Murat Çelik: Birinci tekil anlatma iştahımı kabartıyor

Murat Çelik'in öykü kitabı 'Eve Dönmeyen Hayvan' Everest Yayıncılık tarafından yayımlandı. "Gerçeğin somut varlığından yara almayı önemsiyorum" diyen Çelik'le kitabını ve öykülerindeki biçimsel tercihini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Son öykü kitabı Eve Dönmeyen Hayvan'la dikkati çeken yazar Murat Çelik, duru bir dille okur karşısına çıkıyor. Hayatın önüne çıkardığı engellerin eğip bükmeye çalıştığı iradeli kahramanların öykülerinin anlatıldığı kitapta, hüzne sarmalanmış finaller bekliyor alıcıyı. Çelik, anlatımını “kendi gözünden” kurarken, düşüncelerini, “Birinci tekile bürünebilmek anlatma iştahımı kabartıyor. Hızlanabiliyor, yavaşlayabiliyor, ritim dengesini ayarlayabiliyorum. Sahici olana yakın” sözleriyle açıklıyor.

Çelik ile Eve Dönmeyen Hayvan'ı konuştuk.

Klasik olarak başlayalım. Kimdir Murat Çelik?

30 yaşındayım, arkadaşlık, yoldaşlık ettiklerimin kurdukları cümlelerim.

Yumru adını verdiğiniz geniş başlık, birer çağrışım ya da andan oluşan deneysel bir biçimle yazılmış öykülerden oluşuyor. İntihara programlı “doğum günü çocuğunun” bir günlük zamanını bu biçim ve içerikle anlatmanın olanakları sizce nedir? Ölüm düşüncesi, kısa anlardan, çağrışımlardan ve belirli belirsiz sınır ya da sınırsızlıklardan mı oluşuyor?

“Doğum günü çocuğu” değil, ölmeye plan yapmış biri o. Öleceği gün gelip çattığında, yani doğum günü geldiğinde, unutmuş yapıyor, rutinini bozmuyor. Gün, sahnelerden, anlardan mevcut; içine dahil olduğumuz şimdi ve hatırladıklarımıza, hayalini kurduklarımıza uzandığımız zaman dilimleri. Ölüm düşüncesine gelirsek; herkes sonunu merak ediyor, sonu hakkında hamle yapamayacak, akışın içinde gerçekleşecek olana razılar bir de kendi sonunu yazma eğiliminde olanlar. İkisinden ikincisi.

'BİRİNCİ TEKİL, SAHİCİ OLANA YAKIN'

İki farklı hikâyede yer bulan, “Başkalarının hikâyelerinde var olmak istemem” ve “Kendi başına gelebilecek olanın ihtimali bile gerçekleşmiş olandan daha dikkate değer” cümleleri, “benci” anlatımın en nesnel ifadeleri. Edebiyatın, “ben”le olan ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

Birinci tekile bürünebilmek anlatma iştahımı kabartıyor. Hızlanabiliyor, yavaşlayabiliyor, ritim dengesini ayarlayabiliyorum. Sahici olana yakın. Karşıya geçip baktığımda, oradan seslendiğimde ise sözüm geçmeyebiliyor, Kemo’ya sözüm geçmedi mesela, bir katmanı daha vardı o öykünün ama orada bırakmam gerekti, fazlasını taşıyamadı, çünkü o biraz da benim anne ölüm korkum. Bir devam-öykü yazmayı düşünüyorum, bakalım.

'Ben' değerli bir örgütlenme, onun evini kurmaya, çatısını kapatmaya uğraşıyor insanlık. Ben’in yaptığı her şey yazmaya değer değil ama. Mesafeye inanıyorum, 'ben'le pazarlık etmeden nesnel kalabilmek mühim.

Eve Dönmeyen Hayvan, Murat Çelik, 126 syf., Everest Yayınları, 2019.

'YAŞADIĞIMIZ İÇİN ÖLÜYORUZ'

Öykülerde hemen hemen göze çarpan ilk mefhum “ölüm”. Bir yazar olarak ölüme dair düşüncelerinizi nasıl açıklıyorsunuz?

Ölmek için yaşıyoruz ya da 'yaşadığımız için ölüyoruz'. Uzatmamak gerekiyor fakat bazı güzel bahanelerimiz var. Bir kadınla uzatıyoruz yaşama isteğimizi, annemiz oluyor; gözü bize alıştığı için, onu mahrum bırakmamak adına. Benim bulabildiğim bahane budur belki. Biricik son hakkında genel bir izah yapamam. Herkes bahanesi kadar yaşatır kendini. Ani bir final kurgu dışıdır.

Bir genelleme yapacak olursak, öykülerinizin ağırlıklı kısmının aile içerisinde geçtiğini söyleyebiliriz. Ailenin odağında olduğu, karakterleri bu kurumun fertlerinin oluşturduğu öykülerde, pek çok konuyu ele alıyorsunuz. Aile kavramını nasıl tanımlıyorsunuz? Bu yapı birimini öykülerinize konu etmenizin sebebi nedir?

İktidarla ve politikayla tanıştığımız ilk öğrenme alanı. Annemin beni çok sevdiğini bilip onun şefkatinden yararlanmışımdır; kuralların dışına çıktığımda otoriteyle, babamla karşılaşmışımdır; harçlığa itirazım olduğunda gözümü kardeşimin parasına dikmişimdir. Sokağa çıktığımızda, arkadaşlar edindiğimizde, okula gidip tanış sayısını artırdığımızda nasıl davranacağımızın ilk prova mekânıdır aile.

Öyküleriniz, birilerine ya da bir şeylere geç kalmış, “yarım”da var olmuş, eksik kalmış ve hüzünle sarmalanmış duyguları ya da durumları anlatıyor. Sizce, modern insanın en büyük trajedisi, bu tamamlanamama hali midir?

Reyimi hüzne yahut sevince; tarafgir, yorum duyguya değil de gerçeğe basardım. Gerçeğin somut varlığından yara almayı, yarayı kaşımayı, devam edebilmeyi önemsiyorum. Modern insanın ilkelliği beni pek ilgilendirmiyor. Şehirdeyim, bir büyükşehirde; rolümü icra edip zamanı geldiğinde, umarım zamanın geldiğini anlayabilirim, beni beklemeyen, varlığımdan dahi haberi olmayan türlü bitkilerin, hayvanların yanına dönmek istiyorum.

Öykülerinizdeki türsel geçişlerin ve sanatsal harmanlamanın yeni bir dil ve biçim ortaya çıkardığı düşünülebilir. Resme ve şiire “karışan” anlatı, deneysel bir metne ulaşmanızı kolaylaştırıyor. Bu biçimsel tercihin sebebi nedir?

Anlatılmayan/yazılmayan hikâye yoktur. Herkes biraz da gösterme gücünü sınıyor. Ben de “başka bir şey” arıyorum. Gazetelerin ilan sayfalarına bakın, orada da hikâyeler var, yan-masa hikâyeleri var, yeter ki kulağınız olsun, yanlış okumalardan şiire varılır daha çok, ama gözün o yanlışa vardığı bir bilinçaltı var, onun da hikâyesi deşilebilir.

Biçim sadece bazı eklentiler, boşluklar ya da sekmeler değil. Kitap bütünlüğünü mimari bir yapı gibi düşünmek gerekiyor. Sona ermişlik, haz değil, vaat eden metinler de olmalı. Hatta güzel-estetik toplam bozulabilmeli de.

'HER ÖLÜ GİBİ, YAŞIYOR'

Kitabınızın kapağında yer alan, ölü olduğunu tahmin ettiğimiz kuşa, bu kitabın yazarı olarak bir paragraflık bir mektup yazacak olsanız ne yazardınız?

Bence o ölmedi, fotoğrafı bize kalmış her ölü gibi yaşıyor, iki boyutlu sadece.

Günleriniz nasıl geçiyor? Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?

1 yıldır İstanbul’dayım, güzel görüntüyü ve kaosu izliyorum, düzeltmenlik yapıyorum. Tamamlanmış bir şiir dosyam var, bazı yeni öyküler var, novella olacağını umduğum girizgâhım. Bir de becerebilirsem türkü yazmak istiyorum, iki dizesi tamam.