Çevirmen Efe Murad: Ezra Pound'un imgeciliği bir panzehir

Efe Murad, dünya edebiyat tarihinin en tartışmalı isimlerinden Ezra Pound’un Kantolar’ını Türkçeye çevirdi. Murad’la, çevirmen ve şair kimliğini, Ezra Pound’u ve Pound yazınını konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 1987 yılında İstanbul’da doğan Efe Murad, Princeton Üniversitesi’nde Felsefe ve Siyaset Bilimi okudu. Halen Harvard Üniversitesi Tarih ve Ortadoğu Çalışmaları doktora programına devam eden Murad, Cem Kurtuluş’la birlikte Adam Sanat dergisinde Madde Akımı Manifestosu’nu (Mayıs 2004) yayımladı. Şair Ahmet Güntan ile şiir fanzini Cehd’i (2006) çıkardı. Türkçede yayımlanan beş şiir kitabının yanı sıra, İranlı şairler M. Âzâd ve Ferîdûn-i Muşîrî ile Pulitzer Ödüllü Amerikalı şair C. K. Williams’tan yaptığı çevirileri kitap olarak yayımlayan Murad,  Meral Divitçi Çeviri Ödülünü aldı sahibi…

Şiir, yazı ve çevirileri Adam Sanat, Cogito, Dergâh, Fayrap, heves, Jacket, Kitap-lık, Mahfil, Sanat Dünyamız, Talisman, Varlık ve Yasakmeyve gibi dergilerde yayımlanan Murad, son olarak Ezra Pound’un Kantolar’ını Türkçeye çevirdi. Murad’la, çevirmen ve şair kimliğini, Ezra Pound’u ve Pound yazınını konuştuk.

Fotoğraf: Adnan A. Onart.

Pound yazınının okur için bile zor olduğunu düşünürsek, yazarı çevirmeye nasıl karar verdiğinizi öğrenmek isteriz. Bize yazarla kurduğunuz ilişkiyi ve çeviri sürecini anlatabilir misiniz?

Türkiye’de 2000’li yıllar şiirde görselin, somutun ve maddeselliğin tartışıldığı yıllardı. Ayrıca internetin düzenli kullanılmaya, her türlü bilginin ya da görüntünün kolay ulaşılabilir olmaya başladığı bir dönemdi; Zinhar, Poetikhars, heves, Ücra gibi şiir mecralarında çıkan yeni arayışlar vardı.

Ayrıca Atlılar ve Fayrap. Pound tekrar konuşulmaya başlanmıştı. Kantolar sonuçta abidevi bir kolaj. Pound’dan önce birçok dilden aldığı parçalarla—ister tutarlı olsun ister tutarsız—modern bir epik yazmaya çalışan başka bir şair yok. Hatta Pound bir modernist; yani deneylerinin bir ölçütü var, şiirleri rastgele bir sıralamadan ibaret değil.

1980’lerden sonra Türkiye’de şiirin spekülatif imgeciliğe hapsolduğunu düşünüyorum. Pound’un imgeciliğiyse bu sahici gelmeyen söz bezemesine bir panzehir olarak duruyordu. İmgecilik Manifestosu’nu şöyle yorumlayabilir miyiz? “İmgenin sınırı gözlenen somutun sınırıdır; yani imge doğrudandır ve “orada olmayan”ı içermez.” 2000’li yıllarda Pound’un imgedeki somutluk arayışı ve Kantolar’ındaki çetrefilli yapısı çok ilgimi çekti. Okunması da epey zor bir kitap. Başından sonuna kadar okuyabilmek için çevirmem gerektiğini düşündüm.

Bir şairin başka bir şairi çevirmesinin zorlukları ya da kolaylıkları nelerdir? Ezra Pound’u çevirirken, kendi yazım sürecinize dair neler düşündünüz mesela?

Kantolar, Pound’un düşünce serüvenindeki durakların, okumaların bir kolajı. Bu nedenle, Pound’u çevirmenin zorluklarından biri onun neyi okuduğunu bulup çıkarmaktan çok okuduklarını nasıl yorumladığını çözebilmekte yatıyor. Pound hakkında inanılmaz geniş bir literatür var. Alıntıladığı, alıntılayıp bozduğu birçok parçanın çetelesi tutulmuş. Ama sonuçta Pound’un eserinde taradığı diller Türkçeyle çok da etkileşimi olmuş diller değil: Provençaldan Çinceye uzanan bir sürü dil, Türkçenin Arapça ya da Farsçayla kültürel bütünlüğü gibi değil bu dillerin Türkçeyle ilişkisi.

Kantolar’ı çevirmek tarihi de çevirmek, en azından bazı tarihsel seçimler yapmak demek. Çağdaş Türkçe ve Osmanlı Türkçesi bu anlamda çok ilginç ikilikler yaratıyor: Bizans ya da Rönesans İtalya’sındaki bağlamları dönemin Osmanlı Türkçesinde kullanılan terimlerle karşılaşmak gibi ya da konu yirminci yüzyıl sanayicilerinin para konuşuşu olunca günlük Türkçeye dönmek, Provençal lirik geleneğini Karacaoğlan’la çevirmek gibi vs. Çeviri esnasında farklı siyasi ve tarihsel anlamları olan sözcüklerle aynı metni çevirebildiğinizi görüyorsunuz. Bu size sözcüklerin anlamlarından çok, çağrışım ve bağlamlarının nasıl ayrı dünyalar açtığını gösteriyor. Bu anlamda Pound’u Türkçeye çevirmenin bir özgünlüğünün olduğunu düşünüyorum.

'KANTOLAR, SİYASİ BİR YERDEN AÇILMIYOR'

Pound’un faşizmle ve onun bir temsili olan Mussolini’yle kurduğu yakınlık, özellikle onun bir okuru da olarak sizin hislerinizi nasıl etkiledi? Faşizmi destekleyen bir yazar ve okur arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?

Zor soru. Pound’un şiirine hayranlık duyanlar genellikle aşırı sağ görüşlerini görmezden gelirler, hatta siyasi fikirlerinden bahsetmezler bile. Kantolar çok siyasi bir yerden açılmıyor. İlk kantolar mitolojideki kahraman arketipini araştırıyor. Sonuçta şiirin giriş kısmı, dünyada cenneti aramak üzerine, hem de kültürler ötesi bir cenneti. Tabii ki bu durum ilk otuz kantodan sonra değişiyor.

Pound’un Aristotelesçi ahlak, Rönesans belagatı ve Konfüçyüsçülük gibi farklı düşüncelerde gördüğü ve benimsediği düstur, doğru söz ve amelin doğru erdemi imlediği. 1920’lerde İtalya’ya yerleşmesiyle birlikte Mussolini’nin halkçı ve devletçi politikalarına sempati duymaya başlıyor. Onu Mussolini’ye çeken, partisinin tefeye karşı başlatmış olduğu savaş. Ayrıca yirminci yüzyılın ortalarına kadar tefenin çeşitli tarihsel önyargılar nedeniyle Yahudilerle ilişkilendirildiğini de biliyoruz. Tefe, Pound için en temel tabiriyle “paradan para kazanmak” demek, üretime katkısı olmayan fırsatçılık, haksız kazanç. Tefe, doğru söz ya da amel yerine Pound’da yalanı ve talanı temsil ettiği için kötü erdemle özdeşleşiyor. Onun zihninde tefeciliğe izin veren bir düzen ne kadar sağlam erdemler üzerine kurulu bir düzen olabilir ki?

1941-3 yılları arasındaki radyo programlarında söylemleri iyice faşistleşiyor, Mussolini’nin de kendisiyle aynı ekonomi politikalarını güttüğü kanısına kapılıyor ve  tanışabilmek için ABC of Economics’i Mussolini’ye ithaf edip yolluyor; ama Mussolini’nin danışmanları dengesiz hareketleri, aslen Amerikalı olması ve radyo programlarında faşist partiye yönelttiği eleştiri okları nedeniyle Pound’u liderle hiçbir zaman görüştürmüyorlar. Zamanında İtalyan faşistlerinin bile beraber görünmek istemediği bir aşırı sağ sempatizanı Pound. Tabii ki bugünkü alımlanması ise çok farklı: Kendilerine “Ezra’nın oğlanları” da diyen İtalyan neo-faşist hareket CasaPound adını ondan alıyor.

İlginç olan şu ki 1930’lara kadar dünyada faşizmin kapitalizm eleştirisi, ulus-merkezci aşırı söylemler ya da antisemitizm doğal karşılanan olgular. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Kantolar’ın siyasi alımlanmaları çok farklı. Pound sonuçta, Rothschild’ların güdümüne giren Amerikan Merkez Bankası’nın Thomas Jefferson’ın ruhuna ve Amerikan demokrasisinin temel ilkelerine aykırı olduğunu düşünüyor. Eleştirileri Roosevelt’e. Aslında bugünden bakıldığında onunkinin bir sistem eleştirisi, Amerikan kapitalizmi eleştirisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Son yarım yüzyılda toplumlar hastanelerden çok ilaçları kabullenmiş durumda. En azından hepimiz bazı psikolojik bozukluklarımızı gidermek için ilaç almaya dünden razıyız. Pound’un on üç yıl kapatıldığı St. Elizabeths Hastanesi ise 1850’li yıllarda ahlaka mugayyir olanı sağaltma amacıyla kurulmuş bir devlet organı. Pound’un “büyük bir faşist düşünür” olarak yaftalanması ve öne çıkması, onun akıl hastanesine düşmesi nedeniyle olabilir mi?

İkinci Dünya Savaşı sonrası Demokratlar cezalandırıcakları günah keçilerini ararken Pound karşılarına çıkıveriyor, bu vaka ellerine iyi bir malzeme veriyor. İngiltere, Fransa ve Norveç kendi savaş suçlularını asmış. Hatta bazı kaynaklar Pound’un vatan haini olarak yargılandığı sırada idam cezasından yakayı sıyırabilmek için deli taklidi yaptığı yönünde hemfikir.

Amerika’nın faşizmle savaşı bitiyor; Soğuk Savaş döneminde komünizm düşmanlaştırılıyor (Eisenhower-Nixon). Pound’dan yaratılmış “büyük faşist entelektüel” imajı önemsizleşiyor, zaten 1958’de hastaneden taburcu edilmesi dönemin Amerika’sında aşırı sağın artık öncelikli düşman addedilmiyor olmasıyla alakalı. Böylelikle Pound akıl hastanesinden çıkarak hem aklanmış oluyor hem de Amerika’nın faşizmle mücadelesindeki tescillenmiş günah keçisi.

Kantolar, Ezra Pound, çeviri: Efe Murad, 888 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2020.

'KANTOLAR'DA TARİHYAZIMI İDDİASI VAR'

Kantolar’ın mikro-tarih kalıntıları içerdiğini söylüyorsunuz. Aslında her metin, biraz da dönemine dair işaret taşımaz mı? Yazmak ve tarihsellik arasındaki bağıntıyı nasıl açıklıyorsunuz? Bu bağlamda Ezra Pound’u nereye koyuyorsunuz?

Her metin elbette kendi dönemine dair işaretler taşır. Hangi sözcüğü hangi bağlamı gözeterek seçeceksin? Bu, şairin fark etmeden kendini içinde buluverdiği bir olumsallık yumağı. Kantolar’daysa buna ek olarak bir de tarihyazımı iddiası var: Homeros’la başlattığı Batı kültürü tarih anlatısına paralel olarak Pound, Kanto LII’yle beraber klasik Çin tevarihini de şiirine katıyor, Konfüçyüsçülük’te geçen benzer temaları Rönesans’taki Neoplatonizm terimleriyle buluşturuyor. Amacı farklı tarihyazımlarından tek bir dünya anlatısı kurmak.

Unutmayalım ki Pound alıntıladığı her tarihsel olayı yorumlayarak şiire katıyor. Pound nezdinde Rönesans, Mediciler’i ve sanat hâmiliklerini merkeze alan bir Rönesans değil, şerefli condottiere ve Rimini şehir devleti kurucusu Malatesta ve ailesinin merkeze alındığı alternatif bir Rönesans tarihi. Mediciler banker çıkışlı olduğu için elbette Pound’da kötü erdemi temsil ediyor.

Diyorsunuz ki, “Kantolar, şiir yazma sürecinin, durmadan okuma ve yazma eylemlerinin sürecinin şiiridir.” Bugün şiir yazan, şair olan bir kişi için de benzeri bir cümle kurulamaz mı? Pound’u “sıradan” şairden ayıran şey ne sizce?

Pound’un her düşünsel hareketinin Kantolar’da bir karşılığı var, onun için modern epik aslında bir düşünceler tarihi de. Pound bir şiir canavarı. Her elini attığını şiire dönüştürüyor, devamlı şiir düşünüyor ve üretiyor. Şiir pratiğini diğer entelektüel uğraş ya da sanatlardan ayrı düşünmüyor. Bu tür bir iştahla devamlı şiir eylemiş aklıma Türkiye’den Fazıl Hüsnü Dağlarca ve İlhan Berk geliyor mesela.

'POUND, TÜRKİYE'DEN BİRÇOK ŞAİRİ ETKİLEMİŞ BİRİ'

Kantolar’ın, modern Türkçe şiirle bir ilişkisi var mı sizce? Bu hususu nasıl değerlendirirsiniz?

Pound çağdaş Türkçede farklı siyasi görüşten gelmiş birçok şairi etkilemiş biri. Pound’u Türkçeye ilk çeviren isim kanımca Bülent Ecevit. Onun dinleri ve dilleri aşan evrensel mesajıyla ilgilendiğini düşünüyorum. Melih Cevdet Anday ve Ülkü Tamer de aynı şekilde etkileniyorlar, ama onlar için Pound’u etüt etmek demek metinlerarasılığı keşfetmek, şiirdeki metinlerarası köprüler hakkında akıl yürütmek demek. Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Kâmil Eşfak Berki gibi sağ cenahtaki şairleri etkilediğini söyleyebiliriz. Kendilerini İslamcı gelenekle özdeşleştirenler için genellikle Pound’un tarihi yargılayıcı gür sesi ve modern bir epik yaratma güdüsü ön planda. Kitabın sonsözünde Pound’un Türkiye’deki etkilerinden bahsetmeye çalıştım.

Yirminci yüzyıl sanat akımlarının daha görünür bir yüzyıldır desek yanılmış olmayız. Pound’un çalışmalarını, bu bağlamda nereye koymak gerekir?

Yirminci yüzyılın ilk yarısı resim ve romanın zaferidir denebilir. Pound ise şiirin intikamını almaya çalışıyor, çünkü bilhassa romanın birçok anlatı tekniğini şiirden apardığını düşünüyor. Pound’un şiirde savunduğu düşüncelerin resim sanatındaki tartışmalarla benzer noktaları var. İmgecilik Manifestosu’nda Art İzlenimcilerin etkisi, Girdapçılık (Vortisizm) döneminde Kübizm ve Fütürizm etkileri rahatlıkla gözlemlenebilir.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Boston’da İslam Tarihi ve Düşüncesi dersleri veriyorum. Tarihi araştırmalara geri döndüm. On beşinci yüzyıl Osmanlı âlimleri arasında düzenlenen felsefe ve kelâm tartışmaları hakkında birkaç makale üzerinde çalışıyorum. Pound uzun soluklu bir uğraştı, çeviri hevesimi dindirdi; ama kafamda bazı tilkiler de dönmüyor değil: Mustafa Irgat şiirlerinin İngilizcesi? Ya da Gertrude Stein’dan Tender Buttons?