Şiirde bir ‘Lupoc’ var!..

Modern Türkçe şiirde çağdaş anlatı türü olarak Attilâ İlhan’ın bazı şiirlerini polisiye olarak değerlendirmek mümkün. Erkut Tokman’ın yeni kitabı da şiirde bilimkurgu türü için örnek oluşturabilir. Hem de daha önce açılmamış ve eğer açılırsa modern Türkçe şiirde bilimkurgu türü şiirler rafında yer alacak bir örnek…

Google Haberlere Abone ol

Daha önce “Giden ve Kalan” (1999), “Bilinmezi Dolaşan Ses” (2007), “Aramızda Eski Bir Masal” (2015) ve “Şehirlerle Yanar Dünya” kitapları yayımlanan Erkut Tokman, yeni şiir kitabı “Lupoc”la bir kez daha okur karşısında.

“Lupoc” tek şiirden oluşan ve elli altı sayfalık bir kitap. Tek şiir, Roma rakamlarıyla numaralanmış altı bölümden oluşuyor.

Şiir söz konusu olunca ilk dile getirilen yenilik olur. Genellikle gözler şiirde ya da şiirlerde yenilik arar. Konuşurken şairin şiirde ne gibi yenilikler gerçekleştirmiş olduğu irdelenir. Çünkü şiir her şeyden önce yenilik demektir. Çağının dahi önünde olması beklenir şiirden. Öte yandan şiirin yeniliğinden söz edebildiğimiz gibi yeniliğin şiirinden de söz etmek gerekir.

Erkut Tokman’ın yeni kitabı “Lupoc” yeniliğin şiirinden söz etmek için önemli bir alan, dikkate değer bir imkân sunuyor. Tokman’ın “Lupoc”unun dilsel, biçimsel, biçemsel, açıdan dikkate değer olduğu gibi yeniliği sorunsallaştırması bakımından da önemli göründüğünü belirtelim.

Kitabın başında yer alan “L-u-p-o-c orda mısın” sorusu, yazılışındaki biçimsellik olmasa elbette başka türlü okunur. Öyleyse durup düşünmemiz gerekiyor. “Lupoc” sözcüğünün tirelenerek yazılması ne ifade ediyor olabilir?

Henüz kitabın başında yer alan bu dize/cümleyle şair, okuruna kitabın içinde her şeyden önce biçimsel olarak farklı bir denemeyle karşılaşılacağının işaretini veriyor. Hecelere bile değil, seslere bölünerek yazılmış bu bir tek sözcük, üstelik kitabın ilk sayfasında yer alıyorsa boşuna değildir…

Kitabın yeniliği görsel, deneysel biçimciliğinden, ütopik, fantastik, bilimkurguyu düşündürecek biçemselliğinden ya da nihilizmle fütürizm arasında sarmal oluşturan tematiğinden ibaret değil. Erkut Tokman, “Lupoc”ta aslında yeniliği, daha açık söylersek zamanın, çağın getirdiklerini ve götürdüklerini sorunsallaştırıyor. Bu sorunu içerikte olduğu kadar biçimde de yansıtmayı deniyor. İlk bölümden bir betik okuyalım:

Çoğalarak çarpan (ses)X(in) yankısı hapis benliğe

(ses)X(im), (ses)X(iz), (ses)X(biz)

(iz)/-l-e-d- /(im) sesi belki yanlış bölünmüş bir hecede

İdim bir imbiğe (yol), eyledim açığa çıkmak için

(ses)idim yankısını çağıran edim

(İz)/(in)/de( ses) oldu (iz)/(im)/( ses)(in) (yol)u/(biz) oldu

(yol)dan (yol)çıktı (yol)sun (y(ok)siz (yol)(yol)dan çıktı

Parantezler heceler birbirine girdi

(yolsuz ) (izim)( (yoksun)(öksüz)

Ünlü ünsüz uyumlu uyumsuz dilde buldu anlamını

Çağın getirdikleriyle birlikte toplumun yaşadığı dönüşümün tarihsel, kültürel boyutunun da irdelendiği bir kitap “Lupoc”. Tokman, değişimle birlikte ortaya çıkan duyguların, düşüncelerin, duyarlılığın diline şiirin aynasını tutmuş diyebiliriz. Öte yandan yoğunlaştığı değişimi irdeleme sürecinde deneyimini aktaracak dil arayışında ne bulduysa şiirinin kuruluşuna eklemlemiş. Sonuçta “Lupoc” bir anlamda kendi dilini yaratmış bir yapıt da diyebiliriz. Kitabın ikinci bölümden bir betik:

Bir gezegenin uçsuz bucaksız çölünde

Buldum onu l-u-p-o-c

Bir kalıtta kanıtlanması zor bir iz

Kumların kapattığı bir epigramın içinde saklı

Pentegram yıllar yüzyıllar binyıllar sonra

Bir yaranın kapandığı gerçeği

Bir uzay arkeoloğu

Kumla örtülen işaretleri süpüren

Genetik kodları şifreleyen bir his

Tıslaya tıslaya içimize sürünen

Yılankavi bir kıpırdanma yerin altında

Ve bir akrebin temkinli adımı aramızda

Zehirli ve gerçek ve üstü

“Lupoc” doğaçlama, dışavurumcu izlenimi de veriyor, ama nihayetinde oluşan kanaat tasarlanmış, kurulmuş, kurgulanmış, çalışılmış bir kitap olduğu yönünde. Bu açıdan bakınca, Erkut Tokman’ın kitabının, şairin çalışma sürecini anlama, yorumlama olanağı da sunduğunu söyleyelim.

Tokman, “Lupoc”ta bir yandan kaybedilmiş, ama özlemeye değer bir geçmişin peşinde; hem arıyor hem de onun yokluğuna hayıflanıyor. Bu arada kaybedilmiş geçmişin huzursuzluğuyla arzuladığı geleceğe ilişkin beklentilerini ve tasarılarını da sunuyor…

Kitabın tabii hem merak uyandıran hem de kışkırtan en önemli, hatta kurucu ve sürükleyici sözcüğü, izleğin billurlaştığı imgesi, belki öznesi demek daha doğru olur, “Lupoc”. Üçüncü bölümde “Lupoc”un ne olabileceğine ilişkin ipucu değilse de ona götürecek yolu gösteren işaretler var gibi:

I-Ş-I-K-(Ğ)-I-tuttu elinde

l-u-p-o-c

K-Ğ-K-Ğ-K-Ğ-K-Ğ-K-Ğ-K-Ğ

K ile yumuşak birleşen l-u-p-o-c

Ruhunu bir kayığa bırakmış okyanusta salınan

Açıldıkça uzak uzak baktı derin sulardan

Dilinizde değişen bir matris

Okyanusa yüzün haydi!

Boğulurken arınmayı sevdi asi dalgalar

Hüznünü tutan gizliden bir elde sakin

Ruhun kalemi, kaderin kelamı kadar ince

Bir çizgide gel-git oyunu denge

Kıyıya vuran taşlar yosunlu kumda arınma

Siz suları ne sandınız kuzum?

Kitabın sayfalarını çevirirken “Lupoc” nedir sorusu da büyüyen bir çığa dönüşmüyor değil. Şiir üretken bir metindir. Sorular üretmesi de dili, yapısı gereğidir. Şiiri okurken oluşan sorular, örneğin bir matematik sorusu olmadığı gibi yanıtlar da öyle değildir. “Lupoc”la ilgili açık olan Türkçe bir sözcük olmadığı. Ayrıca şairi dikkate alarak okursak sondaki ses yumuşayacak: “Lupok”! Burada ayrıntı gibi görülüp sözcüğün telaffuzu sırasında çıkan sesin atlanmaması gerektiğini kaydedelim. Bu sesin üst üste birkaç kez tekrarlanmasıyla oluşan çağrışımlar şiire dahil edildiğinde (boğulma sesine dikkat!) anlam yelpazesi biraz daha açılıp genişliyor.

Kitabın dördüncü bölümünde şair, “Lupoc”un peşinde genişçe bir suda (zamanda, uzayda, evrende) adeta bata çıka, bir yandan da boğuşarak, mücadele ederek, akışa karşı olmayan, ama bu akışın gerçekleşen haline direnerek sürüklenişini aktarıyor. Bu bölümün ilk betiğini okuyalım:

Bir sal vardı alışkanlıklarını yüklediği

Nehrin coşkunluğunu dizginleyen kürek

Akışa karşı mıyız l-u-p-o-c?

Denge de sürüklenir bata çıka

Akıl başka başka düşüncelere

Dalarken sal kapılıp sele denge bozulur

Denge-sel düşün-sel düş-sel

Selle bir oldu aktı denge sel düşünsel düşsel

Eylem oldu sal ve sel -sal / sel oldu – eylemsel oldu

Doldu zihne sonsuzu anıştıran bir görüntüde sel oldu

Sal oldu ve görüntüsel bir akışta ses oldu sal ve sel

Ses sel çağrışımlarla doldu sal - çağrı sal oldu

Akıp geçti sal ve sele kapılan ruh ve beden

Erkut Tokman, bağırtısı çığırtısı olmayan şiirinde, bir bakıma sesi kesilen, kekeleyen, tekleyen, tutulan dillerin temsilini de üstleniyor gibi. Öte yandan, insanın varlık ve varoluş sorununa yaklaşılırken çağın ne getirdiği ve zamanın neleri alıp götürdüğünün de kale alınmasını önerdiğini söyleyebiliriz. Aktaracağımız dizeler kitabın beşinci bölümünden:

Yüksekliktir inen – Alçaklıktır çıkan

Alçağın yüksekliği görünür

Yüksekliğin alçaklığını bilene,

Her gerçek denge yükseldikçe alçalır oysa

Yürekte gönülde merhametle,

Suların sesi huzurlu şimdi dingin aşık bir göle

Önyargıyı bölen atomu parçalayan

Maddeyi dönüştüren

Cümleleri heceleri harfleri birleştiren

Dili değiştiren tercümesine gerek kalmayan

Nefeslerimiz soludukça

Toprakların üzerinde yeşeren

LUPOC!

Lupoc, Erkut Tokman, 56 syf., Ve Yayınevi, 2019.

Tokman’ın şiirinde alt metin olarak yer verdiği sorunlardan biri de ortak dilin kullanımındaki “başıbozukluk”. Tokman, dilin mevcut ve yaygın kullanımında oluşan kaotik duruma itirazını de dile getiriyor “Lupoc”ta. Dildeki “bozulmanın” aynı zamanda bir “medeniyet kaybı” getireceğini düşünüyor gibi. Ancak dille ilgili rahatsızlığı, bir zamanlar Oktay Rifat’ın da destek verdiği “vatandaş Türkçe konuş” kampanyası boyutunda değil. Şu da var ki “dilin bozulması”, “dilde karmaşa”, “dilin düzeltilmesi” gibi söylemlerle gündeme gelen sorun bir yönüyle toplumsal, fakat çok daha fazlasıyla siyasal. Geçerken şu kadarını söyleyelim: Dilin kullanımıyla ilgili sorunlar, ancak halklar için barış, adalet ve eşitlik temelinde bir arada yaşama koşulları oluşturulduğunda en aza inebilir. Siyasal ve toplumsal çatışma, toplumsal dilin de dengesini kaçınılmaz olarak bozmakta. Ayrıca dilin varlığı, yaşayan canlı bir organizma olarak ancak kültürel ortamla etkileşim içinde mümkündür. Dil toplumun aynası olduğu kadar toplum da dilin hem doğal üreticisi hem de kullanıcısıdır.

“Lupoc” için bir arama, bulma ve kurtarma kitabı da diyebiliriz... Tokman, dizeden dizeye, bölümden bölüme geçerken bizi de yanında çıktığı yolculuğa yoldaş ediyor. Yani “Lupoc”taki şiirler uzun bir yolculuktan dönmüş ve yaşadıklarını anlatan bir maceraperestin hikâyesinden çok, yola devam eden birinin yol arkadaşlarıyla geçmişin deneyimi ve geleceğin öngörüsü üzerine söyleşisi gibi. Okuyacağımız betik kitabın son bölümünden:

Senin acı diye çektiklerin

Dipte kalanlar

İnsanın çektikleridir dünyaya yansıyan

Işığın sonsuzluktan geri dönmemesi

Pranganın özgürlüğü tanımaması

Kölelerin anti-tezi hipotezi sentezi

Ruh kırıkları bakışımı

Ultraviyole rüyalar

Süpersonik sesssssssssssssslerle

Saf ışığı delip geçen

Çığlıkta

Sadece bir sözcük

!(İnsan)!

“Lupoc”un ve onunla birlikte “buradayım” diye biten kitabında Erkut Tokman, arıyor, buluyor ve kurtarıyor diyemiyoruz. Şairin okurdan bunu istediğini de söyleyemeyiz. Tokman, bir umutla geçmişi kazıyor, geleceğe ışık tutuyor. Bunu yaparken de dünyaya ve elbette dünyada olup bitene, hayata dışarıdan, uzaydan bakıyor. “Bilimkurgu tadı veren her metin bilimkurgudur” tezini kabul edersek “Lupoc”, verdiği tatla bilimkurgusal bir şiir kitabı da diyebiliriz.

Modern Türkçe şiirde çağdaş anlatı türü olarak Attilâ İlhan’ın bazı şiirlerini polisiye olarak değerlendirmek mümkün. Erkut Tokman’ın yeni kitabı da şiirde bilimkurgu türü için örnek oluşturabilir. Hem de daha önce açılmamış ve eğer açılırsa modern Türkçe şiirde bilimkurgu türü şiirler rafında yer alacak bir örnek…

Okurun dikkatine!..