C. Hakkı Zariç'ten 'İhtar'

C. Hakkı Zariç'in kaleminden "İhtar" okurla buluştu. "İhtar"da yaşanılan vahşetleri, barbarlığı dizeleriyle tarihe not düşen Zariç susmuyor, şiirin sarsıcı, direnişçi öngörüsüyle dizelerinde işliyor.

Google Haberlere Abone ol

Çayan Okuduci

Hakkı Zariç’in ilk kitabı, Ağzımın Yanmışlığı (1999), Keşke Hiç (2001), Şairlere Mektuplar, Senli (2006), Sıfır (2014), Utanç ve Onur (ortak Kitap-2015), Toz Kadınları (2015), Zona (2017) ve son olarak İhtar okurlarıyla buluştu. 2000 kuşağındaki şairler arasında olan şairin son kitabı İhtar’dan konuşalım. İhtar: uyarıyor, hatırlatıyor, dikkat çekiyor. İhtar, devlet/lerin vahşetini teşhir ediyor, sistemi uyarıyor; aşka, sevgiye, yoldaşlığa ve vefaya dikkat çekiyor.

Poetik olarak Zariç’in şiiri içe dönük ve sürekli içe doğru akan bir şiirdir. Serttir, akmaz; duraklatır, düşündürür ve düşürür. Zariç’in son kitabı olan İhtar’dan seçtiğim şiirleri çevirirken, birçok defa duraksayıp çevirip çevirmemek arasında gidip geldim. Fakat çevirdiğim şiirlerde ve diğer şiirlerinde net olarak gördüğüm ve okuduğum, anlamlandırdığım şeyin, Zariç şiirinde anlamın ön planda olduğudur. Sesin arka planda devindiği ritimle duraksatılan; bu duraksatmalarla da dizelerin, söz öbeklerinin anlamsalı vermeye çalıştığı ve bunu iletirken başarılı bir biçimde yaptığını okuyoruz. İhtar’ın kapağını açınca nereye varacağınızı nelerle yüzleşeceğinizi kestiremiyorsunuz! –bu okuyucuda merak ve ilgi uyandırıyor-

Şiir anlam ve ses deryası değil midir? Bazen lirik dizelerin sizi unuttuğunuz çocukluk bahçelerinize, sokağınıza götürmesi, bazen de toplumsal olayların yarattığı travmaların içinde debelenip kendinizle yüzleşmenize önayak olan şiirler; içe dönerek, içine alarak okunan şiirler. Uzun dizeler yazmak her şairin harcı değildir, uzun dizeleri nakşetmek meseledir. İşin ucunu kaçırmamak için ince bir işçilik ister. Uzun dizelerin kurtarıcısı ise arkadan gelen müzik ve sestir. Fakat Zariç, İhtar’daki uzun dizelerini anlamsal olana bağlar ve bu bağlamı da saklı bir ritimle inşa eder. Uzun dizeler veyahut uzun şiirler pazar yerleri gibi dağınık ve savruk olma riskini taşır. Uzun şiirleri okuduğumuzda dağınıklığı ve anlamsızlığı, birbirinden bağımsız çarpıt çurpuk üst üste yığılmış söz öbekleriyle karşılaşırız genellikle. Bir kadının babasına yazdığı çok uzun bir şiirini okuduğumu hatırlıyorum. Bu uzun şiirde kadın bir yerden girip başka bir nereden çıkıyor, gökyüzünden yerin altına iniyor, okyanusta yüzüp akarsuların kenarında gezintiye çıkıyordu ve en son postalların önünde duruyordu. Bu örneğin nedeni uzun şiirin ne kadar riskli olduğudur. Şairin, dizelerinde hemen hemen hiç boşluk yoktur, diyebiliriz, bu boşluğun olmamasından öykünmeci şiir yazdığı çıkarılmamalıdır. Anlamsal bütünlüğü olan işlemek istediği konunun veya temanın bağlamından kopmadan şiirsellikle büyür şiirler. Kavramsal olmayan şiir her dem insanın yüreğine dokunan şiirler olmuştur, kavram/lar yoktur şairin şiirlerinde; sembollerle güçlenen ve derinleşen şiirler okuyoruz, en can yakan ve artık bir dönemin sembolü olan “bodrum”ları da işliyor cesurca. Apartman bodrumlarında yakılan canların şairde uyandırdığı içsel ve sorgulayıcı göndermeler. Emek kültüründen gelen, yoldaşlığın ve dirençten nasiplenmiş olan ve yüreğinde kuyular kazıyan Zariç; yaşanılan vahşetleri, barbarlığı dizeleriyle tarihe not düşmüş İhtar’da. Toplumsal olanı işlemek de uzun şiirler yaratmak gibi çok risklidir, göze sokmadan, slogana ve güncele oynamadan tarihe ve gelecek olanlara hatırlatma, kalanlara unutturmamak için sanat eserleri başat rol oynar. Ahmed Arif’in Otuzüç Kurşun’u, Picasso’nun Guernica’sı; şairin dizeleriyle masum otuz üç Kürt’ün kurşuna dizilişini anlatan, gelecek olan kuşaklara da eser bırakan şair, sorumluluğunu yerine getirerek unutulmamasını sağladı eseriyle. Şair olmak acıyı, aşkı, vahşeti, sancıyı, çıkmazları, hasreti anlatmak değil midir? Şair, gelecek olan nesillere yaşanılanları ulaştırmak sorumluluğudur biraz da. Picasso’un Guernica tablosu da budur.

İhtar, C. Hakkı Zariç, 64 syf., Manos Yayınları, 2019.

Zariç’in dizelerine kulak verelim “İtiraf ediyorum işte harflerin inşasında başlıyorum söze üstelik/çökmüş kentler biriktiriyoruz, Kürtler toz/ gözlerinde balkonsuz mavilikler” okuduğunuz dizeler Müzevir şiirinden. Başka bir şiirin dizelerine şimdi kulak verelim “Cizre’de yaşamak ve ölmek için bodrum katları/hangi çocuğa sorsan minarenin rengi kırmız Sur’da” okuduğunuz dizelerde Kar Beyaz şiirindendi. Yine aynı şiirden “Ensemizde devletin saydam tetik parmağı” ve “Cezaevinde musalla taşına kadar şiir.” Baskılarla, öldürmelerle, tehditlerle, kelepçelerle terbiye edilmeye ve sessizleştirilmeye çalışılan bir dönemden geçiyoruz ve bunu iliklerimize kadar yaşıyoruz, eleştirinin ve sormanın sonucu ise hazırlanan polis fezlekeleri oluyor, bu katliam dolu günlerden geçerken susmak şaire yakışmaz. Zariç, susmuyor ve şiirin sarsıcı, direnişçi öngörüsüyle bunu dizelerinde cesurca işliyor. Şiir, gittiği yeri altüst eder, dağıtır, baskı altına alınamayan hür bir güvercindir, özgürlüğe sevdalıdır. Ne iktidara ne de otoritelere eyvallahı olmadı, olmayacak. Ondandır ki şiir sürekli bilinçli olarak içi boşaltılmaya ve ayaklar altına alınmaya çalışılır, düzenin bir parçası haline getirilmeye gayret edilir. Böylesi ağır koşullar altından geçen şiir, yine de teslim olmayı reddederek yoluna devam ediyor; işte böyle zor zamanlarda şiir yine silkelenip başkaldırıyor ve bunu İhtar’da görüyoruz “adresleri yok polislerin. Devlet her soruda biraz mecalsiz/kaç yanlış bir şiir eder, bunu hesap etti kentli şairler/babaları önceden avukat”.

Zariç’in dizeleri durdurur, düşündürür. İhtar’ın başat imgelerine gelince: çocuk, devlet, tenha, yalnızlık, susmak, ayna, çeşme, sabah, bahçe imgeleriyle şiirini katman katman var ediyor. Devletle olan münasebetini açıkça dile getiren ve o sistemi şiirlerinde sorgulayan şairin toplumsal varoluşu göstergebilimi kent ve devletin arasına sıkışan bireyin sancıları, çıkmazları, çözümsüzlüğü üzerinden ve bu bağlamda toplumsal olana vararak, şiirini büyütür. Uzun uzun akan ırmaklar gibi dingin, sesi net olan şiirlerdir. Soyutluk dünyasıyla sıkı bir ilişkisi olan ve sürekli soyutluk üzerinden somuta bağlananla bir alış verişi içinde. Yani soyutun içinde demlenen şiirlerin gerçekle olan ilişkisi. Felsefi çağrışımlarla anlamları belirgin kılar. Dönemsel facialar, yıkıntılar, katliamlar, ölümler zamansal bir uzamla açılır şiirlerde. Anlamı belirgin kılan da budur şairin şiirlerinde. Nesnelerle olan bağları güçlüdür ve soyut bir yolculuğun somut bileti elindedir şairin. Yolculukları soyuttur, bir tren yolculuğunda koltuğa yaslanır ve okuru yanına almasını da bilir, bu düşsel olanın somutla olan ilişkisinin en güzel örneğidir. Kaotik hareketler içinde izler taşır okura, dank ettirir, içe dönmesini sağlar.

Zariç’in geçmişe dönüşlerinde ikilik yapının olduğunu; hem bireyi merkez alan hem de topluma unutturulmak istenilen, üstü örtülemeye çalışılan olayları şiirle nakleder okuyucuya. Eskiye, bireysele dönüşleri de kendi içine dönerek başlar; özlemi içselleştirip kendi içinde lirik bir söylemle okurla konuşuyor, meramını anlatıyor. Özellikle İhtar’ın "soruyorum sezdirmeden elbette!" bölümündeki şiirler hasretin, özlemin, aşkın ve uzaktakine olana selamı ve hasreti gibidir. Bu bölümde akar dizeler, gürül gürül akar, duyguyu kendi poetikasından süzüp, çiğ de bırakmadan dizelerdeki çağrışımlarla yolu işaret eder, demlendirip sabırla inşa ettiği dizeler de söylediklerime kanıttır. Süt ve Katran şiirinin şu dizelerini okuyalım “Elimi tut. İstasyonlara hayret eden çocuklar koşsun yüzümde. Toprak/ annemizin saçlarından dökülen şelale kucaklaşmak için./kuşların pasaportu yok” hasreti, özgürlüğü ve pasaporta olan öfkeyi kuşu imleyerek dile getirilen dizeler. İç sayıklamalarla aşkı arar, kelimelerin çağrışımını kuyulardan çıkarmaya çalışır, hisseder, sesle sorgular yüreğini ve sentaksı şiirin içeriği haline getirir. Birbirine uzak olamayan şiir alanlarıyla oluşan İhtar’ın soluğu uzun ve sancılıdır.

Neruda’nın postacısını sözleriyle söylersek şiir yazanın değil ona ihtiyacı olanındır, evet şiir ihtiyacı olanındır. Zariç şiirlerinde: Taybet ana’yı Ali İsmail Korkmaz’ı Uğur Kaymaz’ı Cizre’yi Sur’u tarumar olan Kürt şehirlerini, Kürtçe konuştukları için öldürülen insanları, öldürülen kadınları ve aşkı gördüm. Neredeyse yaran şiir oradadır.