Eros'un Istırabı üzerine

Byung - Chul Han'ın "Eros'un Istırabı" Metis Yayıncılık tarafından yayımlandı. Byung-Chul Han kitapta, neoliberal zamanlarda duyguların tüketimi ile aşk ve erotizme bakışımızdaki dönüşüme, aşkın krizine odaklanıyor.

Google Haberlere Abone ol

İsmail Akgöl

“Tuhaf değil mi, Eryksimakhos, şairler şu Tanrı, bu Tanrı için hymnoslar, paianlar yazmışlar da bunca ünlü şairden biri çıkıp, Eros üstüne, bu kadar eski, bu kadar önemli bir Tanrı üstüne tek bir övgü yazmamış. (…) Bir kitap geçti elime, pek bilgin bir adamın yazdığı bu kitapta tuzun faydaları üstüne akıl almaz övgüler vardı. Buna benzer daha nice nice şeylerin göklere çıkarıldığını görüyoruz. Bu çeşit konulara bu kadar emek harcanmış da bu güne kadar Eros’un, sevginin şanına layık bir övgü yazmaya kimsenin eli varmamış. Bu kadar yüze bir tanrı nasıl bu kadar yabana atılmış.”

Bu sitem dolu satırlarla başlar şölen, ama günümüzde ondan bahsedilmemesi şöyle dursun, uygarlığımız tarafından Prometheus azat edilerek onun yerine Eros Kafkas Dağları'nda zincire vurulmuştur. Onunla beraber Başka da. Ortadan kalkan, aşınan, kaybolan Başka, artık Başka değil, Byung-Chul Han’ın ifade ettiği “hep aynılık cehenneminde” bir 'aynı'dır, ve bu mekanda erotik deneyime yer yoktur. Bir narsistleşme ve aynılık ekonomisinin yürütüldüğü neoliberal toplum Eros’a hem yabancıdır, hem de onu sistematik olarak değersizleştirecek aygıtları, oluşumları dönüştürüp yeni aygıtlar oluşturarak kendi verimliliğini artıracaktır. Böylelikle ritmik olarak daha da harlanan bir cehennem tasarlanacaktır, sakinleriyse serin vahalarda mutlu düşler kurduğu bir özgürlük yanılsaması. Kıyamete ve afetlere yer olmayan pozitiflik toplumudur bu toplum. Her türlü negatiflik derhal bertaraf edilir. Önüne gelen, zararlı zararsız her bakteriyi içine alan dev bir bir makrofaj gibidir sistem. Bundan ki Chul Han, Eros’un Istırabı’na Melancholia başlığı ile giriş yapar.

Lars von Trier’in Melancholia filminde Justine karakteri tam da neoliberal toplumun narsist-performans öznesidir. Kendiyle dolu ve Başka'ya yabancıdır. Justine depresif tavırlar sergiler, çünkü içinde bulunduğu başarıya odaklı toplum, “motivasyon, insiyatif ve proje çağrısı” ile bireyi kendi kendisinin sömürücüsü konumuna sokar ki bu da özneyi aşındırır ve depresyona iter. Bu bakımdan Chul’un güncel felsefesinde yarattığı performans öznesi kavramına Justine tamamen uygundur. Öyle ki düğünde bile patronu reklam projesini bitirip bitirmediğini yoklar. Depresyon Chul Han’a göre narsist bir hastalıktır. “Depresyona yol açan şey, aşırı abartılı, hastalıklı bir şekilde çarpıtılmış kendini referans almadır” çünkü özneyi yeniden yapılandıracak, onu inşa edecek, kendiliğini yeniden tanımlayacağı Başka ortadan kalkmış ve mekân 'aynı'larla tıka basa dolmuştur. Başarı peşindeki öznenin “elde ettiği başarılar Bir’in Başka üzerinden doğrulanmasını beraberinde getirir.” Burada özne Başka'yı Başka'lığı içinde kabul ederek onun benliğine dalıp oradan yeniden var olarak çıkıp kendini tanıması yoluyla oluşmaz, Başka’nın Başka'lığından mahrum edilerek başarısı veya başarısızlığı ile kendinin sağlamasını yapar. Burada Başka’ya ayna rolü verilir. Başka Bir’in kendini tanımlayacağı yerden sadece gördüğü yere indirgenir. Ve buradan doğacak şey de “başarı depresyonu”dur. Justine böyle bir depresif öznedir. Bütün bu ilişkiler ağının altında ezilir. Kendi kendisinin girişimcisi, motive edicisi, kendinin sömürücüsü olduğundan öfkesini yöneltecek bir yabancı güç bulunmaz bu toplumda, o da bütün saldırısını ve öfkesini kendine yöneltir, bu Justine'i aktivist değil depresif yapar. Justine kıyamet deneyimi ile Başka’ya yönelir, gölgesinin peşinden koşmayı bırakıp içinden çıkar.

'BİLİMİN ÖTESİNDE BAŞKA BİR GERÇEK'

Melancholia’daki toplum tam anlamıyla pozitiflik toplumudur. Her şey net ve kesindir, Trier buna olan tepkisini, bilimin ötesinde başka bir gerçeğin olduğunu golf sahasındaki on dokuzuncu delikle ifade eder. Bu pozitiflik toplumunun ötesindeki gerçek, negatifliğin ve sezginin var olduğunun gerçeğidir. Özneyi kendi narsistliğinden kurtaracak olan şey negatifle temasıdır, felaket, hastalık, savaş ve ölüm gibi olumsuzluklar özneyi Başka’nın kucağına atar ve böylece Bir, gölgesinden ayrılıp yeniden canlı yapısına kavuşur. Melancholia gezegenin Aynılık cehennemine girmesiyle Justine yeniden canlanır, aşığıyla birleşmeyi bekleyen Eros’la dolu bedenin yaklaşan gezegenin ışıktan fıskiyesi altında şehvetle titrediğini görürüz. Yıkıcı olanın aynı zamanda inşa edici olmasının paradoksal tarafının saklandığı yerdir Eros. Chul Han’ın Eros kavramını kullanma biçimi Bataille’ninkine benzer. “İç deney” başkasıyla münasebettir ve onun zamanı “şimdi”dedir. Üretim ilişkileriyle belirlenmiş zaman ise geleceğe odaklı bir akış içinde olduğundan Eros kısıtlı ekonomi yönelimli olan bu akışı kesintiye uğratır ve “genel ekonomi”ye dönüş için özneyi zorlar ve özne yaşamı negatifliği içinde kabul eder. Eros’un talebidir bu. Neoliberal toplum Eros’un sürgün edilmesi, dışa itilmesiyle başlar fakat onunla beraber yaşam da sürgün edilir, artık yaşam olmayan bir yaşamı daha fazla yaşam sanarak yaşar insanlar, yaşadıkları ölemeyen, doğal döngüsünden koparılmış, solüsyonda bekletilen bir yaşamdır, öyle ya ölmek için fazlasıyla canlı olmak ve henüz taze kokmak gerekir. Elbiseler içinde ölüyüzdür artık, kokular içinde ölüyüzdür, davranışlarımız ve bakışlarımız bir ölünün davranışı ve bakışları gibi, arzuyla ya da acıyla kıvranmadığımız yataklarımız (mutlu uyu!) bir ölünün mezarı kadar hiçlik ve soğuklukla doludur, ellerimiz ve yüreğimiz bir ölünün elleri ve yüreği gibi arzusuz, hiçbir olumsuzluk taşımayan, kişisel gelişim uzmanları ve yaşam koçları hükümranlığı altında gelişen düşüncelerimiz de bir ölünün düşünceleri gibi ölüdür.

Eros'un Istırabı, Byung - Chul Han, Çevirmen: Şeyda Öztürk, Metis Yayıncılık, 2019.

ÖZSÖMÜRÜ

Chul Han, baskılayıcı, sınırlayıcı toplumun artık bir başarı toplumuna dönüştüğünü iddia ederek –ebilir/-abilir yardımcı filinin egemenliği altında olduğuna dikkat çeker. Üretkenlik artırılması için zekice bir manevradır bu. Artık yasaklar ve zorlamalara dayanan bir üretim ekonomisinin yerine inisiyatif alma, motivasyon çağrısı ve daha iyi performans gösterme özneleri ile ikame edilmiş bir ekonomi yürürlüğe konulmuştur. Chul’un iktidar analizi bu bakımdan günceldir, onda ne proleterya ne burjuvazi ne de bunların diyalektiğinden doğan bir çelişki ve devrim vardır. Özneler kendi kendinin girişimcisi olduğundan kendi üretim araçlarına da sahiptir, böylelikle Chul Han bir özsömürü kavramı ileri sürer, özne kendi kendinin sömürücüsüdür. Sömürü ilişkisini sosyalist tanımlamanın ötesine götürür. Sömürülen aynı zamanda sömürendir. Diyalektikten koparılmış bir sömürü ilişkisidir söz konusu olan. Dolayısıyla devrim tarihi kapanmış gibidir burada, çünkü “kişinin kendi kendisine karşı koyması mümkün değildir.” Performans öznesinin kendi kendini sömürme ilişkisinde bir özgürlük yanılsaması hâkimdir, özne tam bir özgürlük duygusu içinde edimini sürdürür ve üretir, gene burada disiplin toplumundaki egemenlik anlayışından farklı bir tahakküm ilişkisi olduğu göze çarpar: Artık kırbaçlayan gözetmenler yoktur, kırbaç öznenin elindedir ve amansızca kendi sırtında şaklatmaktadır. Sonuç olarak başarısız öznelerin başarısızlığı ise sistemin suçu değildir, çünkü sistem “yapabilirsin” sloganıyla işler. Özne artık başarısızlığı bir yafta gibi boynunda taşıyacaktır. Chul Han, neoliberal toplumu kefareti ortadan kaldırıp bireyi sürekli borçlandırarak kendini var edebilen bir sistem olarak tanımlar. Dinlerin tebaasıyla ilişkisi borç ve kefaret yoluyladır. Borç, günah; kefaretse günaha karşı ödenen manevi bedeldir. Bireyin günahı ne kadar büyük olursa olsun geçici varlığı ortadan kalkıncaya dek arınmak için Tanrı tarafından sonsuz şans verilir, varlık şansın garantisidir. Kapitalizm ise bu ilişkiyi ortadan kaldırarak kişiyi sadece suç anlamında borçlandırır. Kefaretin ve arınmanın olmaması özneyi sonsuz bir depresyonun içinde bekletir, ve tükenişini alaycı bakışlarla izler. Öyle ki bu, putların önünden sessizce, yüzünü yere eğerek geçen günümüz İbrahim’inin ateşe atılmasından duyduğu kendince de onaylanmış bir suçluluktur.

Chul Han’ın Başka'sı, Bataille’nin ve Levinas’ın Başka’sının günümüzdeki taşıyıcısıdır, bir Başka’nın olmasının koşulu ona sahip olamamakla, onun bilgisine ulaşamamakla belirlenmiştir. Bu belirlenim Chul Han’ı başarı toplumunun mottosu olan “becerebilirsin”in mutlaklaştırılmasıyla Başka’yla ilişkinin artık mümkün olmayacağı ve bu mottonun Başka'yı ortadan kaldıracağı düşüncesine götürür.

Pozitiflik ekonomisi aşkı da ritüellerinden, negatifliğinden kopararak pozitifleştirir. Aşkın bir anlatı, bir drama, bir öykü ve hakikat üretimi olarak değil cinselliğe indirgenerek uyarımlar yaratan, yayan pozitif duygulanımlardır. Chul Han burada da negatifliğin dışa atılmasına bağlı olarak sorunlu bir ilişki tarzı saptar. “Seks başarmaktır, ve seksilik çoğaltılması gereken sermayedir.” Kişi burada da performans öznesi gibi davranır, kara sevdanın, aşka düşmenin melankolikliğini, acıyı reddeder, bütün bu negatifliğin reddedilmesi içinde Başka’nın metalaştırılma süreci başlar. Beden neon ışıkları altında sergilenir. Aradaki mesafe de pozitiflik toplumunda ortadan kalktığından bedenlere çabucak sahip olunur ama hitap edilecek Başka artık parçalanmıştır. Bir nesneye yaklaşılır gibi yaklaşılır ona, hoyratça. “Aşk bir imkan değildir, bizim inisiyatifimize bağlı değildir, bir temeli yoktur, bize aniden gelir, ve bizi incitir” der Levinas, toplumumuzda aşk incitmez, fazlasıyla zararsızdır, evcilleştirilmiştir ve “aşka geçit yoktur.” Başarı toplumunun sorunsuz işleyebilmesi ve verimli olabilmesi için “hayati” önem arz eder. Aile danışmanları, kişisel gelişim uzmanları, pedagoglar, yaşam koçları, sağlık programları vb.’den oluşan dev bir ordu bu iş için oluşturulmuştur. Burada hiçbir şeye yer yoktur. İçimdeki Eros haykırır: Ben hiçbir şey değilim, başarmayı reddediyorum, bir şey olmanın ayartıcılığına hiç olmakla cevap veriyorum, şeylere ulaşmanın imkânsız olduğunu biliyorum, sahip olmanın, elde etmenin negatifliği içinde benim olanın benim olmadığını kabul ediyorum. Hiçbir şey olmayarak yaşamı kabul ediyorum. Dünyanızda bana dair bir şey yok. Ama dünyada bana dair birçok şey bulabilirim, hazzı ve acıyı, baştan çıkarma ve reddedilmeyi, yükseklerde gezme ve dibe batışı sizin dünyanızın dışında olan o dünyada yüzüm kızarmadan yaşayabilirim, o dünyanın beni bağrına basacağını biliyorum.