‘Sihirli Fıçı’dan Taşan Hikâye

Bernard Malamud'un kaleminden Sihirli Fıçı Kafka Kitap tarafından yayımlandı. Kitap, suçluluk ve mutluluk duygularının insan ruhundaki çatışmasına, iyi niyetin uğradığı hüsrana ve gönül yaralarına yoğun bir şehir gerçekçiliği içinde ama büyülü bir pencereden bakan on üç öyküden oluşuyor.

Google Haberlere Abone ol

Hikâye anlatmak, okuru açıklamalara boğmadan, enformasyon yığınına maruz bırakmadan, dikte etmeden, doğal bir dil ile ifade edebilmeyi içerir. Çünkü böyle bir hikâye anlatıcılığı sezgileri harekete geçirmeyi, okurun yorumuna açık kapı bırakmayı başarabilir. Bu nedenle bana kalırsa zordur. Karakterler yaratıp, onlar için bir hayat inşa ederken, uygun evler, mahalleler, komşular biçimlerken, yazarın da o dünyada kaybolduğunu gözlemleyebiliyorsak ve okur da o dünyada kendisine bir yer bulmuşsa, kurgulanan mekânların sokaklarında dolaşmışsa ya da onların dertlenmelerini, kaygılarını bir duygu ortaklığı kuracak biçimde hissetmişse sanırım hikâye anlatılabilmiş olur. Burada bahsettiğim okurun kendini metinde tanıması veya bir özdeşlik kurması değil, hikâyede yazarı kaybetmesi, yani yazarın sesini duymaktan çok anlatının, kurgunun sınırlarını kendi okumasıyla genişletmesi ve metinde bir özne olarak bulunabilmesi. Çünkü böylece okur, verilen tanımların dışında kendisine has anlamlar bulabilir. Böyle bir metin kendisini de yazarını da aşar ve sınırlarının dışında var olur.

Elbette bu söylediklerimiz tüm hikâyelerin böyle olması gerektiği hakkında değil, sadece şu an bahsedeceğim kitabın benim açımdan olumlu olan tarafı ile ilgili.

SEZGİLERE BIRAKILAN MESAJ

Kafka Kitap tarafından, Seda Çıngay Mellor çevirisi ile basılan, Bernard Malamud’un “Sihirli Fıçı” adlı kitabı yukarıda bahsettiklerimi düşünmeme sebep oldu. Yazar anlatmak istediğini karakterlerin, olayların arasına işlemiş ve öykülerinin derdini okurun sezgilerine bırakmış. Ve bunu yaparken aforizma tadı veren cümlelere, kesin sonuçlara varan yargılara çok yer vermemiş. Karakterler yaşamın içerisinde kendi oluşlarının imkânlarıyla anlatıda yerlerini alırken, bilge bilge konuşmuyorlar, afili cümleleri yok çünkü zaten öyle bir hayatları da yok. Yaşamın getirileriyle varolma çabası veriyorlar. Malamud’un hikâyesini anlattığı karakterler daha çok Yahudi kimliği taşıyorlar, yazar bu kimliğe dair ayrımcılığı da anlatıya taşıyor ancak bahsettiğimiz gibi onun üslubunda bu direkt olarak okura vermeye çalıştığı alt metin olarak karşımıza çıkmıyor. Doğallıkla anlatıya yerleştirilen ayrımcı tutum, bize dolaylı olarak hissettiriliyor, sezgilerinizle karakterlerin yaratımına siz de ortak oluyorsunuz böylece, onlara bir yaşam verirken bunun nasıl olabileceğine dair hayaller kuruyorsunuz ki bu da ilk başta bahsettiğimiz gibi, okurun metnin verili anlamını genişletmesine sebep oluyor.

Sihirli Fıçı, Bernard Malamud, Çevirmen: Seda Çıngay Mellor, 216 syf., Kafka Kitap, 2019.

DAMGA

Malamud’un öykülerinin her birinin okurda bir etki bıraktığı, üzerine düşünmeye yönelttiği söylenebilir. Örneğin: “Matem Tutanlar” adlı öykü dramatik bir olayla çıkıyor karşımıza. Yumurta tasnifçisi Kessler tek başına yaşadığı dairesinde apartman görevlisi ile sorun yaşıyor, fakir bir insan Kessler ki yazarın karakterlerinin çoğunluğu için bunu söyleyebiliriz. Komşuları ile pek ilişkisi yok. Apartman görevlisi etrafa onun hakkında dedikodular yayıyor, özellikle pis olduğu, apartmanı kokuttuğu konusunda. Bu söylenti evin sahibi dâhil herkeste karşılık bulurken, akla şu soru geliyor? Bu pislikle ve koku ile damgalamanın nedeni nedir? Sara Ahmed’e göre: “Başka birinin bedeni bir iğrenme nesnesi olduğunda, o beden yapışkan olur. İğrenme ekonomisinde bu bedenler “tıkanmalar” halinde gelirler: Diğer nesne ve göstergeler onlara yapıştığı için yavaşlarlar ya da nesneler arasındaki hareketi “tıkarlar.” Bedenlerin fetiş nesnesi olması böyle gerçekleşir… İğrenme hisleri bazı bedenlere diğerlerinden daha fazla yapışır, böylelikle sanki varlıkları “midemizi bulandırıyormuş” gibi bizi iğrendirir” (2015: 119). Kessler’dan iğrenmeye sebep olan gösterge aslında sadece apartman görevlisi tarafından yayılan söylenti. Ona “yapışan” pis, evini kötü kullanan, apartmanı kokutan gibi tanımlamaların nedenini kimse merak etmiyor, gidip bakmıyor. Sadece herkes ona “yapışan”ı kabul ediyor. Yalnız yaşayan, yaşlı, kimsesiz ve Yahudi olduğunu tahmin edebildiğimiz karakteri “başka” olarak kuran, “kirli” olmayı ona yakıştıran ve “iğrenme” hissettiren göstergelerin çoğunluğu ona dair olan bir ön kabul ile yakından ilişkili görünüyor. Oysa metnin sonunda mülk sahibi eve girdiğinde evin hiç de o kadar pis olmadığını, kokmadığını fark ediyor ve karakteri bitkin bir halde hayatı ve hataları için matem tutarken buluyor, onunla birlikte matem tutmaya başlıyor, ona yaptıkları için. Kısacası, bu öykünün bize anlatmaya çalıştığı ön kabullerin, kişiye “yapışan” ve onu görmek istediğimiz gibi görmemize neden olan kültürel göstergelerin, duyguların önemi fikrimce. Ayrımcılığın her türlüsü ile karşı karşıya kaldığımız, her gün bir başka biçimine tanık olduğumuz bir toplumda, Malamud’un bu öyküsünün söylediği çok şey var bu nedenlerle.

BİR GÖÇMEN HİKAYESİ

Malamud aynı zamanda göçmenleri yazan bir isim olarak biliniyor, “Sihirli Fıçı” kitabında da göçmen hikâyelerine rastlıyoruz. Bunlardan biri aynı zamanda metnin ilk öyküsü olan, “İlk Yedi Yıl”. Hikâyenin kahramanı Polonyalı mülteci Sobel, bir ayakkabı tamircisinin yanında çalışıyor. Tamirci çok az ücret talep eden güvenilir bir insan olan Sobel’den memnun. Onun derdi kızını eğitimli biri ile evlendirmek ve bunun için kızına görüşmeler ayarlıyor. Kızı çok fazla kitap okuyan, üniversite eğitimini babası çok istemesine rağmen reddetmiş biri. Bu arada Sobel’in de en önemli özelliği çok fazla kitap okuması. Sonunda ortaya çıkacağı gibi, Sobel kıza verdiği kitaplar ve onlar hakkındaki yorumlarıyla onun gönlünü kazanmış. Ancak tamircinin kızını eğitimli ve yüksek gelirli biriyle evlendirme çabası Sobel’in dükkânı terk etmesine neden oluyor. Bu öykünün sorusu burada ortaya çıkıyor bana göre; ayakkabıcının çok güvenmesine rağmen neden Sobel’i hiç kızı ile evlenebilecek kişi olarak görememesi. Sobel tok gözlü, paraya kıymet vermeyen, eline geçeni kitaplara yatıran bir insan ve mülteci. Ayakkabı tamircisi için özellikle düşük ücretle çalışması bakımından bulunmaz nimet. Bana kalırsa bu çok da uzak olmadığımız bir meseleyle ilgili. Bir göçmen dâhil olduğu toplulukta en fazla Sobel gibi az ücretle çalıştığı için kıymetli. Ayakkabıcının onu kızı ile hiç düşünememesinin altında yatan, bilinç dışında Sobel’e dair yarattığı imge. Bu açılardan, Malamud’un bu öyküsünün gizlenmiş mesajı, göçmenlere yönelik algının yansıması gibi ve oldukça güncel bir yerde duruyor.

İTİMAT VE ATILAMAYAN SON ADIM

Malamud’un “Sihirli Fıçı” kitabının her öyküsünde böyle üzerine ayrıntılı düşünebileceğimiz imgeler ve olaylar bulabiliyoruz. Mesela, “Veresiye” öyküsünde hâlâ insanlara itimat etmek gerektiğini savunan bakkalın ironik öyküsünde olduğu gibi ona göre; “veresiye dediğin itimat demekti; itimat ise insanın insan olduğu gerçeğinden başka bir anlama gelmiyordu ve gerçekten insansanız karşınızdakiyle birbirinize itimat ederdiniz”. Ama yanılmıştı çünkü insan dediğimiz aynı zamanda kendisine itimat edeni sonuna kadar sömürmeye açık bir varlıktı. Genel olmasa da en azından bu öykü özelinde bunu söyleyebiliyoruz. Veya “Hapishane” öyküsünde Tommy’nin şu cümleleri üzerine de düşünebiliriz: “Hayat hakkında düşündü. İnsan arzuladığı şeylere hiçbir zaman gerçekten erişemiyordu. Ne kadar çabalarsan çabala, hatalar yapıyor ve o hataları geride bırakamıyordun. Dışarıdaki gökyüzünü ya da okyanusu hiçbir zaman göremiyordun çünkü hapistin ama kimse buna hapishane demiyordu.” Tommy eşi ile işlettiği bir bakkalda hapsolup kalmıştı, kafasında hep gitmek vardı ama bir türlü o adımı atamıyordu, çoğumuz gibi o son adıma cesaret edemiyordu ve kendi yaşamının hapishanesinde, o cesaret ânını bekliyordu.

Kısacası, “Sihirli Fıçı”nın öyküleri her hâliyle insanı konu eden öyküler. Terzilerin, ayakkabıcıların, göçmenlerin, hayatta itibar görmeyi amaç edinip hayal kırıklığına uğrayanların, çöpçatanın gösterdiği bir fotoğrafa âşık olup acı çekenlerin, yeni bir kentte tutunmaya çalışanların, kimliğinden dolayı hep olumsuz bir yargıyla karşılaşmış olduğu için onu gizlemeyi seçip, bu sefer de bu nedenle işi ters gidenlerin… Malamud’un metni, Gündelik hayatın içinden ayrıntılar barındıran, çok yabancı hissetmeyeceğimiz karakterlerden oluşan, hüzünlü ama sızlanmayan kendince neşesi de olan bir kitap. Bir de bahsetmeden geçmeyeceğim bir ayrıntı Malamud’un öyküleri bana okuma hazzı açısından, William Saroyan’ı anımsatıyor. Basit bir olayı, çok da sıra dışı olmayan karakterleri, âşina olunanın ayrıntıda saklanmış yanını hikâye etme becerisi, insanın o bilindik ama hep düşündüren tarafını bir şekilde ifade edebilen o üslup, Malamud’un anlatısında da var bana kalırsa.

Kaynak

Ahmed, S. (2015), “Duyguların Kültürel Politikası”, (Çev. Sultan Komut), İstanbul: Sel yayıncılık.