Şiirlerde İstanbul

Şiirsiz bir bahar mümkün müdür? İstanbul'un aynasından kısa bir turla İstanbul'da bir başka yaşanan baharda İstanbul içerikli şiirlerden, modern Türkçe şairlerine ve yazıldığı dönemdeki anlayışları dile getiren şiirlere yer vererek bir derleme yaptık.

Google Haberlere Abone ol

Şiirler şehirleri güzelleştirir. İmgeler, sözcükler, dizeler şehirlere, kentlere bambaşka bir tin kazandırır. Estetik bir boyut katarak yaşadığımız, algıladığımız şehrin havasının değişmesini sağlayabilir, sağlar. Nitekim bunu tüm somutluğuyla yaşadık bir ara. Gezi direnişi sırasında, “Gezi aklının” hayatı “kanatlandırdığı” günlerde, yollarda merdiven basamaklarının gökkuşağı gibi rengârenk boyandığı ve duvarlara, kaldırımlara, yüzü olan taşlara yazılarak “sokağa çıktığı” kısacık dönemde şiirin şehri nasıl ve ne kadar güzelleştirebileceğine tanık olduk.

Öte yandan şarkılar, türküler gibi şiirler de şehirlerin, sokakların, semtlerin deyim yerindeyse hafızasıdır. Nice şehir, sokak, semt şiirler aracılığıyla ölümsüzlük kazanmıştır, kazanır. Nice şiir geçmişten bugüne, bugünden geleceğe kalan önemli bir tanık olarak okunmaktadır hâlâ.

İstanbul tarihsel, sosyal, kültürel değerleriyle ve kimliğiyle modern öncesi zamanlarda olduğu gibi modern Türkçe şiirde de konu olmayı sürdürmüş şehirlerden. Hatta bu yönüyle de ilk sıralarda yer aldığını söyleyebiliriz. Kaldı ki günümüz koşullarında da şehirlerin imgelerin, sözcüklerin, dizelerin açtığı yeni pencerelere, sunduğu yeni bakış açılarına fazlasıyla muhtaç olduğu açık.

Şiirsiz bahar olmayacağını düşünerek ve de özellikle bu baharın İstanbul’da bir başka yaşandığını dikkate alarak modern Türkçe şiirde yer etmiş, vazgeçilmez İstanbul içerikli şiirlerden kısa bir derleme yaptık. Ancak küçük derlememizde modern Türkçe şiirin unutulmaz yapıtlarına ve şairlerine yer verebildik.

Şiirlerle hem İstanbul’da hem de şehrin geçmişinde kısa bir turumuza buyurunuz…

'İSTANBUL'A YEPYENİ BİR DUYARLILIK'

İstanbul ve şiir deyince her ne kadar modern Türkçe şiire dahil olmasa da Tevfik Fikret’i ve onun meşhur “Sis”ini hatırlamamak mümkün değil. “Sis” şiirini önemli yapan özelliklerden biri sembolizmidir. Bir diğer özelliği de şairin İstanbul’a yepyeni bir duyarlılıkla bakışı ve daha önce yazılan, dile getirilen şiirlerdeki yaklaşımdan bütünüyle kopmuş olması, modern Türkçe şiirin birtakım öncü unsurlarını içermesidir.

“Sis” hem yazıldığı dönemdeki siyasal baskıyı, zorbalığı sembolist bir anlayışla dile getirir hem de İstanbul’un, şiirin yazıldığı dönemdeki sosyal, kültürel ortamını betimler. Hatırlamışken şiirin girişinden bir bölüm paylaşalım:

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.

Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,

Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;

Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar

Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!

'KARAKALEM BİR KARTPOSTAL ŞEHRİ'

“Sis”le başlamamızın birçok nedeni var. Ama önemli nedenlerinden biri, uzunca süre kendisinden sonraki modern Türkçe şiirin kurucu kuşaktan şairlerini etkilemiş olması. Yahya Kemal “Sis”in haklı lanetinden hem İstanbul’u hem de Osmanlı geçmişini kurtarmaya deyim yerindeyse ömrünü adar. Ancak çabaları nafile olarak kalır. Çünkü Yahya Kemal’in şiirlerinde yaşayan bir şehir değil de karakalem bir kartpostal söz konusudur. İşte “Bir Başka Tepeden” başlıklı şiirin ilk dörtlüğü;

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Yahya Kemal’in Tevfik Fikret’in “Sis” şiirinde Osmanlı rejimine, dönemin padişahı Abdülhamit’e yönelttiği eleştiriyi unutturmak, Fikret’in haklı öfkesini bastırmak ve dile getirdiği eleştiriyi değersizleştirmek ister. Bunun için niyetini açık ettiği “Siste Söyleniş” şiirine bakmak gerekir. Şu beyitler o şiirin girişinden:

Birden kapandı birbiri ardınca perdeler...

Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?

Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden

Firuze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden?

Benzetmek olmasın sana dünyâda bir yeri;

Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.

Bir devri lânetiyle boğan şairin Sis'i.

Vicdan ve rûh elemlerinin en zehirlisi.

Yahya Kemal’i kendi "sis"i içinde söylenmeye bırakıp modern Türkçe şiirde İstanbul’un izini sürmeye daha yeni kuşaktan şairlerin yapıtlarından örneklerle devam edelim.

Memleketimden İnsan Manzaraları Şiirler 5, Nazım Hikmet, 544 syf, Yapı Kredi Yayınları, 2016.

'İSTANBUL'A GİRİLEN VE ÇIKILAN BİR KAPI: HAYDARPAŞA'

Nâzım Hikmet doğduğu, çocukluğunu, gençliği geçirdiği, sevip sevildiği, sosyalizm mücadelesi verdiği, hapishanelerinde yattığı ve sonra da hasretini duyduğu İstanbul’a bakışının yansıdığı iki şiir dikkat çeker. İlki İstanbul’u zamanının en önemli noktasından Haydarpaşa garından dile getirir. Haydarpaşa önemli bir simgedir. Bir kapıdır; İstanbul’a hem girilen hem de çıkılan bir kapı… Aynı zamanda Anadolu’ya açılan bir kapı… Modern Türkçe şiirin başyapıtlarından “Memleketimden İnsan Manzaraları” Haydarpaşa garının merdivenlerinde başlar…

Haydarpaşa garında

1941 baharında

saat on beş.

Merdivenlerin üstünde güneş

yorgunluk

ve telaş.

Bir adam

merdivenlerde duruyor

bir şeyler düşünerek.

Zayıf.

Korkak.

Burnu sivri ve uzun

yanaklarının üstü çopur.

Merdivenlerdeki adam

- Galip Usta -

tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur :

“Kaat helvası yesem her gün” diye düşündü

5 yaşında.

“Mektebe gitsem” diye düşündü

10 yaşında.

"Babamın bıçakçı dükkanından

Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü

l l yaşında.

"San iskarpinlerim olsa

kızlar bana baksalar” diye düşündü

15 yaşında.

“Babam neden kapattı dükkanını?

Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına”

diye düşündü

16 yaşında.

“Gündeligim artar mı?” diye düşündü.

20 yaşında.

Nâzım Hikmet’in İstanbul’a duyduğu hasreti dile getiren şiirlerinden biri de “Mavi Liman” başlıklı dörtlüktür:

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.

Seyir defterini başkası yazsın.

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.

Beni o limana çıkaramazsın...

'ŞAİRLER ŞEHİR ARASINDAKİ ETKİLEŞİMİN SEMBOLİK İFADESİ'

Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Bahar Sarhoşluğu” başlıklı şiiri, şairle şehir arasındaki etkileşimin sembolik ifadesi olarak da okunur: Tarancı’nın diğer yapıtları gibi “Bahar Sarhoşluğu” da sembolist anlayışla yazılmış modern Türkçe şiirdeki örneklerinden biridir:

Yuvası saçakta kalan kırlangıç,

Yavrusu dallara emanet serçe,

Derken camiler üstünde güvercin

Minareler katından geçiyorum

Gökyüzü mahallesi İstanbul’un

Süt beyaz bir martıyım açıklarda

Gemilere ben yol gösteriyorum,

Buğday ve ilaç yüklü gemilere

Bir kanat vuruşta bulutlardayım;

Bir süzülüşte vatanım dalgalar!

'YENİ BİR ŞİİR ÖNERİSİ'

Orhan Veli ve arkadaşları Melih Cevdet Anday ile Oktay Rifat “Garip” çıkışıyla yürürlükte olan “resmi şiir anlayışını” eskitmekle kalmazlar. Yeni bir duyarlılık, yeni bir şiir ve hayata bakış açısı önerirler. Şairin gözü orta ve alt sınıfın yaşantısına çevrilir. “Süleyman Efendi”yle “Dalgacı Mahmut”un ne ve nasıl yaşadığı kadar nerde yaşadığı da şiirin konusu olur. “İstanbul'u Dinliyorum” başlıklı şiirdeki keder ve neşe “Dalgacı Mahmut”un olduğu kadar "Süleyman Efendi"nin de ruh halini yansıtır. Tabii şairin de. Şiirden bir bölüm okuyalım:

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda

Sucuların hiç durmayan çıngırakları;

İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;

Kuşlar geçiyor derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;

Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalı Çarşı,

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;

Güvercin dolu avlular.

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı

Dinmiş lodosların uğultusu içinde.

Orhan Veli’nin İstanbul’u dinlerken duyduğu sesler arasında saydığı “doklardan gelen çekiç sesleri” de vardır. Ama şair o “çekiç seslerini” duyduğu gibi bırakır. Daha fazlası yoktur. Üstünde durmaz, duramaz; belki de duracak vakti kalmadığından. Ancak bir başka şair, o sesin peşine düşecektir.

İstanbul, İlhan Berk, 72 syf, Ada Yayınları, 1980.

İlhan Berk’in “İstanbul” kitabını oluşturan şiirleri, “doklardan gelen” ve etkilendiği o sesin peşinden giderken yazmış olabileceğini düşünebiliriz. Berk’in “İstanbul” şiirinden kısa bir bölüm okuyalım:

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın

Havada kaçan bulutların hışırtısı

Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor

Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler

Hiç kımıldamıyorlar

Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

İnsanlar sokak sokak, çarşı çarşı, ev ev

İnsanlar sırt sırta, omuz omuza verip durmuşlar

Boyunları bükük

Yorgun, asabi, kederli, kindar

Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor

Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar

Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi

Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacaklar''

Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda bir süre kapısında durup, belki de merdivenlerine oturup hayatın akışını ve o hayatı yapan öznelerin eylemlerini izlediği yerde bir kez de Turgut Uyar durur. Uyar, “Bir Gün Sabah Sabah” başlıklı şiirinde Fikret’in “Sis”inden, Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndaki “Haydarpaşa'sından”, Orhan Veli’nin ve İlhan Berk’in “fabrika düdüklerinden” ve “Haliç kıyılarından” geçerek gider bir aşka, sevgilisine. “Bir Gün Sabah Sabah” şiirini okurken aynı zamanda özel olanın sosyal, sosyal olanınsa özel olduğu de görüşü süzülür bilincimize… Şiirden bir bölüm paylaşalım:

Ver elini Haydarpaşa demişiz,

Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,

Hava hafiften soğuk,

Deniz katran ve balık kokulu

Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,

Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,

-Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.

Saçların dağınıktır, mahmursundur.

Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,

Uykudan uyandırsam seni,

Ki daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.

Fabrika düdükleri ötmededir.

Behçet Necatigil bir İstanbul şairidir. Ama onun şiirlerinde İstanbul daha çok şehir değil de sokak, ev, semt, çevre olarak çıkar karşımıza. “Barbaros Meydanı” Necatigil’in hem ilk dönemini hem de şairin İstanbul’la ilişkisini örnekleyen şiirlerdendir. Şiirden kısa bir bölüm aktaralım:

Beşiktaş'ta Barbaros Meydanı

Sağı anıt, solu türbe

Ortası kare şeklinde,

Parkıdır yoksulların

Bilhassa yaz ayları.

'İMGELERLE RESSAM TARAFINDAN RESMEDİLMİŞ BİR TABLO'

Oktay Rifat’ın İstanbul temalı şiiri bir tablo gibidir. Şairin sözcüklerle, imgelerle izlenimci bir ressamın fırçasından resmedilmiş bir tablo çizer adeta… Oktay Rifat’ın “İstanbul Şiirlerinden” başlıklı şiirini okuyalım:

İstanbul'un üstüne güneş doğdu,

Çıktı silkinerek gecenin içinden,

Kız gibi minareleriyle Süleymaniye,

Sultanahmet, Sultan Selim, Fatih camileri.

Türbeler, çeşmeler, sebiller

Aldılar aydınlıkta yerlerini.

Şakımaya başladı bülbül gibi

Bağdat köşkünün çinileri;

Hepsi de alın teri,

Hepsi de el emeği.

Bir yaprak düştü döne döne şadırvana;

Bir kumru su içti şadırvandan.

Üsküdar'ın fakir evleri göründü uzaktan

En arkada Çamlıca tepeleri.

'İSTANBUL ALGISINI, DÜŞÜNCESİNİ DEĞİŞTİREN ŞAİR'

Modern Türkçe şiirde hem şehir hem de İstanbul algısını, duygusunu, düşüncesini değiştiren şairlerden biri de Attilâ İlhan’dır… Onun “İstanbul Ağrısı” modern Türkçe şiirin belleğinde, unutulmaz şiirler arasında yer alır. Attilâ İlhan’ın “İstanbul Ağrısı” şiirini paylaşalım:

Kanatları parça parça bu ağustos geceleri

yıldızlar kaynarken

şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen

sen

eğer yine İstanbul'san

yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim

pancak pancak şiirler tüküreceğim

demek yine ben

limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor

kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler

yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları

mavi asfaltlara çökmüş

diz bağlıyor

eğer sen yine İstanbul'san

kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan

sirkeci garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp

intihar dumanlari içindeki haydarpaşa'dan

anadolu üstlerine bakıp bakıp

ağlayan

sen eğer yine İstanbul'san

aldanmıyorsam

yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar

yine senin emrindeyim

utanmasam

gozlerimi damla damla kadehime damlatarak

kendimi yani şu bildigim attila ilhan'i

zehirleyebilirim

sonbahar karanlıkları tuttu tutacak

tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor

imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den

tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş

direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler

uykusuz dalgalanıyor

ulan İstanbul sen misin

senin ellerin mi bu eller

ulan bu gemiler senin gemilerin mi

minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında

liman liman götüren

ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi

akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar

neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor

antenlerinden

neden

peki İstanbul ya ben

ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas

ya benim kahrım

ya senin ağrın

ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın

çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi

burgu burgu içime boşalttığın

o senin ağrın

o senin

eğer sen yine İstanbul'san

yanılmıyorsam

koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim

sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine

satır satır okumak istediğim

sen

eğer yine İstanbul'san

eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul

sen kazandın ben yenildim

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar

yine emrindeyim

ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa

parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam

hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa

yanılmıyorsam

sen eğer yine İstanbul'san

senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar

gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan

bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir

ulan bunu sen de bilirsin İstanbul

kaç kere yazdım kimbilir

kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken

1949 eylül'ünde birader mırc ve ben

sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık

sana taptık ulan

unuttun mu

sana taptık.

Vedat Türkali’nin 1990’larda yeniden hatırlanan ve bestelenmesiyle birlikte yaygınlık kazanan “Bekle Bizi İstanbul” şiirini unutmuş değiliz elbette. Unutulacak gibi değildir çünkü. Derin izler bırakarak yer etmiştir toplumun kültürel belleğinde. Öyleyse Grup Baran’ın bestelediği “Bekle Bizi İstanbul” şiiriden de iki betiklik bir bukle paylaşalım:

Salkım salkım tan yelleri estiğinde

Mavi patiskaları yırtan gemilerinle

Uzaktan seni düşünür düşünürüm

İstanbul

Bin bir direkli Haliç'inde akşamlar

Adalarında bahar Süleymaniye’nde güneş

Ey sen ne güzelsin kavgamızın şehri

İstanbul

İstanbul’u bir de şiirin aynasından görmek üzere çıktığımız kısa tur vesilesiyle hem yapıtlarına başvurduğumuz şairleri bir kez daha selamlamış olduk, hem bu “başka baharı” şiirle kucaklamış hem de İstanbul’a değişik bir pencereden bakmayı denedik.

Bu kısa yolculuğun sonunda son sözümüzse; iyi baharlar, şiirsiz kalma İstanbul, olsun…