Cioran ve can çekişen yaşam

Emil Michel Cioran'ın kaleminden "Umutsuzluğun Doruklarında" raflarda yerini aldı. Ölümlü insanın anlamı, aşk, acı, sevinç, ölüm ve umutsuzluk hakkında fikirlerin yoğuştuğu kitap, Cioran’ın tüm felsefesinin ve üslubunun "kilit taşı" olarak nitelendirilebilir.

Google Haberlere Abone ol

E. M. Cioran düşüncesinin önemli eserlerinden kabul edilen, Umutsuzluğun Doruklarında, Orçun Türkay çevirisi ile Jaguar Yayınları tarafından basıldı. Bu kitap, Cioran’ın 1933’te yirmi iki yaşındayken yazdığı, düşüncesinin ve üslubunun belirginleştiği bir metin olarak biliniyor. Düşünür önsözde bu metni yazdığı zamanı şöyle ifade ediyor: “En önemli olay, bana tam bir yıkım yaşatan şey aralıksız bir uyanıklık hâli, o ardı arakası kesilmeyen hiçlikti. Geceleri saatlerce boş sokaklarda, kimi zaman da yalnız fahişelerin dadandığı sokaklarda dolaşıp duruyordum, aşırı bunaltıcı anlarda kimse onlardan daha iyi eşlik edemez insana. Uykusuzluk, cenneti bir işkence odasına dönüştürebilecek baş döndürücü bir bilinç açıklığıdır. O sürekli uyanıklıktan, unutuşun o amansız yokluğundan daha kötü bir şey olamaz…” Yazarın önsözde yazdıklarından bahsetme sebebim metni daha iyi anlamamızı sağlıyor diye düşündüğümden. Daha çok bir iç döküm ve yazarın kendisiyle yüzleşme metni olarak gördüğüm bu yazılarda Cioran, yine hiçliğin sınırlarında dolaşıyor, dünyada varolmanın imkânsızlığının sıkıntısıyla, ölümü, yaşamı, saçma olanı, coşku vereni, acıyı, melankoliyi, boşluğu, kendisiyle ve dünyayla olan ilişkisini sorguluyor. Ona dair olan okurda da karşılığını buluyor çünkü yazarın serzeniş ve eleştirileri öznenin dünyadaki varlığıyla yakından ilişkili. Ayrıca, düşünürün içinde bulunduğu durum üzerine kafa yorunca ve yine önsözde; “benim için bir tür kurtuluş, iyileştirici bir patlama olan” diye tanımladığı bu kitap, onun hayatta kalmak için yazmayı araç yapmasının delili gibi. Cioran, takipçilerinin bildiği gibi, yazıyı bir çeşit yaşama tutunmakla, dünyaya “şamar atmakla” ilişkilendirir. Tıpkı intihar fikrini yaşatıcı görmesi gibi, yazmak da onun için hayatta kalmanın bir bahanesidir. Bu açıdan düşününce, Umutsuzluğun Doruklarında yazarın başka metinlerinde sıklıkla dile getirdiği bu yazma sebebinin de varlık bulmuş hâli sanki. Şu cümlelerinde de zaten bunu açık ediyor: “Onu (kitabı) yazmasaydım, gecelerime kesinkes son verirdim.”

LİRİK OLMAK

Kitap, yazarın “Lirik Olmak” üzerine metni ile başlıyor. Bu metinden anlaşılan Cioran için lirik olmanın anlamı bireyin içsel durumuyla ilişkili. Ölüm duygusunun insanı yaşamdan kopardığı, yaşamınızda problem ettiklerinizin, diğer insanlarla çözülemeyecek kadar içinize işlediği anlar vardır. Birey kendi içinde taşar, derinlerinde bir şeyler kopar, varlığı önceden olduğu gibi değildir artık işte böyle anların durumu lirik olma, Cioran’ın ifadesiyle: “İnsan gerek kendi içinde sakladığı şeyleri gerekse dünyanın sakladığı şeyleri bilmeyince, ansızın acı deneyimine kapılıp, baş döndürücü bir öznelliğin aşırı karmaşık bölgesine taşınır. Acının lirizmi, yaraların artık derin içerimlerinden yoksun, basit dışavurumlar olmaktan çıkıp, varlığın tözünde içsel bir arınma gerçekleştirir.” Kişinin, kendini içinde çözmesidir bu, kapanmak, kendiyle kalmak, dünyanın ve içinde bulunduğu durumun belirsizliğiyle dalaşmak, varlığını arındırmak.

YÜZÜNÜ HİÇLİĞE DÖNMEK

Cioran “yaşamanın elden gelmediği durumlar”dan bahsediyor. İnsanın bazen her şeyden elini eteğini çekmek istediği, dünyadaki varlığının, olduramamışlığının, uyumsuzluğunun farkına vardığı, ölümün tüm ruhunu ele geçirdiği, yalnızlığı tüm bedeniyle hissettiği o, hiçliğe en yakın olunan zaman yazarın bununla kast ettiği belki de. Şöyle bahsediyor Cioran: “Yaşamın, ölüm düşüncesinin bana sunduğu her şeyden patlayacak noktaya geldiğimi duyumsuyorum. Yalnızlıktan, aşktan, nefretten, bu dünyaya özgü her şeyden öldüğümü duyumsuyorum. Başıma gelen her şey beni patlamaya hazır bir balona dönüştürüyor gibi. Bu uç anlarda, içten içe Hiç’e dönüyorum yüzümü”. Düşünürün bu cümlelerde ifade etmeye çalıştığı, bu dünyada olan her şeye karşı arzunun bitmesi hâli, onun nimetlerinden haz almama, yalnızca bir hiç olduğunu kabul etme ve onunla yüzleşme. Cioran, bunu “can çekişme” olarak da ifade ediyor ki kitaptaki metinlerde sıklıkla bunun üzerinde duruyor. Bu “can çekişme” durumu ölümle yaşam arasındaki o ince çizgi, bir yanının dünyada diğer yanının da yok olmanın eşiğinde olduğu an. “Hem var olan her şeyden hem de var olmayan her şeyden ölünür. Ondan sonra, her türlü yaşanmışlık hiçliğe sıçrayış oluverir” diye ifade ettiği Cioran’ın. Yani varla yok arasında, tüm hayata yayılan bir durum olur bu ki olumsuz da değildir. Artık hiçbir şeyin seni kurtaramayacağını bildiğin, düşünemez duruma geldiğin, donup kaldığın, yıkımını kabul ettiğin, bitkinliğe düştüğün anların seni içine soktuğu hâli anlatıyor bu biraz. Yazarın deyimiyle: “Özünde, can çekişmek, yaşamla ölüm arasındaki sınırda işkence görmek demektir. Ölüm de yaşama içkin olduğu için, yaşam neredeyse bir can çekişmedir.” Kısacası, yaşamın tamamına yayılan bu bitkin düşme nedeniyle aslında yaşarken de can çekişiriz. “O anlar” diyor Cioran, “ancak tam bir bitkinlik duygusuyla, yaşam dibe vurduğunda ortaya çıkar. Anların sıklığı çözülmenin, çöküşün göstergesidir.”

Umutsuzluğun Doruklarında, Emil Michel Cioran, Çevirmen: Orçun Türkay, 152 syf., Jaguar Kitap, 2019.

YAŞAMDA CAN ÇEKİŞME

İnsan sonlu bir varlık ve bununla yaşamak zorunda olan bir tür. Bu nedenle ölüm onun yaşamının ortasında duruyor. En mutlu ânından en tükenmiş hâline kadar yanında bir yük gibi ölümü taşıyor. Cioran’ın bahsettiği yaşamda “can çekişme” durumunu bir metafor olarak alıp, bu açıdan düşünebiliriz. Şöyle diyor düşünür: “Ölüm yaşama içkin olduğuna göre, ölüm bilinci neden yaşama olgusunu olanaksız kılar? İnsanın olağan yaşantısına herhangi bir zarar gelmez, çünkü ölüme giriş süreci masumca yaşamsal yoğunluğun azalmasıyla ortaya çıkar. Bu tür insanlar için, yalnızca son can çekişme vardır, yoksa yaşamsallığın başlangıcına bağlı sürekli bir can çekişme de değil.” Burada bahsedilen kişi yaşama ölümü içkin kılmamış, onunla yüzleşmemiştir. Bu kişi için can çekişme sadece ölüm ânında hissettiğidir, oysa can çekişme yaşamın başladığı anda belirir çünkü yaşamın kendisi, getirdikleri, hissettirdikleri can çekişmenin yaşamın başlangıcından itibaren olduğunu gösterir. “Derinlemesine bakıldığında, yaşamda atılan her adım ölüme doğru atılmış bir adımdır, anıysa hiçliğin anımsanması” dediği de bununla ilişkili Cioran’ın. Yaşamda bir ilerleme varsa bu da ölüme doğru olandır arada elbette yaşamın kendini gösterdiği sapaklar yok değildir, gülümseme, mutluluk, umut insanın ölüme doğru giden yoluna patikalar açabilir ama insan türünün içinde bulunduğu durum ve dünya üzerinde ortaya çıkardığı kriz düşünüldüğünde bu patikalar anlamsızlaşır ve yaşam üzerine düşünen biri için ölüm yaşama içkin bir hâl alır. Ve yaşam bir can çekişmeye dönüşebilir. Bu bilinçte olan için yaşam Cioran’ın şu cümlelerinde ifadesini bulur: “Uzun bir can çekişmenin bilincine varılması bireysel deneyimi saf çerçevesinden koparıp, onun boşluğunu, anlamsızlığını ortaya çıkarır. Ölümün yayılışını görmek, onun bir ağacı yok edişini, düşlere sızışını, bir çiçeği ya da bir uygarlığı solduruşunu görmek sizi gözyaşlarıyla pişmanlıkların ötesine, her türlü biçimin ya da kategorinin ötesine taşır.” Ve bu da hem yaşamla hem de ölümle yüzleşmektir, bunu görüp yaşamın bütününde bir can çekişme hâliyle varolmaktır.

İNSAN OLMAK

Cioran’a dair eleştirilerden biri onun insan türüne bakışıdır. O insan olmanın utanç verici olduğundan dem vurur. Elbette insanı herkesi dâhil ederek olumsuzlamak ve genellemek eleştirilebilir. Ancak türümüze eleştirel bakmanın onunla yüzleşmenin özellikle dünyanın durumuna bakınca gerekli olduğu yanlar da var ve bunu göz ardı etmemek gerekiyor. Cioran bu metninde, “Artık İnsan Olmamak” başlıklı yazısında konuya iki açıdan değiniyor. Birinci olarak insan olmanın ağırlığıyla yüzleşiyor: “Neden varoluşumu bir bitkininkiyle değiştirmeyeyim? Ben, insan olmak ne demek, ideallerinin olması, tarihin içinde yaşamak nedir biliyorum: Bu gerçeklikten hâlâ bir şey umabilir miyim? İnsan olmak kuşkusuz önemli bir şey! Aynı zamanda trajik bir şey, çünkü insan doğanınkinden çok daha karmaşık, dramatik kökten bir varoluş düzeninde yaşar.” İnsan ideal olarak önüne koyduklarına ulaşamadıkça, dünyanın bin bir türlü olumsuzluğuna tanıklık ettikçe, kendi türünün zulmüne karşı elinden bir şey gelmedikçe varoluş imkansızlaşır ve karmaşık bir hâl alır çünkü seyirci kaldığın, irade koyamadığın her yaşanmışlık tek tek bireyler özelinde onun varlığını değersizleştirir ve geriye kalan hiçlik olur. Bir şey “umamaz” duruma getiren gerçeklik budur fikrimce ve bununla yüzleşilmesi gerekir. Bu nedenle insan doğadaki diğer canlıları kıskanır, onların yerinde olmak, dingin bir yaşamda kaybolmak ister. Cioran’ın insan olmaya dair ikinci yüzleşmesi ise şöyle: “Ben insan olmaktan gurur duyamıyorum, çünkü bu olayı dibine kadar yaşadım. Yalnızca onu yoğun biçimde yaşamayanlar insan olmaktan gurur duyabilirler, çünkü onların yaptığı tek şey hâlâ insan olmaya çalışmaktır.” İnsan olmanın gurur duyulacak bir hâli yok gerçekten de ancak hâlâ bu çabayı vermenin değerli olduğunu düşünüyorum bu açıdan yazara katılmıyorum. Ama şunun farkında olarak, dünyanın pisliği sadece ona sebep olanları kirletmiyor bir şekilde onun dışında kaldığını, “iyi” olduğunu düşünenleri de etkiliyor. Bu nedenle kendi türünün dehşetiyle yüzleşmek, olabildiğince etkisini azaltmaya çabalamak gerekiyor. Bu yüzleşmeyi gerçekleştirenler başka bir varoluş düşü kuruyor Cioran gibi: “Elimden gelseydi, her gün farklı bir hayvanın ya da bitkinin yaşamını sürer, tüm çiçek türlerine, güle, dikene, ota, dalları bükülmüş bir tropikal ağaca, dalgalarla oynayan bir su yosununa, dağlarda rüzgârlara boyun eğen bir bitki örtüsüne, sonra cıvıltısıyla kulağı okşayan bir kuşa ya da ciyak ciyak bağıran bir yırtıcıya, göçebe ya da yerleşik bir hayvana, bir orman hayvanına ya da bir evcil hayvana dönüşürdüm”. Açıkçası tür reddi gibi bir şey olsaydı ve başka bir türde varolabilme imkânı doğsaydı, Cioran bu düşüncesinde yalnız kalmazdı diye düşünüyorum.

Cioran’ın yirmi iki yaşında, yoğun uykusuzlukla cebelleştiği bir dönemde kendisini “kurtarmak” amacıyla yazdığı Umutsuzluğun Doruklarında yazarın felsefesinin izlerini görmek açısından önemli. Bu metinde daha kişisel olduğunu düşündüğüm serzenişler onun düşüncesinin başlangıcı olmuş ve Cioran dünyayla, insanla, varoluşla hesaplaşmasını ilerleyen dönemde daha hırçın bir boyuta taşımış anlaşılan. Cioran okurluğu sıklıkla bahsettiğim gibi devamlı bir yüzleşme içerir, bu metinde de bunu görebiliyoruz, bu aksi düşünür rahatsız edici olsa da çoğu zaman hak vermemenin imkânsız olduğu bir fikir serüveni sunuyor okura. Ve bu metinden de benzer hazzı alıyorsunuz, öfkeyi eksik etmeden.