Balzac’ın gözünden ofis insanları

Honore De Balzac “Çalışanın Fizyolojisi”nde çalışanlar kadar, bürokrasiyi, kurumları, devleti de sorguluyor. Ortaya koyduğu sorunları biraz alaylı bir üslup ile irdeliyor ancak anlatılan yaşamsal bir yerde duruyor.

Google Haberlere Abone ol

Ofisler, bürolar ve onların içine kapatılmış çalışanlar. Kapatılmış; çünkü dışarıdan bakıldığında verdiği hissiyat bir hapishaneyi andırıyor. Sanki cam bir fanusta saatlerin geçmesini bekleyen, zamanı dolduğunda bir süreliğine özgürlüğe koşan, ertesi sabah aynı güne uyanıp bu mekânlara dönen, rutinin içerisinde kaybolmuş bir yaşam. Evraklar, dosyalar, zımba teli, delgeç, kravat. Bürokrasi, devlet, memuriyet. Tüm bunları düşündüğümüzde kafamızda belli bir insan tipi oluşuyor. Varlığı duvarlar arasında sıkışmış, belli bir hiyerarşi içerisinde, çeşitli isimler verilmiş insanlar. Bu yaşam, Melville’in o ünlü karakteri Kâtip Bartleby’nin, çalışmaya başladığı hukuk bürosunda başlangıçta sadece kendine verilen işi “normal” şartlarda yerine getirdiği ve sonrasında tamamını “yapmamayı tercih ederim” diyerek reddettiği hayat.

Tüm bunları düşünmeme sebep olan kitap, Vakıfbank Kültür Yayınları tarafından, Münif Sair çeviriyle basılan Honore de Balzac’ın “Çalışanın Fizyolojisi” adlı metni. Balzac, derin bir gözlem sonucu oluştuğu epey belli olan bir metinle karşımıza çıkıyor. Modern dünyanın çalışanlarını, ofislerde ömür tüketenleri, binaların içerisinde kaybolmuş yaşamları, mutsuzluğu hicvediyor. Yazar, 1800’lerin beyaz yakalılarını anlatırken, geçmişle bugün arasında bağlantı kurabileceğimiz çok fazla detayla sesleniyor okura. Ofis çalışanlarının, memurların devlet bürokrasisini devam ettirenlerin trajikomik hayatları yazarın anlatısında tüm ayrıntılarıyla ele alınıyor. Balzac öyle iyi gözlemlemiş ki, ele aldığı çalışanları tüm detaylarıyla, adeta birer tip olarak ortaya koyuyor. Kitap her ne kadar 1800’lerden ve Fransa’dan bahsetse de anlatılan hikâye epey tanıdık. Balzac’ın bahsettiği, eleştirel bir üslupla ele aldığı konular, biraz farklılaşmış olsa da yaşamın ortasında duruyor. Çünkü kurumlar devam ediyor, onların devam etmesi bürokrasinin devamlılığını getiriyor. Bu da buralarda çalışanların, dünyanın herhangi bir yerinde benzer süreçlerden geçerek, pozisyonlarını sürdürmeleri anlamını taşıyor. Bu nedenle “Çalışanın Fizyolojisi” güncel bir metin olarak başka çağrışımlarıyla şimdimizde yerini alıyor.

ÇALIŞAN KİMDİR?

Balzac, çalışanın ne olduğu sorusuyla başlıyor metne: “Yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan ve istifa etmekte özgür olmayan kişi; çünkü bu kişinin, sonsuz kâğıt kalabalığı üretmekten başka hiçbir alanda donanımı yoktur.”

Düşününce, evet o günlerde olduğu gibi şimdilerde de insanlar yaşamak için maaşa ihtiyaç duyuyorlar ve bu genellikle devletin herhangi bir kurumuna kapağı atmayı gerektiriyor, başka bir yaşamı tercih edenler için de işler iyi yürüyor denemez, bu sefer güvencesizlik, emeğin karşılığının hiçbir zaman alınamadığı bir yaşam ortaya çıkıyor. Bunu göze alamamak da özgürlüğünü maaş karşılığında teslim etmek anlamına gelebiliyor. Balzac’ın tanımının ikinci kısmı da bir bakıma haklı, yazarın kitabın ilerleyen bölümlerinde ortaya koyduğu çalışan profilleri de gösteriyor ki bu insanlar için seçeneksiz bir dünya var. Ve hâttâ “o kâğıt kalabalığı üretenlerden” olmak için girilen yarışlar var, rekabet var. Günümüzde bunun yerini alan sınavları hatırlayabiliriz burada. Bir ara düşünüyordum başka bir dünya mümkün olabilirdi ama herkes memur olmaya çalışıyor, gerçekten de öyle sınavlar, sınavlar, sınavlar neden “kâğıt kalabalığı üretmek”, bürokrasinin bir ucundan tutmak amiyane tabirle devlet kapısına kapağı atmak için.

Çünkü Balzac’ın şu cümlelerinde ifade ettiği gibi: “Kamu personeli, üst makamların partizan olmayan temsilcisidir.”

HAYATIMIZ BELGE

Belgelemek modern dünya bürokrasinin en temel işlevlerindendir dersek hata etmeyiz sanırım. Balzac’ın kâğıt yığınları dediği şeyinde anlattığı bu olsa gerek, her şey belgelenir, sayılar, veriler havada uçuşur. Yazarın ifadesiyle, “kamu hizmeti kâğıt endüstrisine sübvansiyon sağlama konusunda insanı kendine hayran bırakacak derecede yardımcıdır.” Bu kurumlara işiniz düşmeye görsün, bir yığın belge istenir, o ofisten diğer ofise dolaşır durursunuz, her şeyin kaydı tutulur, hesabı yapılır içler rahatlar bürokrasi sanıyorum biraz da insanın belgelerle ispat edilmiş tarihidir. Ve bu tarihin oluşması size genellikle pahalıya patlar çünkü çoğunlukla bir kamu kurumuna işinizin düşmesi demek girdiğiniz her ofisin köşesindeki veznede sıraya girmek anlamına gelir. Yazarın deyimiyle: “Tüm muhteşem ev sahipleri gibi, bürokrasimiz de yüzsüz ve size her an bir fatura kesebilir.”

Çalışanın Fizyolojisi, Honore de Balzac, çev: Münif Sair, 120 syf., Vakıfbank Kültür Yayınları, 2018.

TAŞRALI ÇALIŞAN PARİSLİ ÇALIŞAN

Balzac’ın taşralı çalışan ile Parisli çalışan arasında yaptığı ayrıma da değinmek gerek. Ona göre; taşralı çalışan mutludur, rahatlık içinde yaşar, kristal gibi berrak sudan içer, kenarda birikmişi vardır, ay sonunu getirme sorunu yoktur. Karakteri de buna uygun oluşmuştur. Aksiyom şudur: “Taşra çalışanı birisidir, ama Parisli çalışan bir şeydir.” Buradan anladığımız taşra çalışanı hâlâ bir şekilde yaşamının öznesidir, en azından kendi yaşamını belirleyebilecek durumdadır, bir yere sıkışıp kalmamıştır morali bozuksa mesela bunun bilincinde olabilecek kadar kendinin farkındadır. Oysa Parisli çalışan şeyleşmiştir, bir nesne gibi varlığı değersizleşmiş, hapsolduğu dünyada, bürokrasinin ve kurumların çıkmazında esir düşmüştür, başka olanı göremeyecek durumdadır. Moralsiz ya da mutlu olduğunun farkına varamayacak kadar özbilincini kaybetmiştir. Çünkü ofis çalışanı veya kamu görevlisi için kendine dair olan geri plânda kalır, varlığı belgeler, dosyalar arasında, kravatının düğümünde hapsolur, hayatını ve o hayatın özneliğini kaybeder.

KARANLIK KORİDORLARDA SIKIŞMIŞ YAŞAMLAR 

Balzac tüm bunları tartışırken, oldukça gerçekçi tasvirlerden yola çıkıyor. Böylece okuru aslında memurların, bürokratların hâttâ kapıcıların dünyasına sokuyor. Bu öyle bir dünya ki “dört bir yandan yeşil mukavva klasörlerle sınırlandırılmıştır.” İnsanların doğası hâline gelmiştir. Büro mesela kafamızda belli çağrışımları olan bir kelime Balzac şöyle bahsediyor: “‘Paris’te neredeyse bütün bürolar birbirine benzer’” demiştir pek tanınmayan bir yazar. En küçük bir sorunu düzeltmek ya da ufacık bir iyilik rica etmek üzere hangi idari binayı gezerseniz gezin, karanlık koridorlar, iyi aydınlatılmamış geçitler, tiyatro locaları gibi bir göze benzeyen oval pencerelerle oyulmuş kapılar bulursunuz…” Bir büro atmosferini epey gözümüzün önüne getiren bu betimlemenin içerisine bir de insanları yerleştirin; o karanlık koridorlar, sıkışma hissi, beton, beton, beton ve zamanın sanki hiç geçmeyecek hissi verdiği bu yapılarda geçen ömürlerin özneleri; stajyerler, sekreterler, büro amirler, kâtipler, daire başkanları, kütüphaneciler ve tam deneyim kazanıp işe yaradığını düşündüğünde emekli edilenler… Kamu hizmeti esirlerinin gökyüzüne hasret hayatları. İşte Balzac bize bu yaşamları getiriyor. Onlara yakından bakıyor tek tek inceliyor daha önce bahsettiğimiz gibi onları bir tip olarak ortaya koyuyor ve tüm anlatılanlar hayatımızın bir yerlerinde yaşayan ve görünmez olan bu insanlara belki bundan sonra daha yakından bakmalıyız hissi oluşturuyor.

Honore De Balzac “Çalışanın Fizyolojisi”nde çalışanlar kadar, bürokrasiyi, kurumları, devleti de sorguluyor. Ortaya koyduğu sorunları biraz alaylı bir üslup ile irdeliyor ancak anlatılan yaşamsal bir yerde duruyor. Şimdi tonla yüz görebilirsin diyor, kızarmış, soluk, ciddi, yorgun, melankolik, kırışık, kır saçlı… Tonla yüz görüyoruz gerçekten de ama asıl soru şu ve sanırım Balzac’ın da sorusu: Böyle bir yaşamı tercih etmek insanın kendi elinde, gökyüzünü görerek mi yaşayacaksın, bir büroda tıkılıp kalmış olarak mı? Bana kalırsa biraz idealistçe gelse de “yapmamayı tercih ederim” seçeneği her zaman var.