Faulkner'ın gözünden insanın yok edici 'kabiliyeti'

Eserlerinde Amerikan toplumunun geçirdiği değişim ve dönüşümleri, özellikle insanın doğayla olan sorunlu ilişkisini kurgusal bir yolla okura anlatan William Faulkner, Ayı ismini verdiği novellasında doğanın üreticiliğini, insanın yok ediciliğini sarsıcı bir dille aktarır. Faulkner'ın gözünden bir 'orman' hikayesi...

Google Haberlere Abone ol

İnsan, doğayla olan ilişkisini, mağara duvarlara ilk resimlerini çizdiği zamandan bu yana, sanatına yansıtmaktadır. Heykel, grafik, edebiyat, tiyatro, sinema ve müzik, insanın doğayla olan kavgasını, onu işgal ve imha girişimini bir öyküsel düzlemde anlatma çabasının yolları olarak somut birer nesneye dönüşüp, temsil biçiminde alıcının gözleri önüne serilir. Özellikle kapitalizmin serpilip gelişmesi, talan, rant ve sömürü siyasetinin kentlerden kırlara doğru yol alışıyla doğa ve insan ilişkisi, edebiyatta daha da görünür hale gelmiştir.

Eserlerinde Amerikan toplumunun geçirdiği değişim ve dönüşümleri, özellikle insanın doğayla olan sorunlu ilişkisini kurgusal bir yolla okura anlatan William Faulkner, Ayı ismini verdiği novellasında doğanın üreticiliğini – insanın yok ediciliğini sarsıcı bir dille aktarır.

Hikâye, Faulkner’in geçmiş yıllarda başka eserlerinde de yer verdiği Yoknapatawpha isimli hayali bir bölgede geçer. Tamamı hayali olarak sunulması da Mississippi’de bulunan yerel bir yöre olarak tarif edilen bu bölgenin konu edildiği hikâye, bir insan (Isaac McCaslin) ya da bir ayıdan (Koca Ben) ziyade bir toprak parçasının öyküsünü konu alır. İnsanın gücünü, sömürü ve yok edici “kabiliyeti”ni arttırmasıyla elden ele geçen ve cümle canlının yavaşça ortadan kaldırılacağını anladığımız bir ormanın hikâyesi… Faulkner önce Kızılderililerin imhasını, sonra da o toprakta binyıllardır hüküm süren hayvan ve bitkinlerin, “yeni Amerikalılar” tarafından ortadan kaldırılmasını kapitalizm ekseninde ele alarak eleştirisini ortaya koyar.

Ayı, William Faulkner, çeviri ve önsöz: Murat Belge, 146 syf., İletişim Yayınları, 2014.

Hikâye, 1870’li yıllarda geçer. Kızılderililerin katledilmesiyle birlikte “insandan arındırılan” orman, beyaz Amerikalıların avlanma bölgelerinden birine dönüşmüştür. Tüm haşmetiyle yüzyıllardır varlığını sürdüren bu bölge, “yeni”lerin av gibi bir “ritüel”i bir erkeklik geleneğinin temsili olarak kullanması yoluyla yaşamsal hale bürünür. On altı yaşındaki Isaac McCaslin –Faulkner flasbacklerle sık sık bu küçük çocuğun yaşıyla oynar ve (av) hayatının farklı evrelerini anlatır- bu ayinin en küçük katılımcısıdır. Binbaşı de Spain ve General Compson gibi hiyerarşik olarak iki güçlü figür de aynı ortamda bulunsa Isaac, Sam Fathers’in peşine takılır. Çünkü Isaac, ilk geyiğini vurduğunda, geyikten akan kanı alnının orta yerine süren Sam’dir. Sam, sanki Isaac’ı vaftiz eder gibidir. Murat Belge, Sam Fathers karakterinin ayrıca üzerinde durur. Ona göre, “Sam’in soyadının biraz alegorik olduğu söylenebilir…” Soyadı Türkçeye “Atalar” olarak çevrilebilecek olan Sam, Belge’ye göre doğanın ve ormanın tarih öncesi değerlerini üzerinde taşır. Sam, sanki bütün bir insanlığı temsil eder gibidir.

Sam’in de odağında olduğu grup, yılın belli aylarında ormana, kamp kurmaya gider ve avlanırlar. Geyik ve tavşan başta olmak üzere pek çok hayvanı avlarlar ancak asıl ilgilerini çeken, yıllardır gelip gittikleri bu bölgede görüp duydukları ve ihtişamından, kudretinden çekindikleri Koca Ben ismini verdikleri bir ayıdır. Koca Ben, bu ormanın kralıdır. Kurnaz ve etkilidir. Bütün avcılar onu avlamayı ve var oldukları grubun bütün iktidarını ele geçirmek için onu öldürmeyi planlar. Hatta Sam Fathers, Koca Ben’i haklaması için Aslan ismini verdiği bir köpek bile yetiştirir. Fakat bu köpek, Sam’in sonunu getirir. Koca Ben’le olan mücadele ise devam eder ve onda temsil edilen değerler ağaçların kesilmesi, ormanın yok edilmesi ve inşaat şirketlerinin doğayı talan edilmesiyle kıyıma uğrar. Seneler 20. yüzyıla doğru ilerlerken balta girmemiş ormanlara kapitalizm musallat olmaya başlamıştır artık.

Faulkner’in Ayı adını verdiği novellası beş bölümden oluşur. Dördüncü bölümü hariç, tamamı ormanda geçen hikâyede bir bütünlük hâkimdir. Fakat dördüncü bölüm eklektik durmaktadır. Hem yapısal hem de içerik bağlamında, Isaac’ı “ormandan ayıran” bu bölümde, daha ailevi bir tartışma sürüp gider. Yirmili yaşlarının başında olsa da hala bir ergen olan Isaac, bu bölümde ailesinin odağında olduğu miras meselesinin içine düşer. Çoğu eleştirmen için bu bölümdeki temel tartışma, Faulkner’in kendi ailesiyle girdiği hummalı sorunları masaya yatırdığı ve defalarca düşünmek zorunda kaldığı, yaşamının geri kalan yıllarını etkileyen “sıkıcı” meseleleri, kurgusal bir karakter üzerinden aktardığı bir bölümdür. Diğer bölümlere nazaran Faulkner, okurla, bu bölüm aracılığıyla direkt temasa geçmek, okurun zihnine seslenmek ister.

Oldukça uzun yazılan bu bölüm, diğer bölümlerin tamamına eşit gibidir. Ayrıca hikâyenin dilinden daha bağımsız, bilinç akışı tekniği kullanılarak kaleme alındığını görürüz. Belge’ye göre, “bu bölümün varlığı novellanın estetiğine aykırı düşmektedir.” -Dil değişirken- içerik, okuru karakteri aynı olsa da başka bir hikâyenin atmosferinin varlığına inandırmaya çalışır.

Patrice O’Donnell’in deyişiyle Faulkner’in en çok okunan kitaplarından biri olan Ayı, insanın doğayla olan imha edici ilişkisini, yazarın klasik dramaturgiyle oynayıp kronolojiyi de değiştirmesiyle bambaşka bir tarzda okura sunuluyor. Bir dönem Hollywood’ta senaryo yazarlığı da yapan Faulkner, okuru dünyanın sarsıcı gerçekliğine sürüklüyor.