaldığımız yerden devam edeceğiz.