Teori dergisi editörü Cemil Gözel: Niteliksiz dergi zararlıdır

Teori dergisi editörü Cemil Gözel ile dergicilik meselesi üzerine konuştuk. Gözel, "70’li ve 80’li yıllara göre dergi sayısında artış olduğu söylenebilir. Ama burada önemli olan niteliktir. Nitelik son derece düşükse dergi sayısının çok olması olumsuzdur ve hatta daha radikalini söyleyeyim, zararlıdır.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yayın hayatına 1990 yılının Ocak ayında başlayan Teori dergisi, okur ile buluştuğu günden bu yana, bilimi önceliğine alarak üretim yaptığını dile getiriyor. Dergi editörü Cemil Gözel ile bu üretim biçiminin ardılını, Türkiye dergiciliğini ve sosyal medya ve okur meselesini konuştuk.

Konu, Gezi sonrası artan dergiciliğe geldiğinde Gözel, "Kastedilen dergiler, büyük çoğunlukla, 80 sonrası dünyaya dayatılan Neoliberal, Postmodern ideolojik iklime eklemliler. Giderek daha çok yozlaşan, yüzeyselleşen bir kültür aracılığıyla yeni bir sanat/siyaset ortamı yaratan Küresel Karşı Devrimin ürünü bu dergiler" diyerek düşüncelerini özetliyor.

Teori dergisi editörü Cemil Gözel

İlk olarak, siyaseti ya da kültürü konu alan herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Dergimizin, uzmanlık alanlarına göre ayrılmış geniş bir yazar kadrosu vardır. Yazı Kurulumuz üçer aylık periyodlar halinde dosya konuları belirler. Konuları (siyaset, kültür, ekonomi, uluslararası siyaset, ideolojik tartışmalar vs.), bütün boyutlarıyla ele almaya özen gösteririz. Çerçeveyi çizdikten sonra, konunun özel bir alanına dair makaleler isteriz yazarlarımızdan. Bu genel işleyişimizdir. Herhangi bir yazı kaleme alan yazar, e-posta aracılığıyla bize kolaylıkla ulaşabilir. Yazara, hızla dönüş yapmaya özen gösteriyoruz. Makaleyi inceledikten sonra bir karar veriyoruz ve kararımızı yazarla paylaşıyoruz.

'BİLİMSEL SOSYALİST İDEOLOJİ İLE YORUMLUYORUZ'

Teori dergisi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Düşünsel sürecimizin altyapısını Atatürk’ün “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” sözleriyle anlatabiliriz. Biz bütün öğretileri, ideolojileri ve teorileri bilimle kurduğu ilişki üzerinden değerlendiririz.

Dergimizin üst sloganından da anlaşılacağı üzere biz, bilimsel sosyalizmi dünyayı anlama ve değiştirme yöntemi olarak benimsiyoruz. Sosyalizmin ustaları, başına bilimsel kavramını getirerek, daha kuruluşunda bilimsel sosyalizmin kaynağını saptamışlardı. Böylece bilimsel sosyalizm ile bilimin buluştukları zemin bilimsellik kavramıyla ortaya çıkmıştır ve ikisinin de kanıtlama aracı gerçekliktir, toplumsal pratiktir. Yani başa dönecek olursak, hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğu saptaması geçerli kanıtlama aracına gönderme yapmaktadır. O da hayattır. Biz toplumsal pratiği ya da bilimi, bilimsel sosyalist ideoloji ile yorumluyoruz.

Gezi sonrası, popüler kültür dergilerinin peş peşe çıkması ve siyasete doğrudan ya da dolaylı olarak ilgiyi arttırması, solun dergicilik ile kurduğu ilişkiye nasıl etki etti sizce?

Solun dergicilikle kurduğu ilişki hem ülkemizde hem de dünyada çok eskidir. Birçok sol hareketin, çıkardığı dergi ya da gazete ismi ile anılması yalnızca ülkemize özgü değil ama ülkemizde bu özellikle bir kanun gibi. Hatta yayın ismi ile anılmayan köklü bir sol hareket yoktur ya da farklı bir ifade ile söyleyecek olursak köklü sol hareketler mutlaka yayın ismiyle de anılmaktadırlar.

Gezi sonrası popüler kültür dergilerini bu gelenek içinde değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Çünkü kastedilen dergiler, büyük çoğunlukla, 80 sonrası dünyaya dayatılan neoliberal, postmodern ideolojik iklime eklemliler. Giderek daha çok yozlaşan, yüzeyselleşen bir kültür aracılığıyla yeni bir sanat/siyaset ortamı yaratan küresel karşı devrimin ürünü bu dergiler. Burada niyetten bağımsız bir değerlendirme yapıyorum. Bunların yönlendirdiği eserlerin okunduğu, estetik değerlerin sahiplenildiği bir ortamda tutunmak için, temiz niyetler taşıyan dergilerin dahi kervana katıldığı gözlemleniyor. Demek ki dayatılan estetik yargılar var, kitaplar, yazarlar, dergiler var ve dayatılan bir okur kitlesi var. Bunları toplayınca karşımıza Yeni Orta Çağ edebiyatı/sanatı çıkıyor.

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Nicelik her zaman yanıltıcıdır. Söz gelimi, kapağına, Turgut Uyar’a ait olmayan google’dan araklanmış içeriksiz üç dört dizeyi Turgut Uyar’ın ismiyle basan bir dergi on binlerce satabiliyorsa, oturup düşünmek gerek. Yukarıda, dayatılan okur kitlesine esaslı bir örnektir bu durum.

Evet, 70’li ve 80’li yıllara göre dergi sayısında artış olduğu söylenebilir. Ama burada önemli olan niteliktir. Nitelik son derece düşükse dergi sayısının çok olması olumsuzdur ve hatta daha radikalini söyleyeyim, zararlıdır.

'HAKİKATE BAĞLILIK ÇOK YIPRANMIŞ DURUMDA'

Yapısal olarak bakıldığında bir siyasetin yazınsal üretimini yapmanın, o siyasetin bakış açısını okur ile buluşturmanın sorumlulukları nelerdir?

Bir kere hakikate bağlılığı en başa yazmak gerekir. Maalesef Türkiye’de hakikate bağlılık, özellikle siyasal dünyada, çok yıpranmış durumda. Bu yazınsal üretime de yansıyor. Bu sorunuzun devamını, izin verirseniz, kendimiz açısından yanıtlamak isterim. Biz, yukarıda da vurgulamıştık, yol gösterici olarak bilimi benimsiyoruz. Yani bilimsel hakikate karşı sorumluyuz, okurlarımızla da bu sorumluluğu paylaşıyoruz.

Dergicilikte editör-yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Editör-yazar ilişkisi teknik bir ilişkiden öte; çünkü editör makaleye, derginin felsefesine uygunluktan dil yapısına, estetik içeriğine kadar birçok açıdan yön vermelidir. Dolayısıyla yazarların editöre bakışı da bu çerçevede şekillenmelidir. Tabii, aylık dergi çıkarıyor olmanın bazı zorlukları var. Biz teorik bir dergi olduğumuz halde, Türkiye’de siyasal gündemin yoğunluğu zaman zaman bizi de etkiliyor. Dolayısıyla dosya planlarımızdan sapıp, daha güncel siyaseti yönlendirici konuları ele almak zorunda kalabiliyoruz. Bu sıkışık anlarda editörlerimizin yazarlarla ilişkisi ister istemez daha teknik boyuta geriliyor. Ama editör-yazar ilişkisine bakışımız özetlediğim gibidir. Bu ilişkinin boyutu yazar için de editör için de öğreticidir ve makalenin yeniden doğumu sürecine işaret etmektedir.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Geçen sene satışlarımız, bu seneye göre daha yüksekti. Bu sene, ay ay değişmekle birlikte, satışlarda yüzde on gibi bir düşüş gözlemliyoruz. Bunun nedenini ekonomik krize bağlıyoruz. Dergimiz, 1990’dan bu yana Teori ismiyle 350. sayısını yayımladı. Biz 1984 senesinde Saçak ismiyle çıkmıştık, 1990’da ismi değiştirerek Teori olduk. Yani öncesini de dikkate alırsak 35 senedir kesintisiz yayın yapıyoruz. Türkiye’de bu başarıyı elde etmiş çok az dergi vardır.

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Biz 'Aydınlık' geleneğinin bir parçasıyız. Yani Bilimsel Sosyalizmin birikimini ve kendi topraklarımızın devrimci geleneğini sahipleniyor ve taşıyoruz. 200 sene sonra bu günleri araştıran biri Teori’yi eline aldığında, araştırmasını bağımsız, özgür, çağcıl bir ülkede yapıyorsa, bu başarıda bizim yayınlarımızın da katkısının olduğunu anlayacaktır.