Ali Kitapcı: Bizim Ali, Anarşist Ali

Cem Gök’ün, “Bizim Ali ‘Anarşist Bir Demiryolcunun Hikâyesi” adlı kitabı da bize hikâyeyi içeriden bir bakışla anlatıyor. Bu kitap çok fazla hüzün verse de en çok öfkeyi hatırlatıyor, öfkenin o direngen haysiyetli yanını. Geriye söyleyecek tek şey kalıyor: Yaşam hırsızlarına karşı öfkemiz eksik olmasın.

Google Haberlere Abone ol

Ankara Tren Garı, şen şakrak eylem buluşmalarının yapıldığı, dost, yoldaş, arkadaş birçok insanın karşılaşıp buluştuğu, heyecanın, başka dünya hayalinin sloganlara karıştığı, bir yer olarak kafamızda yer etmişti. Özellikle 1 Mayıs gibi daha geniş katılımlı eylemlere buluşma yeri olarak tanıklık eden bu mekân o havayı soluyan herkes için pek çok anlam içeriyordu. Geçmişte bir mekândan bahsediyormuş gibi anlatıyorum çünkü benim ve birçok insanın bu mekâna dair algısı bir daha belki de hiç o eski anlamları taşımayacak şekilde değişti, değiştirildi. İnsanın yaşamında hiçbir şeyin bir daha aynı olamayacağını hissettiği günler, anlar, dakikalar vardır. İşte o günlerden biri 10 Ekim 2015 sadece Ankara’da yaşayanlar, o güne tanık olanlar için değil, bu ülkede barış isteyen, kendisi dışında kalanın acısını duyabilen herkes için. Çünkü 10 Ekim Katliamı tanık olanların ve o günü yaşayanların hayatını ömür boyu sürecek bir sızıyla baş başa bıraktı. Tanıklık yükü daha önce çokça söylediğim gibi ağır ama o kadar da önemli çünkü bellek ile ilişkili, sözü yarım kalanın, sessizliğe mahkûm edilenin, yaşamı çalınanın, hakkı gasp edilenin bir şekilde devamını sağlıyor ve yüzleşme günü geldiğinde hesabın yarım kalmamış oluyor. 10 Ekim 2015’i yaşayanların içindeki sızıyı ve öfkeyi anlamlı kılan da bu. Çok değerli arkadaşlarımızı kaybettik, yaşamın neşesini kaybettik, belleğimizdeki güzel anılar kedere dönüştü, bir kentte aklımızda iyiye dair olanı canlı tutan bir mekân öldürüldü ama hayatta kalanların katledilenlere karşı sorumluluğu var. Bu nedenle işte 10 Ekim’de yaşatılanların bıraktığı acının tamiri ancak bunu bilerek yaşadığımızda anlamlı hâle geliyor.

ANARŞİST BİR DEMİRYOLCU ALİ

Kaos Yayınları tarafından basılan, Cem Gök’ün “Bizim Ali ‘Anarşist Bir Demiryolcunun Hikâyesi” adlı kitabı, 10 Ekim’de kaybettiğimiz Ali Kitapcı’nın yaşamı izinde Türkiye’de anarşizmin tarihine ve yakın dönemin yaşanmışlıklarına odaklanan bir kitap. Ali Kitapcı’ya tanıklık edenlerle yapılan görüşmelerle oluşturulan metin hem 10 Ekim’in belleğine katkıda bulunuyor hem de yaşamı Türkiye’nin yakın tarihinin içine yerleşen bir insanı ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Açıkçası bu kitap hakkında yazmak, üzerine düşünmek benim için epey zor. O güne gitmek, kapanmayan bir yarayla oynamak, ağlamak, kederlenmek, öfkelenmek gibi çok fazla şeyi bir arada hissettiriyor, bu nedenle ifade edemezsem affola. Ali Kitapcı 1958 Sivas doğumlu, yaramaz bir çocuk. Lise yıllarında tanışmış mücadele ile Devrimci Kurtuluş geleneğinden gelen bir isim. Daha o yıllarında söz söylemekten çok eylemci tavrıyla dikkat çekiyor. Askerde zatürre oluyor, yıllar sonra oradan hatıra olarak astım hastalığının kaldığı anlaşılıyor, 10 Ekim’de patlamanın ardından biber gazı sıkılmasa belki yaşıyor olacaktı bu nedenle. 1980 Darbesi gerçekleştiğinde Ali 22 yaşında, evi basılıyor ama gözaltına alınmıyor, yaşamında Emine Aydın var nişanlısı, 23 Aralık 1982’de Libya’ya gidiyor amcası vasıtasıyla çalışmak için ve şartlar nedeniyle Emine Aydın ile evlenemiyor. Libya’da bulunduğu sırada dil öğrenmek için Londra’ya gidiyor, İngiltere aklında kalıyor ve sonrasında para biriktirip kimseye haber vermeden 1987’de İngiltere’ye dönüyor ve bu da onun farklı bir politik yol izlemesinde, Anarşizan fikirlerle tanışmasında etkili olan bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Aslında, ana hatlarıyla bahsetsem de Kitapcı’nın yaşamı kronolojinin soğukluğuna hapsedilmemesi gereken bir yerde duruyor. Hayat sapmaları olan bir yol bir çizgide ilerlemiyor, fikirler değişiyor, pratikler farklılaşıyor, etrafımızdaki insanlar aynı kalmıyor. Kitapcı’nın yaşamı da böyle ama ona tanık olmuş dostlarının da hep vurguladığı gibi, onda sürekli olan tek şey direnmekten ve diyalog kurmaktan hiç vaz geçmemesi. Ali Kitapcı güzel bir insan, düşleri olan onun peşinden giden, yaşamına girenleri etkileyen, anarşizan fikirlerle tanıştıran, dost, yoldaş, arkadaş… Bir kahraman değil ki eminim kendisine böyle bir paye verilmesine ilk kendisi karşı çıkardı, bir amacı var ve onun için son gününe kadar mücadele ediyor, aramızdan alındı ama belleğin özel yerinde yaşıyor, yaşamaya devam edecek.

Bizim Ali - Anarşist Bir Demiyolcunun Hikâyesi, Cem Gök, Kaos Yayınları, 2019.

ANARŞİZM İLE TANIŞMA 

Ali Kitapcı’nın İngiltere’de bulunduğu dönem kitapta ayrıntılı bir şekilde üzerinde durulduğu gibi, sınıf mücadelesinin ve bununla birlikte ortaya çıkan emek temelli direnişi savunan anarşistlerin yükseldiği bir zaman. Onun anarşistlerle tanışması da bu dönemde bir eylemde oluyor. Sosyalist arkadaşlarıyla gittiği dayanışma eyleminde polis işçilere saldırır, diğer gruplar dağılırken Ali’nin daha önce bilmediği anarşist bir grup polisle çatışır, Ali onlarla kalır ve bundan etkilenir, sonrasında anarşistlerin birlikte yaşadığı işgal evine gidip gelmeye başlar. Gün Zileli ile yapılan görüşmeyle birlikte o günlere dair kitapta şöyle bir sonuca varılıyor: “Gerek Gün Zileli’nin gerekse Ali Kitapcı’nın anlattıklarında polisten kaçmayan, kavgaya girmekten çekinmeyen, gözü kara anarşistler imgesi ortak olsa da aslında yaşanan farklı süreçlerdir. Her şeyden önce Ali’nin anarşistlerle karşılaştığı dönemin ruhunu, öncesinde anlattığımız gibi, başta madencilerin grevi olmak üzere, işçi sınıfı mücadeleleri şekillendirmektedir.” Dönemin ruhu belirleyici olsa da Ali’nin anarşistlere bakışını değiştiren ve ömrü boyunca sürecek bir mücadeleye onu iten yukarıda bahsettiğimiz karşılaşmanın önemli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü metnin devamından anladığımız, Ali’nin kendisini sınıf temelli bir anarşizm mücadelesine adadığı ve bundan bir şekilde vaz geçmediği. Ama şunu da eklememiz gerekiyor ki Ali kendisini bu kimliğe sabitlememiş, Türkiye’de faaliyet gösteren diğer anarşistlerle hep diyalog içerisinde olmuş. Çok keskin ayrışmaların olduğu dönemlerde bile Ali tüm taraflarla görüşmeyi sürdürmüş, iletişimi devam ettirmenin yollarını aramış. Bu durumu kitapta Batur Özdinç ile yapılan görüşmenin şu cümleleri de özetliyor: “Ali Kitapcı’nın sendikal mücadele dışında genel olarak farklı anarşist hareketleri, farklı örgütlenmeleri, farklı anlayışları da kapsayıcı bir duruşu vardı. Ona bu nedenle tek başına anarko-sendikalist demeyi eksik görüyorum. O bir anarşistti. Anarko-sendikalizmi tabii ki savunuyordu, emek mücadelesini önemseyen bir perspektife sahipti. Anarşizmi çalışanların örgütlülüğü üzerinden gerçekleştirilebilecek bir şey olarak görüyordu. Ama anarşist hareketi bütünsel bakış açısıyla, bütün farklılıklarıyla birlikte bir hareket olarak görüyordu ve bunun için mücadele ediyordu. Yani anarşist hareket içerisinde tartışmalar ayrılıklar vardı ve bütün bunlar da genelde birleştirici rol oynamaya çalışıyordu.” Anlaşıldığı gibi, Ali Kitapcı bir bakıma bugün kaybetmeye yüz tutmuş ortaklık arayışının sembolü gibi, kitabın başka bölümlerinde onun bu yönüne dair pek çok ayrıntıya ulaşabiliyoruz.

ALİ KİTAPCI'NIN BİRLEŞTİRİCİ ROLÜ 

Ali Kitapcı’ya dair anlatılanların bir söylediği de bahsettiğimiz gibi, onun kimseyle keskin bir ayrışmaya gitmeme çabası, bu tarafsızlık anlamında değil elbette bir tarafı var ama diğer fikirleri görmezden gelmeyen ortaklık arayışını sürdüren bir tavır bu. Bu konudaki örneklerden biri de Ankara’da faaliyet gösteren Kara Gün Kooperatifi’nin ideolojik sebeplerle ayrıştığı dönem. Bu kooperatif, anarşizme dair derin tartışmaların yapıldığı, anti-militarist mücadelenin verildiği, vicdani ret buluşmalarının, söyleşilerinin yapıldığı bir yer olma özelliğini taşıyor. Ali Kitapcı da içinde aktif olarak yer alıyor ki Tarkan Tufan bu durumu şöyle anlatıyor: “Kooperatif döneminde de en etkin insanlardan biri Ali oldu. Yerin bulunması, kiranın ödenmesi, insanların örgütlenmesi, toplanması konularında Ali sendikadaki faaliyetlerinin dışındaki tüm zamanının bizimle geçiriyordu.” Kara Gün kooperatifi sonrasında başta da bahsettiğimiz gibi yaşanan ideolojik çatışmalar nedeniyle son buluyor. Ve buradan iki grup ortaya çıkıyor. Ankara Anarşi İnisiyatifi ki -benim de faaliyetlerini desteklediğim, eylemlerinde elimden geldiğince bulunduğum arkadaşlarımın olduğu bir grup- ve Taçanka Anarşist Komünist Kolektifi. Ali Ankara Anarşi İnisiyatifi ile kalıyor ama iki grup arasındaki tüm anlaşmazlığa rağmen Taçanka’yla iletişimini devam ettiriyor, Batur Özdinç bu süreç ile ilgili şunları söylüyor: “Ali o ayrışmada bizimle birlikte hareket etti aslında. Sonra o insanlarla da farklı yerlerde örgütlenmeye, çalışmaya devam ettiler. İlerleyen yıllarda bir isme ihtiyaç duyulunca Ankara Anarşi İnisiyatifi diye bir isim çıktı. Ali’nin sonraki dönemde Taçanka’yla da iletişimi vardı. Genel olarak birleştirici tutumu vardı.” Anladığım kadarıyla Ali sırtını dönüp gidebilen biri değildi, birlikte direnebileceğini düşündüğü herkesle iletişimini devam ettiriyor, ortak bir yol bulmaya çalışıyor, farklı gruplar arasında birleştirici rol oynuyordu.

TÜRKİYE'NİN DİRENİŞLER TARİHİYLE KESİŞEN BİR YAŞAM 

Ali Kitapcı, yaşamını sendikal mücadeleye adamış bir isim aynı zamanda sadece Türkiye’de değil uluslararası sendikalarla da ilişki içerisinde olan bir mücadele anlayışı bu, bulunduğu sendikalarda da militan siyaset yapmanın imkânlarını sonuna kadar zorlamış bir demiryolu çalışanı, bu nedenle grevlerde “Trenleri Durduran Adam” olarak yer etmiş arkadaşlarının yaşamında. Çevresindeki anarşistleri de sendikalarda örgütlenmeye ikna etmeye çalışmış ama genelde başarılı olamamış, hitap ettiği kitle ki Ankara’da anarşistlerin çoğunluğunun üniversite öğrencilerinden oluştuğu düşünülürse, başarısız olması çok da yadırganacak bir durum değil. Ali Kitapcı’nın yaşamı Türkiye sendikalar tarihini anlamak için de oldukça önemli ve metinde Ali’nin yaşamıyla paralel bir şekilde sendikal mücadelenin izlerini sürebiliyoruz. Sendikaların kuruluşu, ayrışmalar, grevler ve sendikaların, devlet eliyle, işbirlikçi başkanlarla işlevsizleştirilmesi gibi pek çok ayrıntı, bir insanın mücadelesiyle birleşiyor ve şimdide ne yapılması gerektiğine dair de oldukça fikir veriyor. Bunun yanı sıra başta da bahsettiğimiz gibi kitap aynı zamanda bir anarşizmler tarihi sunuyor bize, anarşistler tarafından çıkarılan dergiler, ideolojik tartışmalar, ayrılıklar, ortaklaşmalar yaşananların öznesi olmuş isimlerle yapılan görüşmelerle, Ali’nin yaşamıyla kesiştirilerek işleniyor. Tekel Direnişinden, Gezi’ye, anti-militarist eylemlere her mücadelenin içinde bir insandan bahsediyoruz bu da kişisel bir hikâyenin, Türkiye’nin direnişler tarihine eklemlenen bir anlatıya dönüşmesine sebep oluyor. Çünkü Ali Kitapcı, bulunduğu her yerde, tüm direnişlerde var olmuş. Şunu söyleyebiliriz ki, onun yaşamı çok bir yaşam, bir kalıbı yok, kamu emekçisi, Gençlerbirliği taraftarı, bulunduğun yerde nasıl direnilir sorusunun cevabı, her yerin her dönemin anarşisti…

SİYAH... 

Ali Kitapcı’nın özel yaşamına ve arkadaş ilişkilerine dair anılarda onun dayanışmacı yanından, çikolata sevgisinden çokça bahsediliyor. Emel Iraz Kitapcı’ya uzunca bir süre âşık olduğunu, yollarının kesişmesini, toplumsal normlara çok fazla uyum sağlayamayan iki insanın boşanmalarını ama bitmeyen yoldaşlıklarını buruk bir şekilde okuyoruz. Oğulları Artun Siyah’ın doğuşunu, isim koyma telaşını onlarla birlikte yaşıyoruz. Ali Kitapcı, Siyah’a ismiyle ilgili bir mektup yazıyor: “Oğlum siyahın bir sürü anlamı olur ya da olmaz. Ama siyah bir renktir oğlum, sadece bir renk, üstünde ya da eşyalarında olan bir renk, dünyada varolan bir renk. Siyah karanlık değildir. Siyah körlük değildir, ya da kötü bir gelecek. Asla unutma oğlum siyah sadece bir renktir.” Mektubun diğer bölümlerinde, Siyah ismini anarşizan fikirleriyle koyduğunu, bu isim için mücadele ettiğini, Emel Iraz Kitapcı haricinde kimsenin onu desteklemediğini ifade ediyor Ali, ama yukarıdaki cümleleri seçmemin de bir nedeni var. Ali, Siyah’a ismini ve düşüncesini dayatmıyor, sadece bir renk olarak tanımlayarak, ona isterse Siyah’tan çıkma özgürlüğünü de veriyor bence ve bu bana çok değerli geldi.

10 Ekim 2015’te yapılacak Barış eylemine dair toplantılarda Ali’nin “kendi güvenliğimizi kendimiz alalım” önerisinde bulunduğunu fakat valiliğin “devlet sizin güvenliğinizi sağlar” dediğini, bu nedenle de Ali’nin önerisinin çok karşılık bulmadığını öğreniyoruz. Bu da acı bir tat bırakıyor, devletle yüzleşenler ona güvenilmeyeceğini bilir ki Ali de bu yüzleşmeyi yaşamı boyunca yaşadığı için önlem almayı önermiş. Kitabın son bölümünde Ali’nin eyleme gidişi, patlama anı, polisin tavrı, mahkeme sürecinden bahseden görüşmeler var. Bu bölümler gerçekten okuması ve ifade etmesi çok zor bir yan taşıyor. Ali’nin hikâyesi sadece katledilen bir anarşistin hikâyesi değil çünkü Türkiyeli anarşistlerin, sendikal mücadelenin, Tekel, Gezi gibi yakın tarihin direnişlerinin ve devlet zulmünün kesiştiği yerde duruyor. Bu nedenle hiç sonlanmayacak bir hikâye bu. Cem Gök’ün, “Bizim Ali ‘Anarşist Bir Demiryolcunun Hikâyesi” adlı kitabı da bize bu hikâyeyi içeriden bir bakışla anlatıyor. Bu kitap çok fazla hüzün verse de en çok öfkeyi hatırlatıyor, öfkenin o direngen haysiyetli yanını. Geriye söyleyecek tek şey kalıyor: Yaşam hırsızlarına karşı öfkemiz eksik olmasın.