Şengül Can: Kendimce büyüleri bozmaya çalıştım

Yazar Şengül Can, Can Yayınları’ndan çıkan ikinci öykü kitabı “Devamsız”ı anlatıyor. “İnsanı her yerde anlamaya ve gözlemlemeye çalışıyorum,” diyen Can, “Devamsız”ı yazarken olaydan ziyade dil ve karakterlerin belirleyici olduğunu söylüyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şengül Can’ın ikinci öykü kitabı Devamsız, Can Yayınları’ndan çıktı. İlk kitabı Sarkaç ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne layık bulunan Can, Devamsız'da iç dünyalara, zihinlerin dehlizlerine gözünü dikiyor ve tıpkı ilk kitabındaki gibi okurunun gerçeklik duygusuyla oynuyor. Taşradan şehre uzanan bir düzlemde mekana ve kültüre rağmen karakterlerinin arasında ayrım yapmadan insanın özüne odaklanan Can, her birinin zihnindeki dehlizlere doğru birer tünel açıyor. Bu tünellerin haritası, Can’ın öykülerinin omurgasını oluşturuyor. Can’ın öyküleri olaylardan beslenmiyor, karakterlerle gövde buluyor.

Şengül Can

Şengül Can’ın öykülerinde dikkat çeken en karakteristik özellik ise dilindeki şiirsellik. Dilinin ritmini bu yakınlıktan alan Can, belki de bunu anlatısında olaylara odaklanmamasına borçlu. Cümleleri de tıpkı düşüncelerimiz gibi ritmik ve kendi içinde kontrolsüz bir uyum takip ederek akıyor. Can’ın öykülerinde huzursuz, yerini sevmemiş çiçekler gibi hayata tutunan ama rengi solmuş kişiler çıkıyor karşımıza. Bu yüzden, kitaba adını veren ve aslında köken olarak Anadolu ağzına dayanan Devamsız ifadesi bu karakterler için biçilmiş bir tarife dönüşüyor.

Şengül Can, uzun bir aradan sonra okurla buluşan ikinci kitabı Devamsız'ı ve huzursuzluktan mayalanan karakterlerini anlattı.

Kitabın ilk öykülerinden biri olan "Ağabeyim bir fesleğen mi?" de Didem Madak alıntınız dikkat çekiyor. Madak, kişisel dünyanızda ve edebiyatınızda nasıl bir yer tutuyor?

Aslında şiir severim. Didem Madak sevgim şiir sevgimin üzerinde bir yerde sanırım. Dönüp okurum kitaplarını. Öyküde iki taraf var anne ve baba her şeyden habersiz, televizyonun başında ya da evde yaşayan insanlar. Bu anne baba ne kızını anlıyor, ne onun duyarlılıklarını, ne de fikirlerini. Yasını bile anlamıyor. Kız ölen arkadaşları için yas tutuyor. Diğer yanda muhalif bir ağabey var. Ama kız orada da yer bulamıyor kendine. Ataerkillik orada da güçlü. Tabii bu arada delirme aşamasına geliyor kız. Belki de bir tür tutunma hali. Bir anlık ya da bir günlük delilik değil. Var oluşa yayılan bir durum. Didem Madak şiirlerinde ben bu delilik halini çok hissederim.

Dilinizde ve biçiminizde yer yer şiir çağrışımları yakalanıyor. Öykü ve şiir arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

Aslında türler arasında ayrım yapmıyorum. Öykülerimde de genelde “şiirsel bir dil” olduğu söyleniyor. Ama dilim ile ilgili illa bir tanımlama yapacaksam “öyküsel bir dille” yazıyorum diyebilirim. Çünkü ben böyle bir öykü dilinden devam etmek istiyorum. Kendi öykü dilimden. Şiiri seviyorum evet. Şiiri düşünme hali dili özgürleştiriyor, yaratıcı ve alan açan bir hal. Bu gelenek bizde var, 50 Kuşağı fazlasıyla yaptı.

'DEVAMSIZ'DA ÖYKÜ KİŞİLERİ ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜ'

Öykülerinizde somut anlatımlardan ziyade karakterlerinizin zihinlerindeki yolculuk baskın olarak hissediliyor. Sanki öyküleri somut bir olayı anlatmak için değil de karakterlerinizin zihin okumaları için bir vesileye dönüştürüyorsunuz gibi. Sizin öykülerinizi karakterleriniz mi yaratıyor, olaylar mı?

Öykülerde karakterler belirleyici durumda. Özellikle ilk kitabımda öykü kişileri vardı. Ama Devamsız’da bu kişiler daha ete kemiğe büründü, daha çok zaman geçirip daha çok tanıdığım, sevdiğim/sevmediğim, karşılaştığım, yüzleştiğim karakterler gibi ortaya çıktılar. Tabii ki bunları özellikle yapmadım ama yazarken olaydan ziyade dil ve karakterler daha belirleyici oldu.

Devamsız, Şengül Can, 120 syf., Can Yayınları, 2019.

Devamsız Anadolu ağzından bir ifade ve aslında kitapta ara ara taşra anlatılarına da değiniyorsunuz. Aynı anda şehir hengamesi de bireyin yalnızlığı da kendine yer bulabiliyor. Mekan ve kültür fark etmeksizin varoluşa odaklandığınızı söyleyebilir miyiz?

Evet, insanı her yerde anlamaya ve gözlemlemeye çalışıyorum. Bu anlamda gecekondular da var, köyler de, kentler de. Ama mekâna nostaljik bakmamaya çalıştım. Büyüleri bozmaya çalıştım kendimce. Bu nedenle ‘Masal Bitti’ öykümdeki anlatıcı çocuk gecekondudan taşınınca üzülmüyor. Babasını aldatan annesinin bu davranışının üstü örtülüyor, babasıyla birlikte ataerkilliği devam ettiren babaanne de deliriyor. Gecekondudan taşınmak, bütün bu olayların üzerine sünger çekilmesi anlamına geliyor. Aynı şey köyde geçen ‘İklimler’ öyküsü için de geçerli. Sürekli marketten alışveriş yapıp, internete çokça zaman geçiren köylü bir çocuk var. Öyküde köy arka planını böyle kurdum. Ama bu durumu eleştirmek için yapmadım. Şu an köylerde durum böyle olduğu için yazdım. Mekân, beden ve yazı pratikleri üzerine de düşündüm. Yazan-özne olarak hem kadın olmak hem de var olmak ile ilgili derdimi mevcut dil ve yazı pratiklerini kırmaya çalışarak ifade etmeye çalıştım.

Sarkaç'tan sonra oyun yazarlığı yaptığınızı biliyorum. Bu gelişme, Sarkaç'la Devamsız arasında karakterleri işleme biçiminizde bir fark yarattı mı sizce?

Aslında Devamsız’ın çıkış tarihi böyle bir etki gösteriyor. Ama durum şöyle. Sarkaç 2013 senesinde çıktı. 2017’de Devamsız dosyamı tamamladım. 2018’de Galata Perform’un Yeni Metin Yeni Tiyatro Atölyesine kayıt oldum ve oyun yazmaya başladım. "Bir Evi En çok Ne Zaman Terk Edersin?" ilk oyunumdu, okuma tiyatrosu olarak sahnelendi. 2019’da dosyayla aynı isimde kitabım Devamsız çıktı. Yani Devamsız’ın çıkış süreci biraz uzundu. Adıyla müsemma. Ama bütün okumalar birbirini besliyor. Tiyatro farklı bir dünya. Çok dinamik. Diyalog yazmak çok keyifli, müthiş gözlem gerektiriyor. Bu durum ilk kitabımdan bu yana metin üzerine düşünmek ve farklı yazma deneyimleri kurgulamakla ilgili sanırım.

Kitabı bitirdiğimde aklımda erkek karakterlerden çok kadın karakterlerin kaldığını fark ettim. Kadın karakterlerinizin bu baskınlığını siz yazarken fark ettiniz mi?

Her şeyin anlatılabileceğini düşünüyorum. Ama kadınlık halleri, onların hikâyeleri de bir kadın olarak benim daha fazla dikkatimi çekiyor olabilir. Bu belki de ruhsal durumla da ilgili. Bir karakterin dünyasına girip ona sorular soramayacaksam, sorduğum soruları kendimce cevaplayamayacaksam o karakter bir derinlik kazanmaz. Bu derinlik ânları kadınlara ve normun dışındaki erkeklere dair oldu genelde tabii, hayvanlar ve bitkiler de var. Şu an yazdıklarımda onlara daha çok yer veriyorum. İnsan merkezli olmayan öyküler yazmayı deniyorum.