Buralıydı, buradandı, buraydı
küçük İskender, kelimelerinden ve şiirinden taviz vermedi. Olacakların farkında olan İskender, bir kedi adabıyla Bodrum'a gitti, uzaklaşmaya gönlü el verdiğince uzaklaştı...
Kerim Akbaş
"J'ai quitté mon pays
J'ai quitté ma maison
Ma vie, ma triste vie
Se traîne sans raison"*
Refakatçi kaldığım zaman kaçak kaçak sigara içtiğimiz geliyor aklıma önce. Soğuk su, sigara, klima, gazeteler ve futbol. İzleyemediği filmleri rica mı etsek yönetmenlerinden? Ardından da son konuşmamızı anımsıyorum. Yürüyebiliyor, yemek yiyor, alkol yok. İnsan bu, seviniyor. Son haftalarda, artık iyice konuşma yetisini kaybettiğinde, Bodrum yokluyor beni. "Kedi adabı," diyorum içimden, "en çok sana yakışırdı."
Onu tanıdığımda 2008’in ilkbaharıydı. Beşiktaş, eylemler, şiir; Ankara öylece dağınık kortejdi. Ben yeni yeni bir şeyler yazmaya başlıyordum, oysa o çoktan küçük İskender’di. Bunun aramızda bir iktidarı olmadı. Ankara adabıyla hep ‘’ağbi’’ desem de, dostluğa dönüşüverdi çok kısa sürede tanışıklığımız. Futbol muhabbetleri, şiir geceleri, o kitap, bu film, sevgililerimiz derken anıların da çapraz ateşe giriştiği yerden, mevzii alıp anca bir şeyler yazabiliyorum.
'ŞAİRLER KİTAP DEĞİL, ŞİİR YAZAR'
küçük İskender şairlerin kitap değil şiir yazacağını savundu hep. Bunu Notos’ta Semih Gümüş’le söyleşisinde de dile getirdi, şiirle ilgilenen arkadaşlara özellikle tavsiye ederim. Şiir, evi oldu onun, şiiriyle aldı evini de. Ortada 'şairim' diye gezinen birçok insan bilsin, 'benim şiirim' ile başlayan cümleleri pek sevmezdi. Artık pek de rastlamadığımız şekilde, tüm dergileri, işleri, gençleri, şiiri takip ederdi. Gittiği şehirlerde yanında bir veya iki edebiyatçı, müzisyen veya şair muhakkak olurdu. Çok fazla genç edebiyatçıyı, müzisyeni, genç şairi bir araya getirdi... Arkadaşım Kaan Boşnak’a sorun, Can Bonomo’ya, Sıla’ya, Mabel Matiz’e, Emre Varışlı’ya…
Keskin mizahını olmadık anlarda serer, inat ederdi.
Şiiri için hayatla da kendisiyle de inat etti, elinin tersiyle ittiğini biliyoruz akademi veya sonrasındaki kariyerini, haliyle doktor unvanını da. Şiire başladığı dönemde bambaşka bir dil ve yolu tercih ederek, çizgisini değiştirmeden, müthiş denklemler kurarak çoğaldığını da unutmadan.
Politikti, dikkat edin: Nerede bir haksızlık varsa orada İskender’in de karşı çıkış cümlesi veya dizesi vardır. Kenan Evren’e yazdığı mektup, Türkiye şiiri, Gezi’de evini açması, hangi birini sayayım? Cinsel kimliğini asla gizlemedi, her zaman omuz omuzaydı kimliğiyle, ona tek laf ettirmedi. Çünkü tam da 'buralıydı, buraydı, buradandı'. Bu coğrafyada olması gereken yerdeydi, tavizsiz. Şiirin ve şairliğin dışında müthiş bir deneme yazarıydı; küçük İskender edebiyatının gizli forveti oldu denemeciliği.
Geç saatlerde futbol yorumları yapardık telefonda, rutinimizdir. Açıkçası, hiç şiirle uğraşmasaydı, piyasadaki ‘hatırı sayılırlardan’ da fazla adı anılacak spor yazarı olurdu.
Kimseye boyun eğmeden, nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşadı, direnme tarihinin narasına bir merhaba da o ekledi. Rockstar'dı, aramızda takıldığımız gibi. Olacakların da farkındaydı, bir kedi adabıyla gitti Bodrum’a. Uzaklaşmaya gönlü el verdiğince uzaklaştı. Son zamanlarında; klimadan damlayan su, bir anda artan arılar, Gümüşlükspor stadının güzergâhı… Artık buralarda çoğalıyordu içinde. Arardı, tane tane anlatırdı. Ben o sıra Bodrum’daydım, o İstanbul’daydı: Evi aldığı günkü arayışı aklımdan çıkmıyor. Eyvallahı yoktu, eyvahı kırardı. Soramadım: Umarım üzerine çok düşündüğü senaryosu bitmiştir ve o üstü açık araba sahnesinde Eleni şarkısını anlattığı gibi derinden dinleyip, izleyebiliriz.
'BÜTÜN ZORLUKLARA RAĞMEN TÜRKİYE'DE HER ŞEYİ YAPTIK'
Onun sadece eşcinsel olmasıyla ilgilenen medya, coğrafya; değerini anlar mı? Sanmıyorum. "Bütün bu zorluklara rağmen Türkiye’de her şeyi yaptık’’ diyen de İskender’dir, bunu da not düşeyim. Böyle bir coğrafyada tahayyül ettiğiniz her şeye muhalifti. Belediyenin önündeki "fışkiyeyi" de zaten, İskender, Latife abla, ben ve bizim çocuklar kırdık! Sakarya Caddesi’ndeki barların duvarlarına da biz yazdık! Siyah poşetlerle alkol taşıyan da bizdik! Kavga da ettik, gönlümüzü de aldık.
küçük İskender bu coğrafya ve dünya için, kuşağı, akımı, anlayışı ne olursa olsun kalıplara sığamaz. Benjamin söylüyor: "Tarih için hiçbir şey kaybolmuş sayılamaz." Haydi, bakalım, gücü yeten İskender’i silsin. Neyi, nasıl söyleyeceğinden çok neden söylemesi gerektiğiyle çoktan bir anlaşma yapmıştı çünkü. Edebiyatının temel ipuçlarından biri budur, tavrı da. Nedenini hep yanında taşıdı. Kelimeleri, onun arkadaşları değil sevgilileri oldu. Yakın tanıyanlar da hırçınlığının omuzlarındaki bu yükten olduğunu bilir. Sinirlendiği zaman ‘’ben küçük İskender’im,’’ deyişini hatırlasın yakınları.
'ŞAİR BU SAATTE UYUMAZ'
2011. Gece biraz fazla içmişim, sabahın beşinde küçük İskender hattın diğer ucunda "Kalkmadın mı daha" diyor, "haydi, şair bu saatte uyumaz, sabah ezanı dahi okunmadan önce kalkar." Ona da İlhan Berk’in aynısını yaptığını anlatmıştı yıllar sonra. Şiire bu kadar sadık hiç kimseyi görmedim. Yeni arkadaşlar, şiire bulaşacak arkadaşlar, küçük İskender’i bir şekilde okuyacak arkadaşlar şunu bilsin ve öğrensin isterim: Asla kelimelerinden ve şiirinden taviz vermedi. Bir şeyi deşmeden, eşelemeden anlatmak onun kalemi değildi. Üreterek çoğaldı, çoğalarak yaşadı.
10 Ekim 2015 günü Şebnem gittiğinde, Sema saçlarını kazıttı. Kazıttığı saçlarını, resimlerini, tavşanını, salonunun her yerine koyduğu çiçeklerini çok benimsedi İskender. Ankara’yı sevmedi, Ankara’dakileri sevdi. 10 Ekim’den beri beynimizde durmadan patlayan bombada da yanımızdaydı, omuz vermeye çalıştı. Kollarımızı savura savura bira almaya gittik sonra da. Önümüzdeki deplasman maçlarında tribün yasağı olsa da maça çıkacaktık, bu da bizim antlaşmamızdı.
"Acı kaybımız yok çünkü acı kaybolmaz." Kaybolmaz, Ankara’da Always Rock Bar’da Pink Floyd’dan High Hopes çalarken damlar nasıl olsa ağabey, arkadaş, dost, delikanlı güzelimiz… Laylalarlarla… Laylalarlarla…
*küçük İskender’in sevenlerine ricasını anımsatacağım. Enrico Macias- J'ai quitté mon pays, lütfen dinleyin. Beni, demişti, bu şarkıyla…