Haysiyet nedir?

“Şerefli- şerefsiz laflarının en yaygın olduğu ülke de herhalde bizimki. Tesadüf değil diyorum” diyor Ümit Kıvanç, 'haysiyet' kavramı üzerine Gaye Boralıoğlu'yla sohbet ettikleri ve bu sohbetlerin Kıraathane Kitapları tarafından metne dönüştürüldüğü kitapta. Peki 'haysiyet' nedir?

Google Haberlere Abone ol

Genel bir yargıya çıkmasa da neredeyse bir saha araştırması sonucu kadar kayda değer olabilir. Misal bir ülkede hakaret sözcüğü olarak en çok kullanılan, en çok işittiğiniz sözcük hangisi? Sanırım benim dikkatimi çeken sözcük “yavşak”.

“Şerefli- şerefsiz laflarının en yaygın olduğu ülke de herhalde bizimki. Tesadüf değil diyorum” diyor Ümit Kıvanç, “Haysiyet” kavramı üzerine Gaye Boralıoğlu sohbet ettikleri ve bu sohbetlerin Kıraathane Kitapları tarafından metne dönüştürüldüğü kitapta.

Haysiyet, onur, şeref… Abartılı ifadelerin tuzu biberi olarak kullanılan sözcükler. Daha da doğrusu genel algı bu yönde. “Bu benim için onur kırıcı” denildiğinde “Yaa o kadar büyük laflara gerek yok” dendiğini de duymuştum. “Büyük laflar” hakikaten. Zahmetli hatta kimi zaman yalnızlığa neden olacak türden. Jölemsi bir ortamda kaskatı durmak gibi bir şey.

Yaşam alanını daraltabilecek bir sözcük “haysiyet”. Kaygan zeminde, şartlar ne gerekirse öyle davranıldığı, ilke sahibi olmanın pek de avantaj sayılmadığı, hesap kitapla samimiyetlerin kurulduğu bu zamana mahsus insan ilişkileri içinde tutunamayacak bir sözcük. Uçucu, geçici, esnek ilişkiler içinde ne alaka?

Gaye Boralıoğlu, Ümit Kıvanç, 156 syf., Kıraathane Kitapları, 2019.

'KAPİTALİZM İÇİNDE HAYSİYET NİYE GEREKLİ OLSUN?'

İnsanı başka canlılardan ayıranın “haysiyet” olduğunu söylüyor Ümit Kıvanç: “Çünkü haysiyet, doğanın ilkesiyle çelişir şekilde, lüzumsuz bir şey; varlığını sürdürmek için ihtiyacın yok. Haydi doğada yok, toplum düzeninde de sana başarı ve güvence getirmiyor. Hele kapitalizm içinde yaşıyorsak haysiyet niye gerekli olsun?”

Ümit Kıvanç’ın “kapışma alanları” olarak isimlendirdiği beşeri ilişkilerde gördüklerimiz, tecrübe ettiklerimiz yine onun ifadesiyle anlatırsak “olağan bir varoluş tarzı olarak benimsenmiş”. Hep mi böyleydi insan evladı? Yaşanılan zamanı konuşurken “en kötü biziz”i dedirten temayülün alt metni en azından geçmişte iyinin var olduğunu düşünmek. Nostalji denilen de orijinal kötülüklerin esas bu zamanda yaşandığına inanmak, tekrarın içinde olunduğunu varsaymamak. Ümit Kıvanç yakın zamanda dönen bir tartışmayı hatırlatıyor:

“İslamcılarla diyalog hikayelerinin falan ilk olduğu zamanlarda döne döne tartıştığımız şey buydu. Biz diyorduk ki, ‘İnsanın iyi ahlaklı olması için ilahi buyruklara ihtiyacı yok.’ Onlar da diyorlardı ki, ‘Hayır, böyle bir şey olmazsa insanlar kendileri ahlaklı olmazlar.’ Şimdi ben ikimizin de haklı olduğunu düşünüyorum. (…) Birilerine tahakküm etme fırsatı ve imkanı bulduğu anda bunu yapmaya aday oluyor ve bunu yapıyor.”

NEOLİTİK ADAMIN BOMBAYI İCADI: UÇAKTAN KAYA ATMAK 

Müsaadeyle başka bir kitaba sıçrayacağım. Amerikalı primatolog Frans de Waal, “İçimizdeki Maymun”da bir antropologun günlüğüne yazdığını aktarır. Yeni Gine’de iki köy reisi uçağa binmekten korkar ama bir istekleri vardır. Yan kapının açık bırakılması. Yukarıda havanın soğuk olduğu, geleneksel penis kılıfları dışında bir şey giyinmedikleri için üşüyecekleri konusunda uyarılmış olsalar da isteklerinden vazgeçmezler ve bir şey daha isterler. Üzerinden geçmek istedikleri köydeki düşmanlarının üzerine atmak için uçağa kaya almak. Antropolog günlüğüne neolitik adamın bombayı icadına tanık olduğunu yazar.

Gaye Boralıoğlu ve Ümit Kıvanç insan haysiyeti, insan hakları kavramlarının ortaya çıktığı zamanların ise Nazilerden sonra olduğunu hatırlatıyor. Silkelenmiş mi insanlık? Asla.

“İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” sloganının tesiri ürpertici. Derinlerde bir yerde hissettirdikleri var. Gaye Boralıoğlu anlatıyor:

“Mesela, o tek tip mahkum giysisi uygulamaları ya da tecritler sırasında Metris’te şu sloganı atarken o kadar gurur duydum ki hep: İnsanlık onuru işkenceyi yenecek! Çünkü tutsaksın, adamların ellerindesin, sana her şeyi yapabilirler, dövebilirler, sövebilirler, tecrit edebilirler, bütün giysilerine, eşyalarına el koyabilirler, havalandırmada kışın ortasında saatlerce donla bekletebilirler, çırılçıplak soyup göt deliğine kadar arayabilirler, hastaneye gitmeni engelleyebilirler, hatta seni öldürebilirler, yakabilirler… Nitekim bunların hepsini yaptılar da. Senin kaybetmeyeceğin, yıkamayacakları tek bir şey var: Onurun, haysiyetin.”

İŞÇİNİN, KÜRDÜN, KADININ, MADENCİ AİLESİNİN HAYSİYET ARAYIŞI 

Haysiyet arayışı hakim varoluşlara karşı bir reddetme biçimi de. İtirazın geldiği yerler bunu muhalif olmak için yapmıyor ya da sistemin bir yerlerine çizik atmak isteyen politik özneler gibi değiller. Propaganda gayesiyle bir gösteriş de yok orda. İşçi eylemlerindeki haysiyet arayışı buna örnek. “Daha fazla maaş, daha az çalışma saati gibi temel taleplerden ziyade, hak ettikleri maaşların zamanında yatırılması, tuvaletlerin temizlenmesi, tahtakuruları için ilaçlama gibi son derece insani sebepler var. Bu talepler yüzünden yüzlerce işçi gözaltına alındı, kimi tutuklandı” diyor Gaye Boralıoğlu.

Vardığımız söz, haysiyet arayışının toplum nezdinde de devlet nezdinde de makbul ve makul görünmediği. Hayatın içinde uygulanmasının hayattan vazgeçmek anlamına geldiği anlar da var. Bir şeyler satmaya çalışan Suriyeli çocuğun yanından hızlıca geçtiğim, insan haklarıyla ilgili bir panele yetiştiğim anların adı ne emin değilim. İnsanı utandıran, haysiyete dokunan bir şey var mı? Sanırım, evet. Gaye Boralıoğlu “haysiyetimizden götürüyor” diyor başka bir örnekle:

“Arkadaşlarımızla yemeğe gitmek için evden çıkıyoruz ve sokakta çöp toplayan adamla karşılaşıyoruz. O adamın kim bilir kaç gün topladıklarını satarak kazanacağı parayı bir yemeğe verececeğiz ki, bizler lüks yaşayan insanlar değiliz. Bu bizim haysiyetimizden götürüyor, haysiyetsizleşiyoruz. Her gün Yemen fotoğrafları görüyoruz şu an; üstelik ne kadar zamandır! Şimdi, onu görerek yaşamaya devam ediyorsun. Kemikleri sayılan, gözleri kaymış, sen fotoğrafını gördüğünde muhtemelen kısacık hayatları son bulmuş çocukları görüyor ve o sırada ağzına leblebi atıyor ve çayından yudum alıyorsun? Ne yapacaksın, çay mı içmeyeceksin Yemen savaşı bitene kadar? Sonuçta nesnel olarak hepimizin haysiyetlerinin ucundan parça koparılmış oluyor. Bazen de bayağı büyük parçalar…”

SÖZCÜĞÜN KİMİN İÇİN NE İFADE ETTİĞİ KÜLTÜREL, SOSYAL DURUMLA DA BAĞLANTILI 

Çorlu Tren Katliamı'nda ölen insanların, Soma’da ölen madencilerin arkasında bıraktıkları yakınlarının hak arayışı da haysiyetle ilişkili. İstanbul Havalimanı'nı inşa eden işçilerin çalışma koşullarına dair söz söylemeleri de. Haberinin arkasında duran, yine olsa yine yazardım diyen gazetecinin ısrarı da haysiyetle ilişkili. Adına “Kürt meselesi” denen, arkasında patır patır insanların öldürüldüğü devlet geleneğine direnmek de. Her nevi ölüm tehdidine rağmen boşanmak için adliye yoluna düşen kadının derdi de haysiyet. Şule Çet davasında adliye koridorlarını dolduran kalabalığın, mahkeme de söylenenleri dinlemek zorunda kalan ailenin sabrı da haysiyet savaşından.

Bu zamanda romantik bir erdem arayışı olarak görülebilir. Telaffuz eden “fazla solcu abi” durabilir. Bir iki kez Ahmet Şık’ın konuşmalarında dikkat kesilmiştim. Bu da tesadüf değil. Hatırlandıkça, söz içinde geçirildikçe anlamı sirayet edecek gibi bir hisse de sahibim. Cesaretin bulaşıcı olması gibi, haysiyet arayışı da öyle.

“Bir evrensel doğruyu aktarıyorum gibi olmasın, şu anda tamamen kendi kavrayışımdan bahsediyorum. Niye bu kavrama bu kadar meraklıyım ve ona bu kadar sarılıyorum? Çünkü muhtemelen başka kavramlarla bunu bir arada telakki ediyorum aslında. Hakşinaslık, haktanırlık gibi” diyerek anlatıyor Ümit Kıvanç.

Tek başına hangi sözcüğün kimin için ne ifade ettiği kültürel, sosyal durumla da bağlantılı. “Haysiyetim, şerefim için öldürdüm” diyen adamın haysiyetiyle, Gaye Boralıoğlu ve Ümit Kıvanç’ın sohbetlerine konu olan haysiyetin anlamı bir değil. Kompleks bir yaratık olan insan üzerine konuşmanın böyle çetrefilli tarafları var.