‘Hayhuy’ ya da itiraz şiirleri

Şair Elif Sofya'nın kaleme aldığı 'Hayhuy' için dünyayı bütün canlılara dar eden, zindan eden özneye itirazın kitabı olduğu kadar duygusal ve düşünsel boyutuyla da bir açılım kitabı diyebiliriz. Özellikle dünyaya, hayata bir tür hariç, bütün varlıkların yanında saf tutan şiirlerin perspektifinden bakmayı önemseyecek şiir okurlarına ve de cümle okura duyurulur…

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yirminci yüzyılın son dönem düşünürlerinden Michel Foucault, yalnızca modern uygarlığı sorgulayan düşünceleriyle değil, onun tarihsel öznesi olarak “insanı” ve de “insanlığı” eleştiriye tabi tutmasıyla da dikkat çeker. Özellikle modernizmle birlikte hümanizm eleştirisi ve “insanın ölümü”nü ilan eden tezleri; toplum, bilgi, söylem ve iktidar üzerine yeni bakış açıları geliştiren görüşleri Foucault’yu, postmodern düşüncenin zengin kaynağı haline getirmiştir.

Postmodern düşünce, modernizmi eleştirirken “insana” ve “insan olma haline” de önemli eleştiriler getirir. Bu bakış açısının günümüzde uygarlığın huzursuzluğunu yaşayan şairleri de önemli ölçüde etkilediği ve bu yönde yazılan şiirlerin artık dikkate değer bir toplam ve etki oluşturduğu görülüyor.

Sözleriyle dünyanın iki yakasını bir araya getiremese de, “uygarlığın huzursuzluğu”nu sineye çekemeyen şair için elbette ki “insan varlığa”, “insansal varoluşa” yönelik eleştiriler, sorgulamalar dikkate değerdir. Nasıl olmasın ki… Tarihin karanlık çağlarından günümüze gelen insanlık deneyiminin röntgeni, ancak acı, kıyım, katliam, facia, felaket, yas gibi kavramlarla çekilebiliyor. Tüm fiillerin öznesi insan olan ve çatısını bu kavramların oluşturduğu tarihsel deneyime ilişkin “acı gerçeğin”, şairin yüreğini sızlatmaması düşünülebilir mi?

'İNSANIN İNSAN OLMA HALİ'

Elif Sofya, “insanın insan olma halinden” yüreği sızlayan şairlerden. Bize bunu böyle söyleyen ve söyletenin, şairin Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Hayhuy”da yer alan şiirleri olduğunu belirtelim…

Sofya’nın ilk kitabı “Ters Düşünce” adıyla 2005’te yayımlanır. 2010’da ikinci kitabı “Düzensiz”, okurla buluşur. Şairin üçünce kitabıysa “Dik Âlâ” olur. “Dik Âlâ”yla, Elif Sofya’nın kendini özgün bir şair olarak kabul ettirdiğini söyleyebiliriz. Kitapta yer alan şiirlere, ağırlıklı olarak “Gezi Direnişi ruhu” yansımıştır. “Ali İsmail” başlıklı şiir de bu anlamda dikkati çeker:

Ben sana bir ayvanın düştüğü yerden

Sanki dalından

Bakıyordum gözleri büyük

Uysal bir hayvan huyunda

Beni görmemişsin gibi gördün

Yandan ve karşıdan

Bir ses sıçrıyordu sulardan

Başındaki dik duruş

Göğsündeki kekik dalı

Kırılmadan kaldın öyle

Şimdi bir ok fırladı fırlayacak

Şimdi dağlar patladı patlayacak

Onun için yere iyi bas

Aslında biz hızla ölüyoruz

Senin gibi senin kadar ölüyoruz

Biliyoruz ki ölmek Ali İsmail

Darbelerin kuvvetinden bağımsızdır

Kurumlarında kamunun

Bunun için gömmek gerek

Devletlerin karanlığını

Kumsalların kumuna.

Hatırlanacağı üzere, üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, Gezi Direnişi sürecinde, akşam karanlığında tek başına kıstırıldığı sokakta, bir grup polis ve esnaf tarafından dövülerek katledilmişti.

Linç ne kadar lanetlense acısı, yası giderilemez büyük bir travmadır. Ancak linç edenin de “insan” (sıfatında değil, bildiğimiz insan) olması birtakım değerleri kökünden sarsan, sorgulamayı gerektiren bir durumdur. Linççiler sokakta gencecik, on dokuz yaşındaki Ali İsmail’le birlikte “insanlığın” karanlık yüzünü göstermekle kalmamışlar, idealize edilen “insanlığı” da bir kere daha öldürmüşlerdir. Şiir, Sofya’nın “insanlığa”, linçle ortaya çıkan pardoksal “insanlık haline” köktenci itirazıyla birlikte “insanlıkla” hesaplaşma çağrısı olarak da okunabilmektedir.

“Hayhuy” Elif Sofya’nın dördüncü şiir kitabı. Şairin, son kitabında yer alan şiirlerinde de köktenci “antihümanist” yaklaşımını sürdürdüğünü görüyoruz. Kitabın girişinde yer alan “İnsanlık dışı diye bir şey var, ama olay hep insanlar arasında geçiyor” mottosu önemli bir ibare. Şairin derdini, meselesini işaret eden bir yol gösterici aynı zamanda. Ancak sayfaları çevirdikçe, şiirlerdeki yolculuk ilerledikçe şairin derdinin insanlar arasında geçenlerden çok, insanların dışında kalan yaşantılar olduğu çıkıyor ortaya… İnsanı insan olmaktan çıkaran eğer yine insan oluyorsa bu durumda “insanlıktan” kurtulmak gerekmez mi? Elif Sofya “insandan” kurtuluş için “insanlık hapishanesinin” duvarlarını sökmeye nereden, nasıl başlanacağına ilişkin sorulara karşılık kurumları işaret ediyor. “Devlet İtaat Deneyleri” başlıklı kitabın ilk şiirinde olduğu gibi:

Susmayı soylu bulan soyunmayı

Sırtındaki kayadan utanarak bırakan

şimdi şeklini dağıtacak yağmura doğru yürü

yürüdükçe çözülür dizdeki bağ

dildeki sentetik tını

Biz buna bir ezberin parçalanması diyelim

eklemlerin eklenmesi yerin çekirdeğine

çekirdeğin silmesi

tarihte tekerrürde sırıtan sahtekârlığı

Uyumsuzluğa doğru yürü

Sade vatandaş iyi yurttaş

Ve milli meselelerin kompedanı

Bana doğru ilerle

Burası harikalar diyarı

'HAYVANLIĞIMIZDAN UZAKLAŞTIĞIMIZ ÖLÇÜDE İNSANIZ'

Şairin “Dik Âlâ” kitabı yayımlandıktan sonra Anita Sezgener’in yaptığı ve Cin Ayşe Dergisi'nde yer alan söyleşide söyledikleri bu açıdan önemli ipuçları sunuyor: “Hayvanlığımızdan uzaklaştığımız ölçüde ‘insan’ olduğumuzu söylüyorlar, bu bir gerçek tabii, Ama olduğumuz şey ucubeden başka bir şey değil, bu da gerçek. "İnsan’ın doğallığından, hayvanlığından koparak girdiği ve ilerlediği uygarlık denen yolun her adımı kan, kıyım, vahşet izleriyle bezeli.” Devlet, iktidar, kurumlar insanlığın ve onun uygarlığının eseri. Kurumlardan şikâyetçi olurken onu yaratan öznenin ıskalanması, ancak bilinçli bir biçimde ve ikiyüzlülükle mümkün olabilir. Elif Sofya bu konuda hayli açık sözlü. “Defterlerin Dürülmesi Üzerine” başlıklı şiirde altını çizdiğimiz şu dizelerde olduğu gibi:

Buradan başlayalım

Sırasıyla sıralardan

Hazır ol’dan ölümlere

Rahat diye gömülerek

Başlayalım derslerine

Defterlerin düzelmesi üzerine

Okulların sınıfların yığılması

çocukluğun üzerine

“İnsanda”, “insan oluşta” en azından bu zamana kadarki deneyimleriyle “insan olmakta” aslında savunulacak, direnilecek bir değer görmeyen yaklaşımı neden kale almamız gerektiği sorusuna, “Tam İsabet” başlıklı şiirde yer alan şu dizeler yanıt olabilir:

Bombaların hiçbiri ilkel değil

Uygarlığın merkezinden

Tam isabet gözümüze

Elif Sofya’nın şiirlerinde “insandan, insan olma halinden” duyulan sıkıntıya, yürek acısına eşlik eden düşünsel formasyon dikkat çekiyor. Güncel olaylarla, durumlarla ilgilenmesine karşın şiirlere yansıyan tepkisinin duygusal olmaktan çok düşünsel izleğinin çerçevesi içerisinde biçimlendiği görülüyor.

Sofya’nın kendini anlatmak için seçtiği imgelerin, mecazların, benzetmelerin de düşünsel tasarımla ilişkili olduğunu görüyoruz. “Meteorolojik Hisler” başlıklı şiirden bir bölüm aktaralım:

Şehirlerin şeyleştirdiği bir telaşa

Gömülmeyi istemiyorum

Ağaçkakan inadı Pitbull öfkesiyle doluyum

Göklerden gelen hiçbir şeye inanmıyorum

Gökyüzü çok meteorolojik bir his bende

üstüne yürünecek bir fırtına seçelim

bu yangının acısı üflemekle geçmiyor

Elif Sofya

Şimdiye kadar olup bitenler, kazanılan deneyimler gösteriyor ki “çıkmazdaki insanın” çıkışı ancak “insandan” “insanlıktan” kurtulmakla mümkün olabilir. Ama bu bilindik, bugüne kadar var olan kurtarıcıların aracılığıyla da imkânsız görünmekte. Örneğin cennet vaat eden dinlerin de amacı aslında “insanı insandan kurtarmak”tır. Ama görülmektedir ki cennet vaadiyle “insanın” felaketine yol açan “insanlıktan” kurtulmak sağlanamıyor.

Öte yandan sözü kullanmakta rakipsiz olan şairlerin de şimdiye kadar oluşturduklar “kayıp kıta”, “uzak ada”, “harikalar diyarı” gibi ütopyaları “insana insanla birlikte” bir çıkış sağlayabilmiş değil … Öyleyse neden “insandan kurtulmak” üstünde düşünmeyi sürdürmeyelim… Elif Sofya şiirlerinde tam da bunu deniyor. Hem “insandan kurtulmak” üzerine hem de bunun neden gerektiği konusunda uzun uzadıya düşünüyor. Bu konuda örnek oluşturacak birçok dizenin altını çizdik. Şu dizeler “Yüzleşme” başlıklı şiirden:

Su vurdukça kıyıların tarihi değişiyor

Bak dünya ne güzel oluyor

Toprakta tahakküm

Hayvanda eyer kalkınca

“Hayhuy”da bir “Fedor” kuşu var, uçuyor ama öyle daldan dala değil… Dizelerin arasında, şiirlerin üstünde, uçup dolaşıyor… Bir derdi var bir meselesi problemi var, öyle uçuyor… “Fedor’un Hikâyesi”nden önce “Coğrafya” başlıklı şiirde yer alan şu üç dizeyi aktarmak istiyoruz:

Bir dağın ağzına ağzımı dayasam

Köpüklü bir karşılığı olsa artık

Coğrafya ile konuşmamızın

'KİTABI ÜÇE BÖLEN BİR KUŞ'

“Fedor” aynı zamanda kitabı üçe bölen bir kuş olarak çıkıyor karşımıza. Elif Sofya “Hayhuy”daki şiirleri “Fedor’un Hikâyesi”, “Fedor’un Kan Bağı” ve “Fedor’un Duygu Durumu” başlıklı şiirlerle üçe ayırmış. “Fedor”un bazen gölgesinden, bazen sesinden, bazen ayak izlerinden doğmuş gibi sayfalarda, ardı ardına gelen şiirleri okudukça sırrını çözüyorsunuz bu kanat hareketlerinin… bu bahiste sözü daha fazla uzatmadan ”Fedor’un Hikâyesi” başlıklı şiirin son betiğini okuyalım:

O bir orman kuşuydu

Fakat şehrin ortasında yemleniyordu

Bundan daha büyük bir yok oluş

Düşünemezdi Fedor

ŞİİRDE PERSPEKTİF

Şiirde galiba artık perspektif “gerçek”ten de, “doğru”dan da daha önemli duruma geliyor. Öyle ki artık perspektif, şairin şiirlerine yansıyan duygusunu, düşüncesini imbiğinden geçirdiği duyarlılığı da etkiliyor. Öyleyse bugünün şiirinde insanı ilgilendiren en önemli konunun perspektif olduğunu söyleyebiliriz.

hayhuy, Elif Sofya, 96 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2019.

Elif Sofya’nın perspektifini iki şiiriyle örneklemek mümkün. İlki “Dik Âlâ “kitabında yer alan “Ali İsmail” başlıklı şiir. Diğeri de “Hayhuy”daki “Struma”.

Her iki şiirin de açığa çıkardığı soru aynı: İnsan insana bunu nasıl yapar? Sorunun doğrudan olmasa da yanıtını, yine aynı şiirleri okuyarak bulabiliyoruz: Bu kadar büyük bir kötülüğü “insana”, ancak “insan” yapabilir.

“Struma” şiirinden bir bölüm okuyacağız. Ama önce Struma’nın içerdiği tarihsel anlamı ve önemini hatırlayalım.

Struma, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler faşizminden kaçan Yahudilerin Romanya’nın Köstence limanından Filistin’e gitmek için bindiği ve İstanbul’a geldikleri bir mülteci gemisidir. Gemide 790 yolcu ve 10 mürettebat bulunmaktaydı. Sarayburnu’nda demirleyen gemi burada bir süre bekletildikten sonra Şile açıklarında, deyim yerindeyse “kim vurduya gidecek” biçimde 24 Şubat 1942’de batırıldı. Katliamda 103’ü çocuk olmak üzere 768 kişi öldü. Sonradan geminin Sovyet donanması tarafından batırıldığı anlaşılsa da katliamda Almanya’nın, Romanya’nın, Türkiye’nin, İngiltere’nin sorumluluğu bulunduğu görülmektedir. Söz konusu devletler geminin yoluna devam etmesi için gerekli izinleri ve kolaylıkları sağlamadıkları gibi çeşitli baskılar uygulayarak engel olmuşlardır.

Artık “Struma” başlıklı şiirin son bölümünü okuyalım:

Bir gemiyi Köstence’den Marmara’ya takip eden

Boş bir bekleyişin adı bende Struma

Tilda yeşil bir orman kuşu olmayı Karpatlar’da

Yıllar önce seçmişti

Bir uğurlama töreni beklemedi hiç kimseden bunun için

Bunun içinden çıkılmadı hiç

Elif Sofya “Hayhuy”da yer alan şiirlerinde de simsiyah, barbarlık uygarlığının alnının çatısına sürmanşet olacak biçimde yerleştiriyor dizelerini şiirlerini… son alıntımız “İnsani Şeyler” başlıklı şiir.

Yaprakla yıkıldı bendeki ağaç

Kökünde asfalt göğsünde

Kuşların hayaletleri cıvıldayarak

Bu bir birdenbire aymaktır gerçeğe

Kimsenin gölgesi bile kalmıyor geleceğe

Sen senin sandığın kişi

Değilsin bende

Bendeki kendine güvenme

Dümdüz gideceksin gideceğin yere

İşte bundan ben

Çok sıkılıyorum insani şeylerden.

“Hayhuy” için dünyayı bütün canlılara dar eden, zindan eden özneye itirazın kitabı olduğu kadar duygusal ve düşünsel boyutuyla da bir açılım kitabı diyebiliriz.

Özellikle dünyaya, hayata bir tür hariç, bütün varlıkların yanında saf tutan şiirlerin perspektifinden bakmayı önemseyecek şiir okurlarına ve de cümle okura duyurulur…