Hatice Meryem'den Yetim: Çocukluk dediğimiz şey...

Hatice Meryem'in kaleme aldığı Yetim, fakirliğini un çorbası ile anlatan bir roman. Annelik, babalık, büyüklük, küçüklük kavramlarını sorguluyor. Aile kavramanı ile bir çocuğun sonsuza kadar arasını açıyor. Bundan sonrasında o kız çocuğunun insanlara inanmasının, güvenmesinin mümkün olmadığını düşünüyorsunuz okurken. Sadece bir çocuğun öfkesi değil bu roman, bir ailenin nasıl aile ol(a)madığına çocuğun gözünden bir bakış.

Google Haberlere Abone ol

Tolstoy’un Anna Karenina romanı "Mutlu aileler birbirlerine benzerler. Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır." (Ergin Altay'ın çevirisiyle) cümlesiyle başlar. Aynı cümleyi çocukluk içinde kurabiliriz, mutsuz çocukluk hikâyelerinin her biri kendine hastır ama insanın içine yerleşen dünyaya dair öfke aynıdır. Çocukluk dediğimiz şey ham bir insanlık. Sorgusuz, sualsiz, acımasız, aklından geçen pek çok şeyin hemen söze, sese ve harekete döndüğü o çağ. Dönüp dönüp hatırladığımız ya da hatırladıklarımızla yeniden kurguladığımız bir zaman dilimi.

Hatice Meryem’in yeni romanı Yetim İletişim Yayınları tarafından Ocak ayı içinde yayınlandı. Meryem, 154 sayfalık eseri ile yeryüzünde yetim olmanın hikâyesini bir küçük kız çocuğunun ağzından anlatıyor. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri Yarışması’nda öykü dalında dikkate değer bulunan Meryem’in ilk kitabı Siftah 2000 yılında yayınlandı. Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun, İnsan Kısım Kısım Yer Damar Damar, Aklımdaki Yılan ve Beyefendi yazarın diğer eserleri. Hatice Meryem daha önce çeşitli dizilerin senaryo ekiplerinde yer aldı ve bugün hâlâ senaryo yazmaya devam ediyor.

O SAF ÖFKE... 

Hatice Meryem, Yetim romanında küçücük yaşlarda elde sıkı sıkı tutulan o saf öfkeyi, kasıtsız acımasızlığı, empati yoksunluğunu çocukların gözünden anlatıyor. Adını bilmediğimiz bir kız çocuğu, annesi babası boşanmış. Okul yaşına kadar annesiyle bir şekilde idare etse bile sonrasında yatılı okula gitmek zorunda kalmış. Annesi onu binbir zorlukla çok çalışarak okutmaya çalışıyor. Annenin bir evi yok. Babanın ise kendince başka problemleri var. Anneyle beraber kalmak için gittikleri akraba evlerinin her birinin bambaşka hikâyesi var. Ne o kendince lüks yatılı okula ait o kız çocuğu, ne o annesiyle gittiği akraba evlerine.

Çocukluk acımasızlığı en net okulda kendini gösteriyor. Sınıf farkını en başta orada anlıyor. O oradan değil, oralı olmak içinde çaba sarf etmiyor, sadece kuralları biliyor, kuralları uyguluyor. Elinden geldiğince görünmez olmaya çalışıyor ama onun elinden sessizlikle gelen diğerlerinin dillerinden gelmiyor. Herkes her şeyle dalga geçerken, o aklında başka başka hayaller kurarken başına gelenlerle mücadele ediyor.

Yatılı okul macerası bir yerde son buluyor. Yaşlı ve bıyıklı babaannenin yanında kalmaya, bir mahalle okuluna gitmeye başlıyor. Oraya ait olmayı da beceremiyor. Aslına bakarsanız ait olmak gibi bir derdi olmadığını düşündürüyor ve fakat siz bu romanı okurken ondan büyük olduğunuz için, hırçınlığına kendinizce tanımlayabiliyorsunuz.

Yetim, Hatice Meryem, 154 syf., İletişim Yayınları, 2019.

NASIL AİLE OLAMADILAR? 

Yetim, fakirliğini un çorbası ile anlatan bir roman. Annelik, babalık, büyüklük, küçüklük kavramlarını sorguluyor. Aile kavramanı ile bir çocuğun sonsuza kadar arasını açıyor. Bundan sonrasında o kız çocuğunun insanlara inanmasının, güvenmesinin mümkün olmadığını düşünüyorsunuz okurken. Sadece bir çocuğun öfkesi değil bu roman, bir ailenin nasıl aile ol(a)madığına çocuğun gözünden bir bakış. İşin aksi yanı ne biliyor musunuz? Böyle çocuklar varlar, kim bilir belki o çocuklardan biri belki de sizsiziniz.

YARA, HERKESİN YARASI... 

Hatice Meryem, vicdandan ve merhametten hızla uzaklaşan dünyamızı bir çocuğun gözünden anlatıyor. O çocuğun kız ya da erkek olmasının pek bir farkı yok. Yara herkesin yarası, herkes o yarayı başka türlü iyileştirmenin büyürken yollarını buluyor. Ben mesela şu ömrümde öfkenin beni her daim ayakta tuttuğuna inandım. Bir zamandır yanıldığımı düşünmekteyim. Çocukluk dediğim o dehlize döndüğümde hatırladığım bir ceviz ağacı, olmadan yediğim cevizler ellerimi boyadı diye sofralara oturtulmadım.

Kitabın sonunda kız çocuğu ilk defa sesini duyuruyor etrafındakilere ve ilk defa kendi sesini duyuyor bu kadar içinden. Ve sorular sormaya başlıyor “Mümkün mü? Yani insanın içindeki iyiliğin kötülüğe galebe çalacağı, zenginle yoksulun bir olacağı, genç yaşlı bıyıklı ya da bıyıksız hiç bir kadının öldürülmeyeceği, çocukların ölüm korkusu yaşamayacağı ve kendilerini suçlu hissetmeden büyüyeceği bir dünya.”