Sene 1980... Bir çocuk geliyor!

Güney Koreli yazar Han Kang’ın yeni kitabı Çocuk Geliyor, okurla buluştu. Han Kang, bu destansı anlatısında ölüm, militarizm, faşist diktatörlük ve insan hakları üzerine etkileyici bir hikâye anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

2016 yılında, et tüketmeyi bırakan ve bu eylemi sonrası insan barbarlığına karşı koymaya çalışan bir kadının hikâyesini anlattığı Vejetaryen ismini verdiği romanıyla Uluslararası Man Booker Ödülü’nü kazanan Güney Koreli yazar Han Kang’ın yeni kitabı Çocuk Geliyor, Göksel Türközü’nün çevirisiyle, geçtiğimiz günlerde April Yayınları tarafından yayımlandı. 1980 yılında Gwangju, Kore’de meydana gelen olayları, ayaklanmaya katılan on beş yaşında bir çocuğu odağına alarak anlatan yazar, biçimsel yaklaşımı ile dikkat çekiyor.

Peki, kitlesel eylem tarihine adını yazdıran Gwangju Ayaklanması nasıl gerçekleşti?

Çocuk Geliyor, Han Kang, çev: Göksel Türközü, 168 syf., April Yayınları, 2019.

Başkan Chung-Hee’nin suikast ile öldürülmesinden sonra, yönetime el koyan silahlı kuvvetlere ve onun temsilcisi olarak cisimleşen Chun Doo-hwan’a karşı Gwangju kentinde ayaklanan Jeonnam Üniversitesi öğrencilerinin protestoları çok geçmeden kitleselleşir. Zira eylemlerde gözaltına alınan öğrenciler işkencelere, sorgusuz sualsiz ölümlere ve toplu katliamlara maruz kalmıştır. Kaldı ki, iktidarı ele geçiren Doo-hwan, ordunun gücünden faydalanarak o vakit sürmekte olan işçi eylemlerini ve öğrenci hareketini bastırmaya ve yok etmeye çalışır. Bütün bu anti-demokratik uygulamalar, Gwangju kentinde ciddi bir direnişin başlamasına sebep olur. Bir grup silahlı militanın da içinde olduğu direnişçiler, askerler tarafından bastırılmaya çalışılır. Barışçıl gösteri yapan çok sayıda insanın da bulunduğu kitle, ellerinde hiçbir yaralayıcı madde bulunmamasına rağmen, katliama maruz kalır. Sayısı bugün bile bilinmeyen yüzlerce insan hayatını kaybeder, binlercesi de yaralanır. 18 – 27 Mayıs 1980 günleri arasında gerçekleşen bu olay Gwangju Demokrasi Ayaklanması olarak tarihe geçer.

Yazar olayların cereyan ettiği günlerde, bir hastane olarak kullanılan Gwangju Ticaret Odası’nda tüm gün sağa sola koşuşturan, yaralı ve ölülerin geliş saatlerini, fiziksel özelliklerini, mümkünse de isimlerini kayıt defterine yazıp zapta geçiren on beş yaşındaki Donğho’yu odağına alarak hikâyesine başlar. Çocuk yaşta olmasına rağmen, onun yaptığı fedakârlığı, direniş ruhunu özümseyip sahiplenmesini ve bir yetişkin gibi davranmasını psikolojik tahliller ve kurgu gücü ile hissettirmeye çalışan Han Kang, ikinci tekil anlatımı da kullanarak okurda bir özdeşlik yaratmaya gayret eder. Sıkıyönetim ilan eden ve kendi halkına karşı bir soykırım planlayan askerlerin eli kulağındadır ve protestocuları barındıran Ticaret Odası basıldı, basılacaktır.

SAVAŞIN KAHREDİCİLİĞİ ÜZERİNE DESTANSI BİR HİKÂYE... 

Gitmesi istenilmesine rağmen Donğho, direnir. Mekândan ayrılmaz. Sonraki bölümlerde ise yazar, anlatım dilini değiştirerek bir ölünün ruhundan, olayların etkilendiği başka insanların ağzından birinci ve ikinci tekil anlatımı kullanarak ölüm üzerine, militarizm ve faşist diktatörlük üzerine, insan hakları üzerine, bu etkileyici hikâyesini aktarır. Ölülerin, büyük çukurlar kazılarak askerler tarafından üst üste yığıldığı ve çöp muamelesi gördüğü 1980 Koresi’nde yazar, savaşın kahrediciliğine dair destansı bir hikâye anlatırken, barışı ve yaşamı kutsar. Bu anlatım, devlet tarafından katledilen ve cesetleri yok edilen çocukların annelerinin çığlığına değin uzanır. Öğrencilerin ve işçilerin periyodik olarak öldürüldükleri, en ufak muhalif bir sesin bile görünür olmadığı ortamda tıpkı Plaza de Mayo İnsanları, tıpkı Cumartesi Anneleri (İnsanları) gibi Koreli gençlerin anneleri de sokağa çıkarmaya, başta devlet başkanı olmak üzere yöneticileri protesto etmeye başlar. Bu kez kolluk kuvvetlerinin hışmını onlar üzerlerine çeker.

Yazarın, kurmaca mı bilinmez, kitabında bu katliamla olan kişisel karşılaşmasını anlatırken, vicdanının peşine takılıp gitmesi ve “kurcaladıkça” önüne yeni bilgiler çıkması ise belli ki romanı kaleme almasını sağlayan hislere sebep olur.

Dünyanın öbür ucunda meydana gelen bir olgunun, bu topraklarda yaşanan benzer meselelerle aynı şekilde gerçekleşmesi ve sonuçlarının aynı olması, aynı çözümsüzlük hissi, kalp ağrısı ve öfke ile karşılık bulması ve bu tarihsel hadisenin sanki buradan bir yazarın kaleminden çıkmışçasına ilgi ile okunması ziyadesiyle sarsıcı. İnsanın, keşke bunlar hiç yaşanmasaydı da, bu romanlar çıkmasıydı, diyesi geliyor!