Zülfü Livaneli okurlarına selam!

1970’lerden 2020’li yıllara; köklü değişimlerin yaşandığı on yıllar boyunca, nasıl oluyor da bir sanatçı aralıksız biçimde kitlelerin ilgisini çekiyor? Zülfü Livaneli nasıl oluyor da, öncekilere benzemeyen yapıtlarıyla tekrar tekrar dinleyiciden, okurdan onay alabiliyor? Neden 40 yıl önceki yapıtları, insanların çeşitli güncel gelişmeleri algılamasına eşlik edebiliyor?

Google Haberlere Abone ol

Zafer Köse

Kitapçının rafında duran bir kitaba uzanıyorsunuz, alıyorsunuz. Dükkanda dolaşıp kitapları inceleyerek, arka kapaklarını okuyarak mı seçtiniz onu? Yoksa kararınızı önceden vermiş miydiniz? Okuduğunuz tanıtım yazıları veya bir arkadaşınızın önerisi mi etkili oldu? Peki, internetten sipariş verirken? Okuyacağınız kitapları nasıl seçiyorsunuz?

Emin misiniz? Kitaplarınızı siz mi seçiyorsunuz? Hani Schpenhauer, “İnsan istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez” diyor ya… Seçtiğiniz bir kitabı alıp okuyorsunuz ama o “seçim” gerçekten sizin istenciniz midir?

Bir arkadaşınızın veya tanıtım yazısını okuduğunuz bir yazarın önerisiyle hareket etmek, elbette onu “sizin tercihiniz” olmaktan çıkarmıyor. Başka bir öneriye uymayabilirdiniz. Ama size ulaşan önerilerin ortaya çıkmasında belirleyici olan ve sizin onları değerlendirmenize etki eden bazı mekanizmalar olmalı. Hayatın biraz derinliklerinde; piyasaların, kapitalizmin karmaşık işleyen mekanizmaları. Reklamla, tanıtımı iyi yapmakla, öyle basit yollarla açıklanamayacak, uzun yıllara yayılan, modalar, akımlar yaratan, genel anlamda bir “okur beğenisi” şekillendiren, bazı ilgiler ve ilgisizlikler ortaya çıkaran bir şey… Bu mutlaka dönemle ve yaygınlaşan dünya görüşleriyle ilişkili olsa gerek.

PINARIN BAŞINDA

Sonunda, yıllarca biriken notlarımı ve sorularımı toparladığım küçük kağıtları çıkarıyorum. Zülfü Livaneli’yle Bodrum’daki evinde karşılıklı oturuyoruz. Telefonumdaki uygulamada ses kaydını açıp aramızdaki sehpaya bırakıyorum. Livaneli, daha ben bir şey sormadan konuşmaya başlıyor.

Böylece, uzunca hazırlıklardan ve program takvimimizi belirledikten sonra, yoğun çalışma sürecine giriyoruz. Ne var ki, elimdeki kağıtta yazan birinci soru ile Livaneli’nin o sırada açıkladığı düşünceler bambaşka konular. “Sohbet” kavramı üzerine konuşuyor, yürüye yürüye konuşan, tartışan, o bölgede yaşamış ve sohbeti bir düşünme yöntemi olarak geliştirmiş düşünürlerden söz ediyor. Sokrates ve diğerlerinden, “akademi” sözcüğünün ortaya çıkışından. Daha ilk dakikalarda anlıyorum ki, bu söyleşi planladığım gibi ilerlemeyecek. Bütün notlarımı ve aklımdaki soruları bir kenara bırakıyorum. Bırakıyorum… Sözler çağıl çağıl aksın, taşları engelleri aşsın, düşünceler ışıldasın.

Artık bu çalışmaya “nehir söyleşi” denmesinden rahatsız değilim; kitabın türüne sadece “söyleşi” denmesini önermekten, bunu yayıneviyle konuşmaktan vazgeçiyorum. Bir nehir gibi ilerleyen, bazı yerlerde coşup çağlayan, bazen de duru bir su gibi akan düşüncelerin zaman zaman kollara ayrılması, sonra bir kısmının toparlanıp tekrar ana nehre dönmesi ne güzel. Üstelik onca araziyi suladığı, onca farklı yere ulaştığı halde, sürekli katılan kaynaklarla, nehir gittikçe hızlanıyor, derinleşiyor.

Çoğu zaman yapıldığı gibi, biyografi ve otobiyografi alanındaki bir eksiği giderecek biçimde hazırlanıp adına “nehir söyleşi” denen bir kitap çalışması yürütmüyoruz. Livaneli’nin Penceresinden, bu kitap türüne bir katkıda bulunuyor diye kabul edilebileceği gibi, “nehir söyleşi” tanımına bir itiraz da sayılabilir.

Livaneli'nin Penceresinden, Zülfü Livaneli, Zafer Köse, 432 syf., Doğan Kitap, 2019.

PENCERENİN MANZARASI

Hazırladığım soruları ve notları kullanmadığım için asla “boşuna uğraşmışım” diye hissetmiyorum. Böyle bir çalışma için zaten bir iki yıllık hazırlık yetmez diye düşünüyorum. Veya bir hazırlığa gerek yok diye. Akışa katılıp zaman zaman kısaca araya giriyorum. Ama en başta belirlediğimiz prensip değişmiyor. Anlaştığımız çerçeve aynı. Kitabın amacı aynı.

Bu söyleşiyi, Livaneli’nin hayatını anlatmak için gerçekleştirmiyoruz. “Zülfü Livaneli’nin gündelik hayatı” gibi veya “İnsan Livaneli” gibi yaklaşımları magazin alanındaki dostlara bırakıyoruz. Onlar da herhalde başka sanatçılara, başka yıldızlara yönelecektir. Biz, günümüzün ve geleceğin okurlarına, bir Livaneli Penceresi sunmaya çalışıyoruz.

Bütün entelektüeller, bütün sanatçılar, düşünürler; hayatı gözlediğimiz ve dünyayı algıladığımız birer pencere değil midir? Dünyaya baktığımız açı, akıp giden hayatı algılayışımız, gördüklerimiz, duyduklarımız, hissedip anladıklarımız biraz da o pencereler sayesindedir. Çok sayıda insan için “Livaneli Penceresi” diye bir gerçeklik zaten var. İşte bu pencerenin kanatlarını alabildiğine açmak, bir esinti oluşturmak istiyorum. Kendi merakımı gidermekten çok, tarihe not düşmek için, okurlar adına sorular soruyorum, dağılan kolları toparlayıp tekrar ana nehre yönlendirmeye çalışıyorum.

Livaneli’yi dinledikçe, zihnimde dönüp duran sorular çoğalıyor. Yenileri ortaya çıktıkça, sormak için fırsat beklediğim birçok sorudan vazgeçiyorum. Kabul ediyorum, bu kitap asla tamamlanmayacak. Belki ileride, yayınlandıktan sonraki yıllarda yeni bölümler, yeni sorular eklemek gerekecek.

AKIŞA KARŞI

1970’lerden 2020’li yıllara; köklü değişimlerin yaşandığı on yıllar boyunca, nasıl oluyor da bir sanatçı aralıksız biçimde kitlelerin ilgisini çekiyor? Zihnimdeki girdap içinde bastırdıklarım, ertelediklerim arasından bu soru sürekli öne çıkıyor. Livaneli nasıl oluyor da, öncekilere benzemeyen yapıtlarıyla tekrar tekrar dinleyiciden, okurdan onay alabiliyor? Neden 40 yıl önceki yapıtları, hiç de nostalji duygusu yaratmadan, insanların çeşitli güncel gelişmeleri algılamasına eşlik edebiliyor?

Kullanmadığım notların içinde de vardı bu soru. Ama böyle soruların doğrudan yöneltilmesinin pek anlamlı olmayacağını da fark ediyorum. Birkaç soru-cevapla açıklanabilecek bir durum değil ki. Öte yandan, başka bazı eksiklikler kabul edilebilirse de, böyle bir sorunun eksik kalmaması gerektiğini düşünüyorum.

Ve yayına hazırlama aşamasındaki gözden geçirmelerimiz sırasında görüyorum ki, boşuna kaygılanmışım. Bu sorunun yanıtı, tek tek soru-cevap düzeyinde değil ama kitabının bütününde ortaya çıkmış.

Dönemin hakkını vermek, ona uyum sağlamaktan çok direnmekle mümkün olabiliyor. Halka güvenmek, insanların en nitelikli yapıtların değerini anlayacağına inanmak, kitleselliğe sisteme uyumla ve modalara yönelmekle değil, herkesi ilgilendiren hayata dair yapıtların derinliğiyle ulaşmak, sanatın köklerine bağlı kalmak…

Hem savunduğu düşünceler, hem geliştirdiği sanat teknikleri, hem de yarattığı üsluplar yönünden, ortaya çıktığı günden beri Livaneli’nin yükselen dalgalara aykırı duruşu, uzun bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Aslında daha önemlisi, her zaman onun bu tavrını onaylayan insan sayısının büyük kitleler oluşturacak düzeyde olması. Bu konu, üzerinde kapsamlı biçimde çalışılmasını bekliyor.

Ama şu açık bir gerçek: Söyleşi boyunca bütün sorular ve düşünceler, bugünün ve geleceğin okurları için dile getirildi derken, her türlü okuru kastetmiyoruz. Böyle bir şey mümkün olmadığı gibi, gerekli de değil. Bu kitap, çağın hakkını ancak çağına direnerek verebileceğini düşünen sanatçıları onaylayan okurlar için hazırlandı. Kanıksadıkları görüşleri derleyip toplayıp düzgünce dile getiren yazarları değil, gerektiğinde kendilerini rahatsız edecek düşünceler üreten yazarları sevenler için. Bu da elbette bir seçim, bir tercih.

SELAM OLSUN

Livaneli’nin Penceresinden kitabının matbaadan yeni çıkan bir nüshasını alıp bakıyorum. Şefkatle, umutla. Hızlıca göz atarak sayfaları çeviriyorum. 386’ıncı sayfada duruyorum.

Düşünüyorum: Okurun kitabı seçmesi kadar, en az o kadar, kitap da okuru seçiyor. Söyledikleriyle, söylemedikleriyle, söyleyiş biçimiyle, yazarının genel tavrıyla… Belli kitaplar belli okurları çağırıyor. Bunu hissetmiş olmalıyım ki, Livaneli’nin sözlerinin heyecan yarattığı bir yerde, nehir akıp giderken, o sayfada kısaca araya girip Livaneli’ye şöyle demişim:

Keşke olabilseydi de, bu satırları okuyacak iyi insanlar, güzel, yiğit dostlar şu anda burada, sizden bu sözleri canlı biçimde duyabilseydi. Ama onlar hakkını vererek okuyacaktır. O büyük kitleyi, büyük insanlığı, umudumuzun kaynağı o insanları buradan selamlıyorum.