Tiranlık gerekleri ve geleneği

Son yıllarda sıklıkla politik tartışmalarda kullanım bulan tiran ya da tiranlık konusuna açıklık getirilmesine katkıda bulunacağı düşüncesi ile bu alanda asıl ve ilk kaynak olma özelliğindeki Aristoteles'in Politika adlı eserinden bir derleme Erdoğan Işık tarafından çevrildi. 'Tiranlık Gerekleri ve Geleneği' başlıklı derlemenin çevirisi, asıl metinden (Eski Helence), Almanca ve İngilizce çevirileri ile karşılaştırmak suretiyle gerçekleştirildi.

Google Haberlere Abone ol

Erdoğan Işık

Son yıllarda tiranlık ve diktatörlük gibi kavramlar ve tanımlamış oldukları yönetsel düzenler, güncel politik tartışmalarda sıkça kullanım buldular ve bulmaktadırlar. Kuşkusuz bazen suçlama, bazen yakıştırma ve bazen de tanımlayıcı olarak belirmektedirler. Toplumların anayasal düzenlerine ve yönetim sistemlerine dair tartışmalar ve ilgili analizlerin yeni olmadığı, tanımlayıcı kavramların etimolijilerinden zaten anlaşılmaktadır. Atina Demokrasisi’nin sağlamış olduğu ortam ve eğitimdeki açılımı, diğer alanlarda olduğu gibi anayasal düzenlerin tartışılıp değerlendirilmelerini de sağlamıştır. Bir tarihçi olarak Herodot, Atina’daki bu yönlü tartışma ve değerlendirmeleri, Persler bağlamında sunmayı yeğlemiştir (III 80-86). Daha sonrasının diğer bir tarihçisi Thukydides ise Atina’nın içinde bulunduğu savaş koşullarında ve kısa süreli oligarşik darbe acı deneyiminden sonra özlemi içinde olduğu bir anayasal düzenden (azınlık ile çoğunluk arasındaki bir uzlaşı ve karma sistemi olarak metria synkrasis) söz etmekten geri kalmamıştır (VIII 97, 1-2). Bunun yanı sıra drama (Aiskhylos, Euripides gibi) ve komedi (Aristofanes gibi) yazarları da özellikle içinde yaşamış oldukları demokrasinin olumlu ve olumsuz yönlerine övgü ve yergi ile vurguda bulunmuşlardır. Düşünce tarihi ve felsefi açıdan ise Platon’un diyaloglar çerçevesindeki yaklaşımı ile Aristoteles’in daha kapsamlı saptamaları, analizleri ve önermeleri günümüze kadar olan tartışmalara kaynaklık etmektedirler. Aristoteles’in Politika’daki anayasal düzenlere dair inceleme ve analizinin asıl amacı, kendisinin de belirtmiş olduğu gibi (II 1, 1260b 27ss.) kent devleti (polis) ve vatandaşları için en uyumlu ve en iyi olanını ortaya koymaktır. Bu yaklaşık 2350 yıl öncesindeki yazılı eser, dönemi ile öncesindeki yüzyıllarda ve daha çok Helen kent devletlerindeki gelişmeleri temel almak ve örneklemek suretiyle belirlemelere gitmiştir. Bu aradaki gelişmeleri okuyucuların bilgi ve yorumuna bırakarak şimdilik bu yönetsel düzenlerden tek kişinin hakimiyetine dayanan ve bir zorbalık rejimi olan tiranlığa dair bir derlemenin çevirisi ile yetinelim. Başka bir önemli nokta, Helence yazılı kaynaklarından günümüz terminolojisine geçmiş olan ‘tiran’ ve ilişkili ‘tiranlık’ kavramları, aslında ‘Batı-Anadolu’ kaynaklı olup Frigya ve olasılıkla Lidya bölgelerinde tek kişi egemenliğini (şah, padişah, malik gibi) tanımlayan bir unvan idi.

Belirtilen zorbalığa, hukuksuzluğa ve sindirmeye dayalı tiranlık rejimi ile daha sonrasındaki ve de günümüzde aynı biçimde tanımlanan bir kişinin hükümranlığını esas alan yönetim biçimleri ile benzerlik bağlantısı kurulabilinir mi? Sınırlı ölçüde evet. Çünkü daha sonrasının ve günümüz zorbacı rejimleri, daha geniş coğrafyaya yayılmış, bazen dinsel ve bazen politik bir ideolojinin ve bazen de etnik ögeleri esas almış olan ve adına ‘devlet’ denilen bir oluşumla egemenlik kurmuş ve bunu sürdürebilmektedirler. Dolaysıyla daha karmaşık ilişkiler, etkileşimler, yapılanmalar ve yönelimler belirmiştir. Aynı zamanda güce kavuşmanın ve elde edileni korumanın araçları çeşitlenmiş olup daha etkin hale gelmişlerdir. Bu açıdan Helenlerin kent devletinden oldukça farklılık gösterirler. Ortak olan ögeler ise insanın doğasından kaynaklıdırlar. Birbirleri ile bağıntılı olarak güç edinme ve varlık sahibi olmak (zenginlik) arzusu; eldeki etkin araçlar sayesinde zorbalık, haksızlık, yalan ve iftira ile kazanılanın korunması güdüsünden kaynaklı norm dışı önlem ve uygulamalardır. Bu sarmaldan çıkışın yolu, her türlü gazaba ve haksızlığa uğramışların daha iyiye, güzele, yakışana ve layık olana ulaşmak için birlikte hareketliliğinden başlar.

Notlar:

1. Çeviri, asıl metin temel alınarak, Almanca (E. Schütrumpf, Aristoteles, Politik, Darmstadt 1991-2005) ve İngilizce (H. Rackham, Aristotle, Politics, Cambridge, Mass. Yenibasım 1990) çevirileri ile karşılaştırılmak suretiyle yapılmıştır.

2. Kitap ve bölüm numaralandırmaları farklılık gösterdiğinden çevirinin izlenebilmesi için tırnak (...) içindeki Aristoteles eserleri numaralarının esas alınması önerilir.

3. Kısaltmalar: s/ss.: devamındaki satır(lar), paragraf(lar), sayfa(lar); krş.: karşılaştırınız.

Arist. Pol. III 14 (1285a, 17ss.)

Bunun yanı sıra tek kişi egemenliğinin başka bir biçimi de bulunmaktadır, ki bazı barbar toplumlarda bu kendisini kral ile gösterir. Bunlar sahip oldukları güç açısından tiranlığa benzerler; ancak yasaya bağlıdırlar ve egemenlik miras yolu ile geçmektedir. Doğaları gereği barbarlar Helenlerden ve Asyalılar Avrupalılardan daha çok köleliğe eğilimli (köle ruhlu) olduklarından despotik yönetime karşı koymaksızın boyun eğerler. Bundan ötürü bu tür monarşiler, tirani özelliklere sahiptirler; ancak güvencededirler; çünkü egemenlik miras yolu ile geçmektedir ve yasaya uygun yönetirler. Aynı nedenden korumalar, tiranlarda olduğu gibi değil de monarşideki biçimindedirler. Vatandaşlar silahlı olarak krallarını korurlar; buna karşın tiranlar, yabancı paralı birlikler tarafından korunurlar; çünkü onlar (monarkhlar/krallar/şahlar) yasa gereği ve yönetilenlerin isteklerine uygun olarak yönetirler. Buna karşın diğerleri (tiranlar) ise isteksizleri yönetirler. Dolayısıyla ilkleri vatandaşlar tarafından korunurlarken diğerleri vatandaşa karşı korunmaktadırlar.

IV 10 (1295a, 1-24)

Belirttiğimiz gibi, henüz ödevimiz olarak kalan tiranlığı konu edinelim. Kuşkusuz, bunun üzerine söylenecek çok şey olduğundan değil; bilakis o da kendi payına düşen araştırmayı alsın diye. Çünkü biz onu da bir anayasal (yönetsel) düzen biçimi olarak belirtiyoruz (krş. 1293a, 35-40 ve 1293b, 22). .....

Monarşi (krallık) üzerine olan analizimizde (III 15) olduğu gibi, tiranlığı da iki değişik biçimi ile birbirinden ayırmaktayız; çünkü sahip olunan gücün kullanımı açısından belirli ölçüde monarşi ile de örtüşmektedir. Her ikisi de gerektiğinde yasalara uyumlu olarak yönetirler; hatta bazı barbar toplumlar sınırsız yetkili monarkhlarını seçim ile belirlerler. Eskiden Helenlerde de bu biçimde bazı monarklar güç sahibi olmuşlardı, ki bunlar Aisymnetler (bir tür egemen bey, derebey) olarak adlandırılırlar. Tiranlığın bu biçimleri birbirleri ile gerçi farklılıklar gösterirler, ancak monarşik özelliklerine sahip bulunuyorlardı; çünkü bu tiranlar yasalara uygun olarak yönetiyorlardı ve üzerinde yalnız başına egemen oldukları yönetilenler (teba) istekli olarak boyun eğiyorlardı. Buna rağmen bir tiran özelliğine sahiptiler; çünkü kendi görüşleri gereği despotik olarak yönetiyorlardı. Fakat tiranlığın diğer (üçüncü) bir biçimi de bulunmaktadır: Tamamıyla bir monarşiye karşıtlık gösterir ve tiranlık rejiminin en belirgin olanıdır. Tiranlığın bu biçimi, tiranın hesap vermeksizin tek başına (kendisi ile) aynı konumda ve hatta daha iyi olabilen tebasını yönetiyor olmasıdır; her şeyi tebasının değil de bizzat kendi çıkarına göre yapıyor olması gerekir. Bundan ötürü tiranlığın bu biçimine teba isteksiz olarak boyun eğer; kuşkusuz özgür iradeli hiçbir kişi böylesi bir egemenliğe gönüllü olarak katlanmaz.

V 10 (1310b, 3-27)

Buna (monarşi) karşın bir tiran, halkın ve kitlenin içinden itibar sahiplerine karşı ve onlardan haksızlığa maruz kalmamaları için güç sahibi kılınmıştır. Bu durum, bizzat gidişattan belirgindir: Tiranların çoğunluğu halkın güvenini kazanmış olan demagoglar olup böylece güç sahibi olmuşlardır; çünkü saygın kişileri bu sayede itibarsızlaştırmışlardır.

Tiranlık rejimleri, çoğalmış nüfusa sahip kent devletlerinde bu tanımlanan biçimiyle yönetimi ele geçirmişlerdir. Bunlar öncesinde, bu tür güç edinenler, ya bilinen geleneksel normları hiçe sayarak bir despotik egemenlik isteyip kuran monarkhlardı ya da yüksek makamlara seçilmiş olunan kişilerdi. Çünkü eskiden halk, halk yöneticileri (demiourgoi) ve theoroslar (bazı kentlerde dinsel ve politik nitelikli bir üstmakam) makamlarını uzun süreli olmasına eğilimli idi. Diğer tiranlık rejimleri oligarşilerden türemişlerdir; burada halk, sadece bir kişiyi geniş yetkilerle üst makamlara seçerdi. Daha önceden krallık ya da üst bir makama sahip olduklarından dolayı istediklerinde kolayca bu konumlarını belirtilen biçimde kazanabiliyorlardı.

Tiranlığın hem demokrasinin ve hem de oligarşinin kötülüklerini göstermekte olduğuna dair kanıta gerek yoktur. Oligarşiden edinmiş olduğu amaç: Zenginliktir. Korumaların ödentisi ve lüks yaşamın devamı için parasal kaynaklara sahip olmak kaçınılmazdır. Bunun yanı sıra tiranlık ve oligarşik yönetsel yapıların ortak özelliği, kitlelere karşı güven duymamaktır; bundan ötürü de onları silahsızlandırmak, kendilerine karşı kötü davranmak, kentten uzaklaştırmak ve dağınık halde yerleşime zorlamak (en belirgin önlemleridir). Demokrasiden üstlenmiş olduğu tarz ise, saygın kişilere (gnorimoi) karşı savaş açmak, gizli ve açıktan bertaraf etmek ve kişisel egemenliklerinin önündeki engeller olarak sürgün etmektir. Bundan ötürü karşılıklı olarak saldırılar gerçekleşir; çünkü bir yandan bir kişi gücü ele geçirmek isterken öte yandan diğerleri köle konumuna düşmemek için mücadele ederler. ....

O ilişkilerinde zorlu bir kişi olarak görünmemeli, zira saygıdeğer olmalıdır. Öyle bir davranış için de olmalıdır ki onunla ilişki halindeki kişilerde korku değil de saygı yaratsın. Ona karşı saygı öyle kolayca sağlanamaz, eğer o kendisini nefret edilir duruma düşürürse. Yok eğer diğer tüm değerli özelliklere sahip değilse, bundan ötürü savaşçı yeteneklerini öne çıkarmalı ve bu yönlü görüşü de olduğunca yaymalıdır.

Bunun da ötesinde gerek kendisi ve gerekse de kendisi ile ilişkili (etrafındaki) kişiler, ister genç bir oğlana isterse genç bir kıza karşı aşağılayıcı davranışlar içinde bulunur halde görünmemelidirler. Kendilerinin kadınları da aynı biçimde diğer kadınlara karşı uyumlu davranışlar içinde olmalıdırlar; çünkü kadınların arsızlıkları, birçok tiranlığın son bulmasına neden olmuşturlar. ...

Herhangi bir biçimde başarı göstermiş olan herkesi onurlandırmalıdır; öyleki bunlar, özgür vatandaşlar tarafından onurlandırılabileceklerini hiç düşünmüyor olsunlar. Ve o bu tür onurlandırmaları bizzat kendisi yapmalıdır; buna karşın cezalandırmaları ise başka makam ve mahkemeler tarafından yerine getirtmelidir. ...

Devletler (kentler), yoksullar ve varlıklılar gibi iki parçadan (gurup, sınıf) oluştuklarından ikisinin de haksızlığa uğramış mağdurlar olarak karşı hareketlere girişmeyi değil de güvenliklerini yönetime (tiranın gücü) borçlu olduklarını kavrayabilmelidirler; özellikle güçlü olan gurubu yönetimine bağımlı kılmalıdır. Böylesi bir desteği sağlaması durumunda, köleleri serbest bırakmasına veya vatandaşı silahsızlandırmasına gerek kalmaz. Eğer bir gurubu kendi gücüne bağlı kılarsa, olası saldırganlara karşı üstünlüğünü güvenceye almasına yeterlidir.

Artık bu uygulamalardan her birini ayrıca incelemek gereksizdir; çünkü genel anlamda amaçlanan bellidir: Tiran, yönetilenler (teba) nezdinde bir tiran gibi yönetmekte olduğu izlenimini yaratmamalıdır, daha çok bir hanenin yöneticisi (oikonomos) ve bir kral (basileos) gibi. Ve malvarlıklarına elkoymaz, bilakis sadık bir emanetçi olarak korur. Kendisinin yaşam biçiminde aşırılıklar yerine ölçülü olmaya çalışmalıdır; bunun dışında saygın çevrelerle iyi ilişkilerini korurken bir demagog olarak kitleleri kazanmalıdır. Bu uygulamaların sonucu olarak egemenliği, takdir edilen ve erişilmek istenilen bir özellik kazanır; çünkü böylece o, sindirilmişlerin yerine itibar sahibi bir tebaya hükmeder olur; kendisinden nefret edilmez ve her zaman korku içinde yaşamaz ve (böylelikle) egemenliği süregen olur. Kendisi karakter olarak ya erdemlilik çabasında olmalı ya da en azından (yarı erdemli) iyi bir kişilik sahibi olmalıdır; veya hiçbir şekilde tam lanetli biri değil de en azından yarım lanetli olmalıdır.