Kelimelerle şiire inmek: Otostopçunun şiir rehberi

Psikanalizin tarif ettiği yolları izleyerek bakmak gerekir: Şiir, öznenin yalnız başına düşünerek taşıyacağı bir yük değil. Şiir, rüya gibi, aleni hale gelmek için ötekine ihtiyaç duyar.

Google Haberlere Abone ol

Batuhan Saç

Şiir, gerginliğin sahası. Suyun bulandığının, işlerin karıştığının işareti gibi. Ama şiir hakkında böyle tanımlar yapmanın kendisi dahi dikkatsizce davranıldığı izlenimi uyandırabilir. Suyun bulanması ifadesini bir örtünün belirmesi yahut bir şeye ulaşmak için gündelik bakışın yetersiz kalması gibi örneklerle düşünüyorum. Hayata dair sorduğum tüm sorular gibi, bu konudaki soruyu da İskender Savaşır’a sormuştum. Ben şiir gecelerindeki şairleri düşünerek (küçük İskender’in Red Rock Bar’da düzenlediği şiir geceleri) suyun bulanmasını ağır bir sıkıntının ifadesi olarak da yorumlamaya kalkışmışken, İskender Savaşır’dan şöyle bir cevap gelmişti: “Önce çok kestirmeden itirazımı söyleyeyim. Patolojinin gerekçelendirmek için kullanıldığı şey, bence şiir değil, şairaneliktir. 80'ler şiirinin de fena halde başına musallat olmuş olan bir poz. Yoksa, patoloji, tıpkı hayatı sakatladığı gibi şiiri de sakatlar.” Bunları söylerken İskender Savaşır’ın aklında ise T. S. Eliot örneği vardı. Konuyu tartıştığımda onun bu konudaki görüşlerine ulaşabildiğim kadar döneceğim. Metnin en başında birtakım meseleleri birbirinden ayırmak için erken sayılabilir elbette, ama her ne diyeceksek, şiirin kişisel olduğu alanın hassas ve kırılgan olduğu peşinen iletilmeli. Bu sebepten temkinli ve yavaş adımlarla bir yol izleyeceğim.

Şunu neredeyse çoğumuz biliriz: Şair olmak, şiir yazıyor olmak anlamına gelir, ancak şiir yazmak şair olduğunuzu ifade etmez. Bu denklem ilk bakışta eşitsiz görünebilir. Ancak şair olmanın toplumsal zeminde kazanılan bir ad olduğunu düşündüğümüzde, olağandır. Yani şairlik bir edim sonrası giyilir. Tıpkı belirli başarılarla edinilen adlar gibi, şair adı da bir dönüm noktasından sonra edinilir (Tesone, 2013, s. 68). Bu sebepten şair adı, neredeyse takdim edilir, kişi kendisine bu adı koyamaz. Koyarsa, gülünç gözükür ya da kendine şair diyen kişi belirli taraflarca itilir. “Dönüm noktası” diyerek ifade ettiğim kısmı Adam Phillips Şiir ve Psikanaliz üzerine yazarken “Şair paçasını kurtarabilen kişidir” diyerek anlatıyor (Phillips, 2017, s. 27). Yani şair o dönüm noktasından paçasını zor kurtarmış, çeşitli güçlükler yaşadıktan sonra adını kazanmıştır. Her şair için geçerli midir bu anlatı, bilemiyorum. Ama mesela yas konusu bunun bir örneği sayılabilir. Yas ve şiir konusuyla ilgili dinamiği İskender Savaşır’ın Melanie Klein derslerinden alıntılayarak ayrı bir yazıda inceleme niyetindeyim. Bu, şiir gibi bir konu için gerekli de. Ancak ilk olarak, Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin şiir ve komediyi yan yana getirerek, ciddiyet payında, neler söylediğinden bahsedeceğim. Bu, sanıyorum ki, üzerinde düşünürken kaskatı olabileceğimiz şiir konusu için bize sululuk imkânı da tanımış olacak. “Sululuk” olarak adlandırılabilecek kısımların ise şiir üzerine neler söyleyebildiği de ilgi çekici. Ardından, şiir üzerine düşünürken iki ustamın, İskender Savaşır ve küçük İskender’in, neler söylediğine dikkat çekeceğim.

Otostopçunun Galaksi Rehberi’nden bir alıntı (Adams, 1996, s. 69):

“Vogon şiiri herkesin bildiği gibi Evren’deki üçüncü en kötü şiirdir. İkinci en kötü şiir Krialı Azgothlar’ındır. Usta şairleri üstat Gazlı Grunthos’un ünlü şiiri, ‘Bir Yaz Ortası Sabahında Koltukaltımda Bulduğum Yeşil Macun Parçasına Destan’ın sunuluşu sırasında dinleyicilerden dördü iç kanamadan ölmüş, Orta-Galaktik Sanat Şeref Kurulu Başkanı kendi bacağını kemirmek suretiyle ölümden kurtulmuştur. Grunthos’un şiirinin bu şekilde dinlenmesinden dolayı ‘kırgın’ olduğu bildirilmiştir. Şair on iki kitaptan oluşan epik şaheseri ‘Banyoda Çığırdıklarım’ı okumaya geçmeden önce kendi kalın barsağı, birçok hayat ve uygarlığı kurtarmak uğruna boğazından geçmek suretiyle beynini dağıtmıştır. Tümünden daha kötü olan şiir ise yaratıcısı olan İngiltere, Essex, Greenbridge’den Paula Nancy Milistone Jennings ile birlikte Dünya gezegeninin yıkımı sırasında yok olmuştur.”

'EVRENİN EN KÖTÜ ŞİİRİ'

Komik bir bilimkurgu dizisidir Otostopçunun Galaksi Rehberi. Yukarıdaki alıntı, Vogsphere’de yaşayan ve Vogon denen bir ırktan ve onların şiirinden bahseder. Bu ırk, galaksiler arası otoyol projesini kolaylaştırmak için dünyanın yok edilmesinden sorumludur. Daha da kritik bir nokta ise, evrenin üçüncü en kötü şiirini yazmakla anılırlar. Vogonlar insansılardır, armut şeklinde yeşil bir bedene sahiptirler. Ayrıca, galaktik hükümetin bürokratlarıdır onlar. Milyonlarca yıl önce Vogsphere’in hareketsiz kıyılarında doğmuşlar ve Vogsol güneşinin ilk ışıklarının onlara vurmasıyla evrilecek gücü sanki yitirmişlerdi. Bir daha da evrimleşmemiş, öyle kalmışlardı. Aslında yaşamlarını hiç sürdürmemeleri gerekirdi (Fantom, 2018). En başta da ifade ettiğimiz gibi, onlar bahsi geçen evrenin en kötü şiir yazan varlıkları olarak anılır. Üstelik, en kötüsü de, bu kötü şiir onların en yıkıcı silahıdır. Daha da kötüsü, onlar bunun silah olduğunun farkında değildir. Tüm bu sebeplerden dolayı öğütlenir ki, hiçbir Vogon’un şiir okumasına meydan vermemeli. Çünkü aynı zamanda bir işkence türüdür bu şiir… Birkaç paragraf daha ilerleyerek kitaba devam edersek...  Gemide bulunan otostopçular “Şiir Değerlendirme Sandalyeleri”ne oturtulur, hatta sıkıca bağlanırlar. Bu sandalyeler dinleyenleri Vogonlar’ın kendi şiirlerinin güzelliğine inandıracak çeşitli mekanizmalarla örülüdür. Çünkü onlar, esprili bir ifadeyle, gelişmiş ve kültürlü bir ırk olduklarını kanıtlamak için işlerini algılanış konusundaki ihtimale bırakmamışlardır. Sandalyeye oturtulan otostopçuların şakaklarında elektrotlar bağlıdır; hayal yoğunlaştırıcılar, ritim düzenleyiciler, kafiye çözümleyiciler, tekrar önleyiciler, hepsi şiirin etkisini artıracak, şairin düşüncelerinden bir kırıntının bile boşa gitmemesini sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Hikâyenin anlatılan bu kısmını tuhaf buluyorum. Şiirin anlaşılmaması ihtimali onların bu türden bir alet – düzenek yapmasının da sebebi olmuş.

Otostopçunun Galaksi Rehberi, Douglas Adams, 868 syf., Alfa Yayınları, 2018.

'KALPSİZ DIŞ GÖRÜNÜŞÜMÜ TESELLİ ETMEK GEREKİYOR'

Kitabın ileriki sayfalarında, şiiri okuyan işkenceci Vogon “Şiir yazıyorum çünkü acımasız kalpsiz dış görünüşümü teselli etmem gerekiyor” (Sf. 73) der. Bu gerekçe, bir ayrım yapmış olur. Bu ayrım, dış ve dış olmayan bir yer olarak belirlidir sanki. Yani armut bedenli, korkutucu bir yaratık kendisinde dışı gibi olmayan bir şey olduğunu ifade ediyor. Ona bakan gözleri ve fikirlerini biliyor, bunun farkında ve “aslında öyle değil” gibi bir yerden konuşuyor. Belki şu hataya düşebiliriz: “Dışı korkunç olsa da içerisinde yumuşak ve naif bir parça barındırıyormuş meğerse…” Ancak buradaki ifade, dışıyla aynı olmayan bir yerin olması. Vogonlar üzerinden, daha karikatürize bir şekilde işaret etmeye çalıştığım nokta şiir için bir “öte anlam” anlatısıdır. Mesela roman, şiirdeki bu yoğunca işlenebilen öte anlam yükünü taşımakta güçlük çeker. Aksi takdirde okunmaya, içine girmeye izin vermez metin; sanki bir tür ıslaklık, sululuk gerekir. Tutulur okur, duraksar, gözlerini kısar… Hatta örnek sayılırsa, k. İskender’in şiir-roman türündeki kitaplarının en anlaşılmaya müsait olmayan kitapları olduğunu söyleyebilirim (Flu’es, Zatülcenp vd.). Çünkü eğer yazılan romansa, okur da içeride bulunmak, kimi zaman kitapla yan yana yürüyebilmek ister. Belki kısaca, şiir, öte anlam barındırdığı varsayılan bir ifade biçimi olarak tanımlanabilir. Belki okuyanda şu his canlanabilir: “Anlamıyorum ama sanki burada anlaşılmaya değer bir şey var.”

ŞİİRİN ÖRTÜK TARAFI

Bu tekinsiz de olabilecek his, her şiirin bıraktığı ve okuruna yaşattığı duygu değildir elbette. Bazı şiirler apaçıktır, doğrudandır, durudur, nettir ve güdümlüdür. Ama şiiri yazan kişi de her zaman tam olarak bilir mi neden yazdığını? Şiiri yazdıktan sonra geriye dönünce “meğerse…” demez mi? Psikanalitik bir zeminde, bu soruya verilecek cevapların ne olacağı da anlamı açık bir şiir kadar net. Belki biraz da çekingen bir ifadeyle, şiirin kimi zaman neredeyse onu yazan kişiye dahi örtük bir tarafı olduğunu söyleyebilirim. Bu çekingen ses, şiirin tam da kişisel olduğu noktayı gözetiyor. Ama kişisel olduğu kadar da ortak bir konu şiir. Bu sebepten hem sunulan hem de geri çekilen bir yapıdaymış gibi. Yani hem söylemek isteyen hem de söylemenin bir yolu olarak imgeyi kullanarak suyu bulandıran bir pozisyonda. Bu noktada, küçük İskender’in 2015’te Gümüşlük Akademisi Şiir Atölyesi’nde bahsettiği şiir yapısından-kurgusundan bahsetmek daha açıklayıcı olabilir: k. İskender şiirde üç yapı tarif etmişti. İlki meydan tipi şiir; ikincisi hücre tipi şiir; üçüncüsü ise labirent-sarmal tipi şiir. Bu şiir kurguları, şiiri yazanın kendi duygusunu, düşüncesini içine koyduğu bir yapı. Bu yapıları bir bina gibi tarif etmişti k. İskender. Şiiri yazan kişi, oyuncuydu bir bakıma. Şiiri okuyan kişi de bir kapı bularak içeri girecek, şiiri yazanı ele geçirecekti. Şiir üzerine yaptığımız çalışmalarda k. İskender şiirin kelimelerle oynanılan türlü oyunların alanı olduğunu tarif eder haldeydi. Kendisi de şiiri “dil cambazlığı” olarak tarif etmişti.

KELİMELERLE ŞİİRE İNMEK

Mesela “son” kelimesi yerine “Minerva’nın baykuşu havalanıyor, ışık nöbetini bir başka vakte devrediyor” deseydim, bu gene sonu anlatmak için kullandığım şiirsel bir ifade sayılabilirdi. Çünkü biliyoruz ki, Minerva’nın baykuşu günün sonunda havalanır. Üstelik Hegel de hukuk çalışmalarında şiirsel bir ifade içerisinde kullanmıştı benzeri ifadeleri (Gökberk, 2012, s. 19; Hegel, 1991, s. 31). Ama burada kabaca tarif ettiğim meselenin pek çok değişkeni vardır. Örnekse, “son” kelimesini seslendirmek de ona şiirsellik katabilir. Yani şiirsellik, katılabilir, eklenebilir ve aynı zamanda da çıkartılabilir bir şey olarak tarif edilebilir.

Kelimelerle şiire inmek tam da şiirin bir yerde durduğu ve kelimelerin yol gösteren/göstermeyen şaşırtan bir rolü olduğunu vurgulamak için seçilmiş bir başlık. Daha temel bir ifadeyle, şiirden bir şeyi çıkardığınızda o şiir çöktüyse, o kelime, şiirin göbeğidir işte. Şiirin görünenin ardında bir anlam içerdiği konusundaki adımlarım, bazı şiirleri düşünürken şüpheli gözüküyor; Nazım Hikmet’in Bugün Pazar şiirinin tadını yahut Sunay Akın Çekmece şiirinin gerçekçi sadeliğini konuşamamış oluyoruz. Şiire dair olanı kapsamayı ve tümünü sırtlamayı amaçlamasam da, küçük İskender’in meydan tipi dediği şiir bunu tarif ediyor olacak.

'ŞİİRİMİ ANLA!'

İşaret ettiğim örneklerdeki ilk bakışta aleni halde olmayan, örtüsü kaldırılmamış olan gibi fikirler şiirin dar bir alanını anlatmaya girişmiş olabilir. Ama ne kadar dar olursa olsun, eminim ki, şiirin böyle bir damarı var. O halde psikanalizin tarif ettiği yolları da izleyerek tekrar etmek gerekir: Şiir, öznenin yalnız başına düşünerek taşıyacağı bir yük değil. Şiir, rüya gibi, aleni hale gelmek için ötekine ihtiyaç duyar. Özellikle bu ifadeler daha çok terim içeren ve bu metinde ifade ettiğimden daha geniş anlamları olan bir konuya işaret ediyor. Gene Adam Phillips şiir ve psikanalizin yan yanalığını – iç içeliğini tartışırken, bir şeyin şiirsel kabul ettiğimizde onun hangi dönemin şiirine benzediğini sormayacağımızı söyler. Bu kısım çok kıymetlidir. Çünkü eğer psikanalizle şiirin buluşmasının noktasını belirleyeceksek, buraya işaret etmek gerekir: “Sanki şiirsel olan tarihin ya da türün ötesinde bilinen bir göndergeye sahipmiş gibi” diyor Adam Phillips. (1)

Son olarak, şiirin ne olduğunu düşünürken Otostopçunun Galaksi Rehberi örneği hala üzerine düşünmeye değer. Mesela Şiir Değerlendirme Sandalyesi örneği de bir ruh sağlığı çalışanının oturduğu koltuğu anımsatıyor. Yani danışanlar – hastalar bir yandan “şiirimi anla!” diyor da olabilir. Şiir adı koyulan ne olursa olsun, “anla!” talebi, bazı anlarda bu durumla benzer kabul edilebilir. Şiir, yazınsal türün herhangi birinin içerisinde olabilir. Şiir, kişiyi saran bir yaşayış biçimi de olabilir.

Birçok noktanın ucunu açık bıraktım. Şiir konusunda söz hakkı edinmenin dahi zor olduğunu söyleyebilirim. Ama hepsinin ötesinde tüm bu kurgu, bizi muhabbete davet ediyor, karar vermeye değil. Yani son olarak şunu da iletmiş olayım, A. Rimbaud’yu düşünürken, Türkiye’deki şiir dergilerini unutursak, bu muhabbet çoğu zaman eksik kalıyor olacak. En azından ben bu bilinçle adım adım şiir üzerinde düşünüyor olacağım. Elbette İskender Savaşır ve k. İskender'i de hatırlatarak…

Dipnot

  1. A.g.e s. 24

Kaynakça

  • Adams, D. (1996). Her Otostopçunun Galaksi Rehberi. (S. Dalkır, Çev.) İstanbul: Sarmal Yayınevi.
  • Fantom. (2018). Vogons. https://hitchhikers.fandom.com. Aralık 12, 2018 tarihinde https://hitchhikers.fandom.com/wiki/Main_Page adresinden alındı
  • Gökberk, M. (2012). Hegel'in Felsefesi - Yaşayan Yönleriyle. İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, 19.
  • Hegel, G. W. (1991). Hukuk Felsefesinin Prensipleri. (C. Karakaya, Çev.) İstanbul: Sosyal Yayınlar.
  • Phillips, A. (2017). Hep Vaat Hep Vaat. (F. B. Aydar, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.
  • Savaşır, İ. (2018, Kasım 1). İskender Savaşır Şiirleri. Doğum Günü Özel. (B. Saç, Dü.) İstanbul.
  • Tesone, J. E. (2013). Adların İzinde. (B. Şannan, Çev.) İstanbul: Bağlam Yayıncılık.