Bir sinema dehası: Akira Kurosawa

Bookmunch isimli kitap eleştiri sitesinin kurucusu, yazar ve editör Peter Wild'ın yazdığı "Akira Kurosawa"adlı biyografi kitabı yayımlandı. Bu biyografide Peter Wild, bir yandan Kurosawa'nın filmlerini değerlendirirken bir yandan da kameranın gerisindeki Kurosawa'nın aile yaşamına, tutkusuna ve kişiliğine göz atıyor.

Google Haberlere Abone ol

1981 yılında yazarının “otobiyografi gibi bir şey” olarak tanımladığı Kurbağa Yağı Satıcısı Japonya’da yayımlanır. Usta yönetmen Akira Kurosawa’nın bu kitabı, 1983 yılınca İngilizceye, 90’lı yılların başında da Türkçeye -yanılmıyorsam ilk baskısını Afa Yayınları yapmıştı- çevrilir. Sonraki yıllarda başka bir yayınevinden tekrar yayımlanan kitap, yönetmenin samimi ve yalın üslubuyla yazılmış olup, onu uluslararası üne kavuşturan Rashomon (1950) filmine değin yaşadıklarını konu alır.

Bu kitabında, 1910 yılında doğan yönetmen, küçük yaşlarından itibaren –abisi aracılığıyla- sinemayı keşfetmesini, doğum aşamasındaki Japonya Sineması’nın içinde yer almaya çalışmasını, sinema ve endüstri ilişkilerini, II. Dünya Savaşı’nın mağlup ülkesini ve onun onurlu insanlarını, adada yaşayanların kültürel koşullanışını ve biçimlenişini öylesine içten ve sade bir dille anlatır ki, etkisine kapılmamak imkânsızdır. Çektiği acıları dolaysız bir şekilde anlatan yönetmen, Rashomon’u çekmesinin üzerinden 30 sene geçmesine rağmen, bahse konu olan yılları kitabında ele almaz. Ki o yıllar, çaresizlikten intihar ettiği, kendini bir köşeye sıkışmış hissettiği anları barındıran acı dolu zamanlardan oluşur. Son otuz senesine değinmemesi, daha çok, “bu yılları herkes biliyor zaten” düşüncesi olabilir elbette. Zira yukarıda da değinildiği gibi Rashomon’un duyulması, Venedik Film Festivali’ne katılması ve ardından festivalin büyük ödülü altın aslanı almasıyla sanatçı benzersiz bir üne kavuşur. Öyle ki sonraki yıllarda hem Amerikan sermayesiyle (Düşler), hem de Sovyetler Birliği desteğiyle (Dersu Uzala) film yapmasını sağlayacak bir şöhrettir bu. Üstelik sanatçı, sinemada çığır açacak bir kuşağı da derinden etkiler. George Lucas, Francis Ford Coppola, Steven Spielberg ve Martin Scorsese gibi Amerikan sinemasının –sonradan şöhretleri tüm dünyayı saracak- çaylak yönetmenlerini sarsar.

Peki, Rashomon’dan sonra ne oldu?

Akira Kurosawa, Peter Wild, Çevirmen: Ümid Gurbanov, 224 syf., Ketebe Yayınevi, 2020.

Kurosawa, 1950’den sonra yaşadıklarını –birkaç röportaj haricinde- anlatmaz. Kaldı ki yönetmen, kişiliğiyle ilgili şöyle bir söz söyler: “Beni Rashomon’dan sonra çektiğim filmlerdeki karakterlerimde arayın. Bir eserin yaratıcısı hakkında en çok şeyi o eserin kendisi söyler.” Yönetmenin 1998’de öldüğünü düşünürsek, arada yaşanmış yarım yüzyıllık bir zaman vardır. Bookmunch isimli bir kitap eleştiri sitesinin kurucusu, yazar ve editör Peter Wild’in, yakın zamanda sanatçının yaşamını konu alan Akira Kurosawa isimli bir biyografi kitabı yayımlandı. Wild, bu kitabında yönetmenin çocukluk ve gençlik yıllarını anlatıp, filmlerini dönemlerine göre ayırıp inceliyor. Sanatçının sinema tutkusunu, ailevi ilişkilerini ve sinemasının biçimlenişini ve filmlerinin sinopsisini konu alan kitap, yönetmeni tanımak, hayal kırıklıklarına ve mutluluk anlarına şahitlik etmek için iyi bir rehber.

Sanatçının çalışma biçimine ve setteki hal ve hareketlerine de değinen çalışmada, günümüz sinemacılarının da ilgisini uyandıracak pek çok bilgi mevcut. Örneğin Kurosawa, filmlerinde yer verdiği oyuncuların, çekim boyunca canlandırdıkları karakterler gibi gezip sette yaşamaya zorlarken, stüdyoya arabasıyla giriş yaptığı sırada, çalışanların eğilerek kendisine saygı göstermesini ve “imparator” diye hitap etmesini kabul etmiş biri. Yine aynı Kurosawa, senaryo yazma eylemini, maraton koşmaya benzetiyor. Onun için senaryo, adım adım gidilmesi gereken, yazmaya devam edildikçe sonuna ulaşılan, sabır isteyen bir uğraştır. Özellikle 'Yaşamak' filminin senaryosunu yazarken çok yıpranır. Öyle çalışır ki, bu sürecin hiç bitmeyeceğini düşünür. Bitince de, bu işten sağ kurtulduğu için sevinir.

Her biyografi kitabı, odağına aldığı kişinin ülkesinin ve toplumunun tarihidir aynı zamanda. Kitap, bu bağlamda da Japonya’da yaşayan sinema seyircilerinin değişim ve dönüşümlerini Kurosawa filmlerini özelinde değerlendirirken, Japonya film endüstrisinin uluslararası piyasaya eklemlenme sürecinin de altını çiziyor. Bu süreçte Kurosawa, defalarca Japon film eleştirmenleri tarafından tefe konuluyor. Filmleri oryantalist olarak görülüyor. Örneğin, Rashomon’un başarısı, “Filmin aldığı bu iki ödül –diğer ödül de Altın Küre En İyi Yabancı Dilde Film Ödülü’dür-, Batılıların Doğulu egzotizmine duyduğu merak ve ilginin yansımasıdır sadece” sözleriyle değerlendiriliyor. Eleştirmenlere göre Kurosawa, filmleriyle Batı’ya istediklerini düşündüğü şeyleri vererek, düşünsel anlamda onların eseri olmakla yükümlü. Kurosawa ise çoğu zaman bu eleştirilere kulaklarını tıkıyor, film çekmesi engellenmediği, yeterli bütçeyi bulmasında bir sorun olmadığı zamanlarda kale bile almıyor.

Kurosawa için en etkileyici cümleyi Francis Ford Coppola söyler. Coppola, büyük yönetmenlerin bir tane başyapıtı varken, Kurosawa’nın en az sekiz – dokuz tane başyapıtı olduğunu dile getirir. Godfather gibi bir film çeken Coppola, yanılıyor olamaz bence.

Son sözü Kurosawa’ya bırakalım: Filmlerim, muayyen bir zamanda muayyen bir meseleyi söyleme arzumun ürünüdürler. Her filmimin kökeninde bir şeyler ifade etmeye yönelik bu içsel ihtiyaç vardır.