Varoluşçu 'Yabancı' kimdir?

Colin Wilson’ın Notos Yayıncılık tarafından yayımlanan “Yabancı” adlı kitabı yabancılık kavramını epey geniş bir çerçevede ele alıyor. Yazar bir bakıma “yabancı varoluşçu”nun izini sürüyor, bunu yaparken bizi Tolstoy’dan, Dostoyevski’ye, Nietzsche’den Kierkegaard’a, Van Gogh’tan, Nijinski’ye, Rilke’ye kadar pek çok yazar ve düşünürle buluşturuyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “Yabancı” kelimesi farklı çağrışımları barındırır. Günümüzde daha çok sosyolojik göndermesiyle karşımıza çıkan bu kavram, özellikle zorla göç ve sürgünlük durumunda bireyin hissettiği aidiyetsizlik, köksüzlük hissi ile birlikte “farklılaştırılmış” olmanın bireye yüklediği durumu hatırlatır. Bunun yanı sıra bulunulan etnik gruptan dolayı “farklı” olarak inşa edilmiş öznenin durumuna da işaret eder. Kelimenin bir kullanımı da bireyin varlık sorunlarıyla ilişkilenir, bulunulan topluma, çevresindeki insanlara, hayata dair hissedilen uyumsuzluğun getirdiği, hiçlikte savuran, boşlukta dolaştıran, “yabancılığa” dair bir histir bu. Bahsedilen anlamda yabancıya pek çok edebiyat metninde, filmlerde, felsefi soruşturmalarda rastlarız.

Bu bağlamda “yabancı” olma durumunu tartışan, Colin Wilson’ın Notos Yayıncılık tarafından yayımlanan “Yabancı” adlı kitabı konuyu epey geniş bir çerçevede ele alıyor. Yazar bir bakıma “yabancı varoluşçu”nun izini sürüyor, bunu yaparken bizi Tolstoy’dan, Dostoyevski’ye, Nietzsche’den Kierkegaard’a, Van Gogh’tan, Nijinski’ye, Rilke’ye kadar pek çok yazar ve düşünürle buluşturuyor.

Colin Wilson

'YABANCI'YI ANLAMAK

Wilson’ın her anlamda tartışıp, peşine düştüğü yabancının izlerine pek çok metinde rastlıyoruz. Anlaşılır olabilmesi için kitabı okurken de anımsadığım, Zeki Demirkubuz’un 2001 yapımı ‘Yazgı’ filminde, Serdar Orçin’in canlandırdığı Musa karakterini hatırlayabiliriz. Bu filmde Musa kitabın konu ettiği tip olarak ‘varoluşçu yabancıyı’ hatırlatır ki film Camus’nün “Yabancı” adlı eserinden uyarlanmıştır. Filmin başlangıcında sıradan, annesiyle yaşayan gündelik yaşamda çok sık karşılaşılabilecekmiş gibi görünen karakter, film ilerledikçe ortaya çıkan genel kabullerin dışında tavır ve tutumlarıyla dünyada olanı değersizleştiren, etrafında olup bitenleri hiçbir şey olmuyormuşçasına doğallıkla karşılayan, annesinin ölümünde bile bilindik yas durumunu yaşamayan “yabancı” bir karakteri temsil eder. Musa karakterinin tepkisiz “yabancılığı” bana kalırsa duyarsızlığından, hissizliğinden kaynaklanmaz onun müdahale etse de bir şeyleri değiştiremeyeceğini bilmesinden kaynaklanır. Çabalasa bile sonucun olumsuz olacağının farkında olmasından ve dünyanın kendisine hiçlikten başka getirisi olmadığını bilmesinden. Film boyunca da öyle olur ve cinayetle suçlanır ve aynı tepkisiz tavrı bu konuda da sürdürür. Bir boyutuyla Wilson’ın yabancısını çağrıştıran bu karakter, aslından yazarın “varoluşçu yabancı”sını anlamamızda bize ipucu sunabilir. Çünkü “yabancı” için hakikatin söylenmesi önemlidir konu ne olursa olsun zaten yabancılık hakikatin farkında olmaktan ve bunu anlatamamaktan ifade edememekten kaynaklanan da bir his kitapta bahsedildiği gibi. İşte Musa için de durum böyle bana kalırsa hakikatin farkında ama ifade etmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek çünkü anlamı yok.

DÜNYADASIN

Ayrıca, Wilson’ın işaret ettiği yabancılık durumu dünyada olduğunun ve bunun çıkmazının farkına varan, “dünyadasın ve bunun tedavisi yok” olarak ifade edilen Beckett cümlesini hatırlatan, bireyin sorunlarını da anımsatıyor. Dünyayla, diğer insanlarla, yaşadığı hayatla derdi olan kişinin içerisine düşebileceği hâl bu. Yazar, bunu deneyimlediğini düşündüğü metinler, karakterler ve yazarlar üzerinden konuyu tartışırken, aslında bir açıdan kendi varlığımızla yüzleşme vesilesi de buluyoruz. Kendi yabancılığımızı, ifadesizliğimizi, dilsiz bırakılmışlığımızı anımsıyor ve kitabın sorunsallaştırdığı bu meselenin çok da uzağında olmadığımızı hissediyoruz. Çünkü dünyanın sıkıntısı, bireye yüklediği sorumluluk, kurtuluş umudunun gittikçe tükenmesi insanın varlık krizini aşmasının yolunu tıkarken, “yabancılık” hissinin yakamızı bırakması zor görünüyor.

Colin Wilson, Yabancı, çev: Cihan Barış Özkan, Notos Kitap, 2018.

YABANCI BİR SABİT KATEGORİ OLABİLİR Mİ? 

Wilson metin boyunca “yabancı”nın belli özelliklerini ortaya koyarken bir “yabancı” tipi yaratmaya çalışıyor fikrimce. Kitap nasıl biridir bu “yabancı” sorusunun tüm yanıtlarına ulaşmaya çalışırken, çok farklı yabancı özellikleriyle karşılaşıyoruz. Örneklenen metinler, varılan sonuçlar bize gösteriyor ki “yabancı” sabit bir kategori olamıyor. Örneğin: Kamus ve Kafka metinlerinin “yabancısı” daha çok “gerçek dışı yabancılık” olarak değerlendiriliyor Wilson tarafından. Çünkü özellikle Kafka metinlerine baktığımızda bulunduğu toplumdan rahatsız, modern bireyin disipline edilmiş bedeninden çıkmaya çalışan ama genellikle başarılı olamayan karakterlerle karşılaşırız. Bir sabah böcek olarak güne başlayan Gregor Samsa’nın hikâyesindeki “gerçek dışılık”, bedenen başka bir varlığa dönüşmüş olsa bile hâlâ gündelik hayatın sıkıntılarını taşıyan, aile, patron, çalışan ilişkisi kaygısını barındıran modern bireyin kendisine ve içerisinde bulunduğu hâle ne kadar yabancı olduğunu hatırlatır. Her şey olabildiğince “gerçek dışı”dır ancak Gregor Samsa normalmişçesine yaşamını sürdürmeye çalışır.

Wilson’ın kitap boyunca incelediği metinler bizi başka başka yabancılık halleriyle buluşturuyor ve bu nedenle yazarın çıkarmaya çalıştığı “yabancı” profilinin her zaman her yerde aynı olamayacağı üzerine de düşünmüş oluyoruz bana kalırsa çünkü her metnin çıktığı yer, bulunduğu ortam yazarın bulunduğu duygusal hâl, sağlık problemleri gibi nedenler bu hissin ortaya çıkmasında etkili görünüyor ve böylece “yabancının” da kesin, sabit olamayacağını fark ediyoruz.

KİMİZ BİZ?

Metinden “yabancılık” hissine dair ortak noktalara da ulaşmak mümkün olabiliyor. Çünkü bir şekilde yabancının sorunları dünyanın ortak dertleriyle de birleşiyor ve soru bulunduğum yerde ben kimimi aşarak dünyada ben kimime dönüşüyor. Wilson’ın ifadesiyle “yabancı” için durum şöyle: “sorun hayatlarındaki gerçekdışılık hissidir. Acı vermeye başladığı noktada hayatın gerçekdışılığını şiddetle fark ediyor ama acının kaynağını bulamıyorlar. Uzun süredir hasta olan biri gibi, sıradan dünyanın gözlerinden düştüğünü görüyorlar. Yaşamak kâbusa dönüşüyor. Ekran karardığı anda sinema perdesi ortaya çıkıyor. O âna dek umut ve arzularını tekrar yansıtmışken birdenbire sinema salonunda olduklarını fark ediyorlar. Soruyorlar: Kimiz biz? Burada ne yapıyoruz?” Sanırım “yabancı” için bahsedilen bu farkındalık ânı belirleyici oluyor, bu mutlu hissettiren bir rüyadan uyanmak gibi geliyor bana. Her şey olağan bir şekilde akıp giderken birden boşlukta ve hiçlikte savrulduğunu fark ediyorsun. Çünkü dünya müdahil olamadığın birçok olumsuz olaya sahne oluyor ve sen varolduğunu gösteremiyorsun oysa “olmak” için rahatsız olduğun durumdan kurtulman gerekiyor ki kitapta eylemde bulunmak, irade göstermek bir şekilde o kurtuluşa ulaşmak için çabalamanın da genellikle olumlu sonuçlanmadığına dair epey örnek var.

'AKIL DIŞI' DEĞİL 'YABANCI'

Wilson’ın anlatmaya çalıştığı “yabancı” içerisinde bulunduğu dünyanın farkında olan bir temsil sunuyor bize. Ve bu farkındalık bir yandan çıkışsız hissettirirken diğer insanlarla uyuşmayan kaygılı bir varlık durumuna işaret ediyor. Bu nedenle yabancı diğer insanların dertlerini önemsiz görüyor. Bu bir küçümsemeden çok bana kalırsa diğer insanlara karşı hissedilen bir acıma duygusunu hatırlatıyor. Bu nedenle geçimsiz birlikte yaşaması zor, her şeyi deneyen, yaşadığı hiçbir tecrübeden tatmin olmayan birisi olarak da karşılaşabiliyoruz “yabancı” ile. Kitapta Van Gogh örneği de bu bahsettiğimiz durumu açıklıyor. Van Gogh on altı yaşındayken evden ayrılıyor, Londra’ya gidiyor, baba evine geri dönüyor. şık olduğu kadına kavuşamama onda derin bir hayal kırıklığı yaratıyor. Mistik krizler yaşıyor, gecekondu mahallelerinde dolaşıyor, papaz olmaya karar veriyor, Gaugin ile birlikte yaşarken ona jiletle saldırıyor, sonrasında kendi kulağını keserek kasabada genel evde çalışan bir kadına gönderiyor. Hastaneye kaldırılıyor ve resim yapmaya devam ediyor, en sonunda da, “eserlerim için hayatımı tehlikeye attım aklımın yarısı da iflas etti” diyen bir mektup bırakıp, dünyadan gidiyor. Kitapta ayrıntılı bir şekilde işlense de kısaca değinebildiğimiz Van Gogh’un yaşamının sadece bu kısmına bakıp, onu “akıl dışı” bir yere konumlayıp konu üzerine bu açıdan düşünme kolaycılığına kaçılabilirdi belki. “Anormal” bir yaşam kategorisinde değerlendirilip akılcılığın desteğiyle tüm bu anlatılanlar birden açıklığa kavuşabilirdi. Ancak Wilson’ın metin boyunca bundan uzak durması ve konuyu yabancılık ekseninde temellendirmesi sanırım bu kitabın en önemli yanlarından.

YAŞAMIN METİNLE KESİŞMESİ 

Colin Wilson bu metninde “yabancı”yı anlamaya çalışırken, tıpkı bahsettiği karakterler gibi içine doğru bir yol izliyordu belki de. Metin bu açıdan da değerlendirilebilir ve yapıt yazardan bağımsız mıdır sorusunu Wilson üzerinde tekrar tartışabiliriz. Çünkü Wilson’ın metodu yazarları karakterleriyle birlikte düşünmemize izin veriyor fikrimce ama aynı zamanda Wilson’ı da metinle birlikte düşünebiliyoruz. Kitapta kısaca bahsedildiği gibi anlıyoruz ki onun da yaşamı bahsettiği yazarlara benzer sıkıntılar içeriyor. Wilson, “on altı yaşında okulu terk etmiş, intihar etmeye karar verip son anda vazgeçmiş, bir yığın işe girip çıkarak çeşitli tecrübelerin girdabına kapılmış, ardından hakkında yazdığı Yabancılar gibi ‘daha dolu yaşama’ peşine düşerek bu sıkıcı yaşamdan kurtulmaya azmetmişti.” Wilson için yapıtlarının böyle bir anlamı olduğu düşünülürse titizce çalıştığı bu metin de daha anlaşılır oluyor. Parasızlıktan parklarda yatarken, insan varoluşuna dair düşünen ve vaktini kütüphanelerde geçiren bir yazardan bahsediyoruz. Bu açıdan “Yabancı” bana kalırsa hem edebiyat ve felsefenin iç içe geçtiği bir okuma serüveni hem de Wilson’ı daha yakından tanımak için önemli bir metin. Ayrıca pek çok metne getirdiği yorumlar ve karakter incelemeleri dikkate alınırsa başvurulabilecek, yeni tartışmalara vesile olabilecek bir kaynak metin olarak da değerlendirilebilir.