'Livaneli’nin Penceresi’ndeki ışıkla yeşermek

Zafer Köse’nin Zülfü Livaneli ile yaptığı söyleşi 'Livaneli'nin Penceresinden', edebiyattan, sinemaya, politikadan, Türkiye’nin yakın tarihine pek çok şeyden söz ediyor. Söyleşi, bu kavramları günümüzle de kıyaslayarak, bir sosyal gözlem yapıyor ve Türkiye’nin değişim dönüşüm hikâyesini anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Büşra Sanay

"Kitapta hepimizi ilgilendiren konular hakkında konuşuyor Livaneli. Çoğu insan onunla konuşmak ister. Bana sorarsanız onunla konuşmak, onu dinlemek derya denizdir. Aydınlatır. Hissedersiniz. Herkes elbette onunla konuşma olanağını yaşayamayabilir. Tam olarak bu kitap, Livaneli ile konuşmak isteyen kişilerin okumasını istediğim bir kitap. Ne demek istediğimi her satırda daha iyi anlayacaksınız."

Kelimelerin cümlelere dönüştüğü, düşüncenin hayalle kavrulduğu, hissedilenin notayla şekillendiği ve tüm bunların harmanıyla ortaya koyduğu eserleriyle Zülfü Livaneli, yarım yüzyılın da hafızası demek. Ülke tarihine sanatıyla, bilimiyle damga vurmuş insanları da olan Livaneli, onlarla olan yaşanmışlıklarını anlatırken bile kişi kendine kaydeder dinlediklerini ve bu, ister istemez olur. Size ait değildir anlatılanlar ama sizden gibidir artık. Neredeyse hiçbir yerde yazmayan bu anlatıları ise hem Zülfü Livaneli’yi hem de bazı şeyleri çok da dolaylı olmadan anlamamıza sebep de olur. Belki de parçaları birleştirmenin mutluluğuyla ortaya çıkandan gelen hazzı yaşamak güzeldir.

Edebiyatına baktığımızda her çıkan kitabından önce, konusuna dair yaptığı uzun araştırmaları, kitabın kurgu ve karakterleriyle okuyucuya öyle işler ki siz de bir karaktersinizdir artık. Kitapta karakteri ya da o an olan olayı anlatırken andığı müzik parçaları benim de uzun zamandır dinlediğim eserler olmuştur. Hoşuma da gidiyor açıkçası. Mesela klasik müzik listeme, bilmediğim ve dinlediğimde keyif aldığım birini eklemek. Ya da bildiğimi düşündüğüm bir hikâyenin aslında öyle olmadığını öğrenmek. Ya da göç yolunda neler yaşandığının perde arkası, diyaloglar. Hem bakış açısı ekliyor hem de perdelerimi tülleştiriyor… Salt hikâyeyi anlatmaktan ziyade, öğretici bir yönü vardır eserlerinde.

Livaneli'nin Penceresinden, Zülfü Livaneli, Zafer Köse, 432 syf., Doğan Kitap, 2019.

Sevgili Zafer Köse’nin Zülfü Livaneli ile yaptığı Livaneli’nin Penceresinden / Batının Kibri ile Doğu’nun Cehli Arasında nehir söyleşi kitabında Livaneli, çok özel cümleler ve düşünceler paylaşıyor okuyucuyla. Edebiyattan, sinemaya, politikadan, Türkiye’nin yakın tarihine, İstanbul’a, roman yazarının bakış açısına, müziklerine kadar, yaşantısından, bildiklerinden, gördüklerinden, okuduklarından, düşünüşüne etki eden pek çok şeyden söz ediyor. Ve bunları da günümüzle kıyaslayarak, bir sosyal gözlem yaparak, Türkiye’nin değişim dönüşüm hikâyesini de anlatıyor. Okuyucu Livaneli’nin Penceresinden bakarak yıllar öncesini ve sonrasını net bir fotoğrafla zihninde çizebiliyor.

İlerleyen zamana rağmen geriye giden dünyanın vahametini de öyle vurucu anlatıyor. Çünkü dünya teknik olarak ilerlerken, vicdan ve merhamet noktasında ya geriledi ya da aynı noktada. İnsanın hayata ve kendine dair geliştirdiği fikirlerdeki derinsizlik, ortaya bir fikir atmadan önce kendini geliştirmesindeki özensizlik diz boyu.

ARTIK KARTPOSTALLAR BİLE KALMAYACAK

Livaneli’nin, kültürel sorunların kökenine dair yorumları dikkat çekici ve düşündürücü. Özellikle kent ve hatırlamak üzerine söyledikleri: “Hafızamızı ne kadar zorlarsak zorlayalım İstanbul’un eskiden ne olduğunu hatırlayamayacağız. Deneyimlerimizi, tarihimizi, anılarımızı yok ederek her birimizi birer nostalji avcısına dönüştürüyorlar.” Kesinlikle! Hangimizin okuduğu okul yıkılmadı ve yerine başka bir şey yapılmadı? Ya da hangimizin çocukken oyun oynadığı yer, büyüdüğünde bıraktığı yer? Bu cümleleri okurken, biliyorum ki zihninizden sizin de benzer şeyler geçecektir. Acı ama gerçek olan da ortada. “Kartpostallara bakıp duruyoruz” derken Livaneli, ben de artık kartpostallar bile kalmayacak böyle giderse demek isterim.

“Yazılan mekânsız yazılar, romanlar belki bildiğimiz kentin, gerçekliğin yok olmasındandır.”

'TOPLUMUN DNA'SI BOZULDU'

Romanlarında da insanı, gerçeği, acıyı, kanaatsizliği, düzenbazlığı, iyiliği yani insana dair her şeyi ona dokunarak anlatan Zülfü Livaneli, nehir söyleşide toplum sosyolojisine dair “Bir toplumun DNA’sı bozuldu” diyor. Net. Ama eğer başımızı sosyal medyadaki beğenilmek kaygısından kaldırabilirsek görebiliriz ki bahsettiğim şey de belki o bozukluk zincirini oluşturan sağlam bir halkadır. Her gün haberlerde verilen aile katliamları, kadın, çocuk cinayetleri ve tecavüzleri zaman geçtikçe artıyor ya da hepten canileşiyor. Eskiden tek sayfa olan 3. sayfa haberleri şimdi haber bültenlerinin sıralamasının neredeyse tamamını oluşturuyor. Geçen gün artık sorguladığımız şey “neden herkeste silah var?” sorusu oldu. Çok basit bir soruydu bu. Ama verilen hiçbir yanıtın beni tatmin edemeyeceği bir soru. Eskiden toplumu koruyan değerlerden söz edilen söyleşide, artık bunların kıymetini yitirdiğini ve arada sallanıp durduğumuz söyleniyor. Bütün bunları okurken, bizden çok sonra da bu dünyaya çocukların geleceğini düşününce insanın içi sızlıyor, şimdiden durum içinden çıkılamaz bir durumdayken.

Zülfü Livaneli, “Aydınlanma çağlarının ürünüydük bizler” derken, içimden geçen şey keşke ben de o çağların ürünü olsaydım oluyor. Çünkü hakikaten artık insanlar bilgilerini paylaşmıyor, kullanabileceği bir yer olduğunda tek ürettiği ya da bildiği şey, o paylaşacağı bilgiden başkası olamazmış gibi söylemiyor. Edebiyattan felsefeye, müzikten resme geniş bir yelpazeden, bunlar hakkında bilmek ve fikir sahibi olmaktan bahsederken Zülfü Livaneli, benim denk geldiğim düşünmeyi yok sayan ezberci eğitimin sonucu, ne çok çocuk o yelpazenin yanından bile geçemedi kim bilir! Bizimkisi bir yok ediliş hikâyesi belki de!

Bir düşüncenin getirdiği duygunun müziğe mi, romana mı, filme mi aktarılacağı, hangi durumda bunun hangisine uygun olacağı üzerine bir konuşma var kitapta. Çok açıklayıcı. Ki elbette her okur kitabı okurken filmi kafasında çeker ve karşılaşırsa kitabın uyarlamasıyla ya hayal kırıklığına uğrar ya da olağanın üstündeydi der. Ortası yoktur, en azından benim için öyle. Livaneli kitapları okurken en çok yaşadığım şey ise hemen arka fonda beliren müzik. Zihnim betimlemelere uygun müzikler üretiyor Livaneli romanlarını okurken. Mesela bir baloda geçiyorsa olay, nedense zaten zihin oraya uyacak notaları yerleştiriyor, küçük bir evden, odadan bahsediyorsa bir kapı gıcırtısı ya da kış mevsiminde geçiyorsa ise pencere kenarından gelen rüzgâr ıslığı ile o gerçekliği yaşayabiliyorum. Bu konular üzerine Zafer Köse’nin sormuş olduğu o soru şimdiye kadar aklıma gelmemiş bir soruydu ve beni de düşündürdü nasıl düşünemedim diye. Çok hoşuma gitti. Hem soru hem de yanıttan doyabilmem... Bir taraftan söyleşideki her konu özellikle gençlere ışık niteliği taşıyor. Okudukça yanıtlar daha da uzun olsaymış diye takip ettim satırları. Her ne kadar bir yerde noktalanması gerekmiş olsa da daha da okumak ve fikirlerinin neler olduğunu öğrenmek ben ve pek çok genç için oldukça kıymetli.

Büşra olarak, film müziklerine hayatımda çok özel olarak yer veren biriyim ve Zülfü Livaneli’nin özellikle filmlerdeki sahneler için duyguyu yaratmak adına nasıl düşündüğünü öğrenmek güzel oldu. Mesela bazı enstrümanlar vardır, ney ve kemane gibi. Onların belki de insanları hazır duygulara itmiş olabileceğini hiç düşünmemiştim ve yönlendirebileceğini. Ki ara ara memleketten insan manzaralarına denk geldikçe bir anda hemen bir müzik çalıverir beynimde. Bir çocuğun elinin kirin gördüğümüz sahneye bile. O yüzden bu konuşmada da bir pencere daha ekledim kendime. Müzik, hayatımın çok büyük bir kısmını oluşturuyor çünkü. Üstelik müzik bana sorarsanız sinemada çok şey demek.

'KİŞİLER KELİMELERİN ŞIKLIĞINI SEVİYOR'

Livaneli’nin entelektüel ve aydın tanımlamalarına dair söyledikleri ve ayrımı ise kişilerin bunu mertebe gibi gördüğünü bir kez daha gösteriyor. Bana göre de kişiler kelimenin şıklığını seviyor, içini doldurmayı değil belki de. Mesela kitapta “unvan fetişizmi” bölümü var. Ama Livaneli’nin sonradan söyledikleri asıl yine içimizi acıtan, hatta başkalarını güldüren o tabloyu da net açıklıyor. Şöyle ki; “Toplumun cahil kesimleri bu “profesör” unvanını görünce önemli bir şey sanıyor. Oysa gerçek bir bilim insanı unvanların arkasına saklanmaya tenezzül etmez. Siz hiç Profesör Karl Marx, Profesör Voltaire diye birilerini duydunuz mu?” diyor. Nedense Türkiye’de buna inanılmaz önem veriliyor. Kişiler kanallarda katıldıkları yayınlarda bile mesleği ve ismi yazıldığında itiraz edip “ben koskoca profesörüm lütfen düzeltir misiniz?” diyor. Ki bunları dinlediğimde bana çok düşündürücü gelmişti. Önemli olan işini yapman değil mi? Zaten çalışmış ve o unvanı almışsın. O seni ilgilendirir beni değil ama bu kadar göze sokmak niye diye düşünmüştüm ki hâlâ ara ara da denk geldikçe düşünürüm.

Kitabın sayfaları ilerledikçe öğrendiklerim hepten çeşitleniyor. Toplumun Atatürk’ü nasıl sahiplendiği de var, uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen unutamadığı Çorum’daki cem töreni de, Bektaşilik de. Kitapta hepimizi ilgilendiren konular hakkında konuşuyor Livaneli. Çoğu insan onunla konuşmak ister. Bana sorarsanız onunla konuşmak, onu dinlemek derya denizdir. Aydınlatır. Hissedersiniz. Herkes elbette onunla konuşma olanağını yaşayamayabilir. Tam olarak bu kitap, Livaneli ile konuşmak isteyen kişilerin okumasını istediğim bir kitap. Ne demek istediğimi her satırda daha iyi anlayacaksınız.

Zülfü Livaneli ile konuştuğumuz bir günden sonra topluma ciddi faydasını dokunduğunu düşündüğüm bir çalışma yaptım. Bundan gurur duyuyorum. Ve onun aydınlatmasıyla yaşadım bunu. Herkesin karanlık bir tarafı olabilir. Ama unutmayalım ki ışık her yere girer. Yeter ki kişi ışıldamak istesin.

Çok yönlü olan ve benim gözümde bir filozof olan Livaneli’ye ve onunla bu nehir söyleşiyi gerçekleştiren Zafer Köse’ye bu topluma bırakılacak bu eser için teşekkür ediyorum. Çünkü her zaman romanlar olmuyor, hikâyeler, filmler, anlatılar olmuyor. Topluma çok faydası olmuş, düşüncelerine önem verilen, eserlerine kıymet verilen, kendine saygı duyulan birinin çıkıp tüm yönleriyle, öz eleştirileriyle yaşadığı hayatı süzerek anlatması gerekiyor ki örnek alalım, belki nasihat bulalım.

Tabii eğer çağın dışında da yaşamak istiyorsanız... Onun yolunun yaşatmaktan geçtiğine inananlardanım. Mutluyum ki böyle bir başucu kitabı artık herkesin ulaşabileceği yerlerde…

Bize okuyup düşünmek düşüyor…