Anna Ahmatova'nın yakıcı şiirleri

Kısa lirik şiirleri evrenselleştiren Ukraynalı şair Anna Ahmatova'nın şiirleri dolaysız, karşılığı olan şiirlerdir. Ahmatova’nın şiirleri, yaşamının büyük bölümünü cezaevi kapılarında ziyaret kuyruğunda, karakollarda polis sorgularında, alınıp götürülen eş ve oğul yolu beklemekle, hakaret ve sürgünlerle geçirmiş bir kadının yaşama tutunma çabalarının derinden gelen sesidir.

Google Haberlere Abone ol

Zor dönemler, insanların hak etmedikleri acıları yaşamak zorunda oldukları dönemlerdir. Toplumsal ve bireysel muhalefet kanallarının tıkandığı dönemlerdir. İnsanların yaşamlarından endişe duydukları, üç gün sonralarının belirsiz olduğu, onları ayakta tutan kültürel, siyasal, dinsel, ekonomik değerlerin altüst olduğu dönemlerdir, zor dönemler. İnsan kendini ifade edebilmek için böyle dönemlerde yeni bir dil arayışına girer. Nazım Hikmet, geliştirdiği yepyeni bir dille yazdığı şiirleri hapishanelerde yazıyordu. Bertolt Brecht, geliştirdiği yepyeni tiyatro diliyle (Epik Tiyatro) oyunlar yazarken, Nazilerin fırınlarında yakılmamak için sürekli saklanmak zorundaydı. Dostoyevski, dünya klasikleri arasına girecek olan romanlarından bazılarını, Çar tarafından sürgüne gönderildiği ve yalnızca İncil okumasına izin verilen Sibirya’daki taş ocaklarında yazmıştı. İşte Anna Ahmatova da böyle “yangın yılları” içinden günümüze süzülüp gelmiş şiirler yazdı.

Anna Ahmatova’nın şiirlerini okurken onurlu, çığlığını sessizliğinde yükselten, her şeyden önce bir kadın, bir eş ve anne olduğunu belli eden bir şairi okuduğumu duyumsarım. Açık, dolaysız, yapmacıksız, karşılığı olan şiirlerdir onunkiler. Hem zaten onun yapay artistik kaygıların peşinden gitmeye hiç zamanı yoktur ki. Kaldı ki şiir yazmak onun için bir zorunluluktur, bir gerekliliktir. 1917 Sovyet Devrimi adeta kendi çocuklarını da yok etmeye başladığı zaman, Ahmatova ailesi için de bir felaket olmuştur. Yeni devletin aşırı sert refleksleri, Anna gibi şair olan kocası Gumilyov’u idama götürürken, Anna’yı da oğlunun peşinden Sibirya sürgünlüğüne götürmekle kalmamış, hakaretlerle karşı karşıya bırakmıştır. Ferit Edgü, Ahmatova’nın Türkçede yayımlanan bir kitabına yazdığı bir yazısında, “ İnsanlık onurundan böylesi yoksun suçlamalara ne yanıt verebilir bir insan; bir şair; bir kadın-şair? Özellikle söz hakkı elinden alınmışsa?” diye sorar. Çünkü dönemin resmi edebiyat eleştirmeni Andrey Jdanov, Anna Ahmatova’nın şiirleri ve kendisi için şunları söyleyecektir: “Kilise mihrabıyla yatak odası arasında gidip gelen bir kadının şiirleridir bunlar…Bir yarısı rahibe, bir yarısı fahişe…”

Anna Ahmatova

Anna Ahmatova, Ukraynalı şair. 1913 yılında, yirmi dört yaşında, belki de en mutlu yıllarında şair olan eşi Gumilyov için şu dizeleri yazacaktır: “Şiirlerimde yalnız senin sesin var/Senin şiirlerinde, biliyorum benim soluğum esiyor” Hani kısa süren mutluluklar gibi yalnızca akşamüstleri açan “akşamsefası” çiçeği vardır ya, nedense Anna Ahmatova’ nın bendeki karşılığı da bu çiçektir daha çok. Çünkü bu dizeleri yazan Ahmatova, yirmi iki yıl sonra, 1935’de, idam edilmek üzere evinden alınıp götürülen eşi şair Gumilev’in ardından şu dizeleri yazacaktır: “Gündoğumunda götürdüler seni/(…) İkonaların önünde mumlar eriyip akmıştı/Dudaklarında bir madalya soğukluğu/Gideceğim ben de, Çar’ın kurşuna dizdirdiği erkeklerin kadınları gibi…”

Anna Ahmatova’nın şiirleri, yaşamının büyük bölümünü cezaevi kapılarında ziyaret kuyruğunda, karakollarda polis sorgularında, alınıp götürülen eş ve oğul yolu beklemekle, hakaret ve sürgünlerle geçirmiş bir kadının yaşama tutunma çabalarının derinden gelen sesidir.

İlk kocası Nikolay Gumilyov anti Bolşevik faaliyetleri gerekçesiyle 1921'de kurşuna dizildikten sonra, Anna bir süre sonra yaptığı evlilik de sona erince, Nikolay Punin ile birlikte yaşamaya başlar. Ne var ki o da karşı devrim faaliyetleri suçlamasıyla Gulag Kampları'na gönderilir ve orada yaşamını yitirir. Önemli bir tarihçi olan oğlu Lev Gumilyov de annesinin muhalif tavrı nedeniyle uzun süre sürgünlerde kalır.

Ahmatova’nın şiirlerinin yayımlanması, 1925'den 1940'a kadar yasaklanır. 1935 ve 1940 arasında yazdığı, Stalin dönemini eleştirdiği ünlü şiiri Requiem, Anna’nın şiirlerinin yasak olması nedeniyle, 1963'e kadar onun güvendiği on kişi tarafından ezberlenerek korunur.

1964 yılında İtalya’da uluslararası Etna-Taormina şiir ödülüne değer görülen Anna Ahmatova, 1966 yılında, Moskova yakınlarındaki Domodedevo’da yaşamını yitirir.

Karlı bir günde alınıp götürülen ve dönmeyen kocası için yazdığı şiiri tekrar okuyalım:

BİLMİYORUM, YAŞAMAKTA MISIN, ÖLDÜN MÜ?

Bilmiyorum, yaşamakta mısın, öldün mü?

Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni

Yoksa, akşamın yaslı karanlığında

Bir ölüyü mü düşünmeli..

Her şey senin için: Gün boyunca dualarım,

Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;

Şiirlerimin beyaz sürüsü,

Ve mavi yangını gözlerimin..

Hiç kimse daha yakın olmadı bana,

Hiç kimse böylesine üzmedi beni,

Acıya salıp gidenler bile,

Okşayıp bırakanlar bile hatta.

Anna Ahmatova

(Çeviri: Ataol Behramoğlu)