Costa Gavras ve politik gerilim sineması

Dr. İpek Elif Atayman’ın "Costa Gavras ve Politik Gerilim Sineması" kitabı Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Atayman, kitapta Gavras sinemasını tüm bağlamlarıyla masaya yatırmaya çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

60’lar, dünya için değişim, dönüşüm ve devrim yıllarıdır. Bir ortamın, ufak ufak yanan ateşlerin bir araya gelmesiyle tamamen aydınlanması gibi, yerküre de birbirinden bağımsız coğrafyalarda yanıveren özgürlük meşalelerinden ötürü apaklanır. Che Guevara yüreğini Bolivya Dağları’na asar, Amerika’da çiçek çocuklar ortaya çıkar, Paris’te 68 Mayısı’nda başlayan isyan, tüm Avrupa’yı çepeçevre sarıverir. Vietnam’da ABD emperyalizmi nallanıp yollanırken, Latin Amerika’nın hemen her ülkesinde cesur yürekli asi gençler peyda olur. Bu on yıl, yeni umutlara, başka bir dünyaya gebedir. Fakat o tarihlerde değişen, sadece siyaset değildir.

Sinema, varoluşu itibariyle siyasetle ilgilidir. Gerek içeriği, gerek koşullanışı ve biçimi, gerekse de üretim koşulları siyasetle paralel ilerler. Ekim Devrimi ile birlikte toplumcu gerçekçi sinemanın, II. Dünya Savaşı sonrası harap olmuş Avrupa’nın mağlup İtalyası’nda yeni gerçekçilik akımının ortaya çıkması rastlantısal değildir. Sinema, toplumsal olay ve olguların içinden çıkar, etkilenir ve bir söz söyleme mecrası olarak belirir. Nasıl ki meydanda, mecliste ya da dağlarda yaşama dair "iki çift laf ediliyorsa", perde de bir söz alanıdır ve sinemacılar bu haklarından imtina etmez.

POLİTİK SİNEMA

Özellikle 60’lı yıllara, politik filmler damgasını vurur: Godard peş peşe filmler çeker. Elio Petri, Carlos Saura gibi yönetmenler bu dönemlerde üretim yapar ve hayata dair özellikle politik bağlamda söz söyler. Sadece Avrupa değil, Latin Amerika’da da "kameralar kayıttadır." Fernando Solanas ve Octavio Getino’nun kaleme aldığı Üçüncü Bir Sinemaya Dair isimli manifesto bu tarihlerde yayımlanır. İkilinin yönetmenliğini yaptığı Kızgın Fırınların Saati, büyük gürültü koparır. Asıl olarak bu manifestonun önerdiği, içerikle birlikte, biçimde de devrimci olmaktır. Her ne kadar, o tarihlerde, bu manifestodan haberleri olmasa da, Osman Sembene, Miguel Littin, Jorge Sanjines ve Yılmaz Güney gibi yönetmenler bu akımın kapsamı içerisinde değerlendirilecek filmler yapar. Politik sinema olgusu, başka bir boyut kazanır. Başta Godard olmak üzere, politik sinemada biçim arayışları ayyuka çıkar, tartışmalara konu olur.

Aynı dönemde bir yönetmen daha film yapmaya başlar: Costa Gavras. İçerikte yine politik olay ve olgular odakta olur fakat –bu kez- biçim öncelikli değildir. Biçimsel olarak, daha çok ana akım sinemanın sıklıkla kullandığı gerilim janrı tercih edilir. Gavras, hikâyeyi yapısal olarak bir polisiye olay örgüsü üzerine kurarak –politik- gerilim sineması inşa eder. Metodik bağlamda, seyircinin alışık olduğunu bu türü kullanır. Seyirci, olay çözüme kavuşana değin gerim gerim gerilir. Tıpkı Hollywood kara filmlerinde de görülecek cinsten bir biçimdir bu. Gavras, bunu yaparken, ana akım içinde değerlendirip, televizyon satışı yapma ya da çok salonda vizyona girme gibi bir sonucu hedeflemez. Seyircinin, hisleriyle ilgilenir daha çok. Hikâyesi, bu türde anlatmanın gayretine düşer. 60’lı yılların sonundan itibaren hedeflediği, seyirciye bu biçimsel tercihle politik film izletme gayesidir.

Costa Gavras ve Politik Gerilim Sineması, İpek Elif Atayman, 96 syf., Ayrıntı Yayınları, 2019.

Ayrıntı Yayınları’ndan Costa Gavras ve Politik Gerilim Sineması ismiyle çıkan, Dr. İpek Elif Atayman’ın kaleme aldığı kitap, Gavras sinemasını tüm bağlamlarıyla masaya yatırmaya çalışıyor. Evvela işe, sinemadaki türsel ayrımlardan bahsederek başlıyor. Gerilim sinemasının öncesini ve Costa Gavras tarafından sahiplenilmesini inceledikten sonra, sinemanın teorik kısmına girişiyor. Geçmiş yıllarda tartışılsa da 60’lı yıllarda bir kalıba oturtulan Auteur kuramını Oscar ödülleri bağlamında (Gavras Z filmiyle bu ödülü alır) tartışan Atayman, Gavras sinemasının kimliğini yorumluyor.

Bazin ve Ayzenştayn başta olmak üzere, sinema kuramcılarının teorik çalışmalarını G. Deleuze ve W. Benjamin gibi isimlerin felsefe ve sinema hususundaki düşünceleriyle karşılaştıran Atayman, başka yönetmenlerin yaptığı politik filmleri de ideolojik bağlamda inceliyor. Ken Loach, Oliver Stone gibi yönetmenler, Gavras sinemasını değerlendirmeden önce Atayman’ın son durakları oluyor. Bu sinemacıların üretimleriyle Gavras sineması arasındaki ilişki, “politik olarak film yapmak” bağlamında odaktaki tartışmalardan birini oluşturuyor.

Son bölümde, Gavras’ın yönetmenliğini yaptığı Z/Ölümsüz, İtiraf, Sıkıyönetim, Kayıp, Amen ve Müzik Kutusu filmlerini inceleyen Atayman, Gavras sinemasını tüm boyutlarıyla değerlendirmeye başlıyor. Bu bağlamda, Gavras’ın, Horkheimer, Erich Fromm ve Adorno’nun çalışmalarıyla şekillenen otoriteryen kişilik kavramını birden çok kere ele aldığını söylüyor. Bu sendromda, “…hoşgörüsüzlük, otoriteye boyun eğme, milliyetçilik, kurallara körü körüne boğun eğme, dogmatikçilik, sevgi yerine kuvvet ilişkilerine değer verme, muhafazakârlık, gericilik, ayrımcı önyargı ve etno-sentrizm (belli bir etniğin üstünlüğü anlayışına bağlılık) gibi özellikler, dinamik bir organizasyon içinde birleşirler.” (Adorno, 2010: 48) Gavras, bu kişilik biçimini, filmlerinde anti-kahramanlar üzerinden inşa eder. Hiç kuşku yok ki bu hususun, gerilim matematiğini diri tuttuğundan söz edebiliriz. Bu karakter biçiminin varlığı, seyircinin özdeşlik kurduğu “erdemli kişiyle” alışverişi kolaylaştırır. Ancak Gavras, Atayman’ın deyimiyle, “Aristotelesçi anlatım kurallarının en belirleyici olanına, sonunda seyirciyi rahatlatma şartına sırt çevirerek –kendi iddiasına göre- eleştirel, düşündürücü, gerçekçi bir politik gerilim sineması olma hakkına el koyabilmiştir.”

POLİTİK BİLİNÇ

Atayman, Gavras’ın –politik gerilim- sinemasıyla ilgili bir başka düşüncesi ise seyircinin az da olsa sinemaya bir politik bilinçle gelmesi arzusunda olduğudur. Ona göre, özellikle faşizmi, askeri darbeleri ve siyasal zorbalıkları bir ülke adı belirtmeden yapan Gavras’ın filmleri için seyircinin siyasetle ilişkisi olması elzemdir. Şili darbesini iyi kötü bilmeyen seyirciye kapalı gibidir bu sinema… Bu yolla hafızayı diri tutmaya çabalayan, bir direniş ve başkaldırı temsili olmaya yarayan Gavras sineması, politik önceliği odağına alır. Atayman, Gavras sinemasının bu devrimci özelliğini şu sözlerle aktarır: Hala yazılan, çizilen, birkaç bin satan gazeteler, bu külün altındaki ateşin sönmemesi için ciğerlerindeki havayı sonuna kadar üfleyip durmuyor mu? Bir gün tutuşacağını bildiği ateşi. Alevleneceğini bildiği.