Yazmak bazen yürümektir

Enis Akın Natama Dergi için "Şairaneden Şiirsele Türkiye’de Modern Şiir", "Türk Şiirinde Modernizm" ve "Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi" kitaplarını değerlendirdi. Yazıları sizinle paylaşıyoruz...

Google Haberlere Abone ol

Enis Akın

DUVAR - Belki insan düşünerek yürüdüğü veya yürüyerek düşündüğü içindir, yazmayı bir yürüme metaforu olarak düşünebiliriz. Amaçsız yürümek yazıyı en güzel karşılıyor. Bazen yazarken koşuyoruz, duruyoruz, kendimizi çelmeliyoruz (Orhan Koçak’ın sevdiği), geri dönüyoruz.

Murat Belge, Şairaneden Şiirsele Türkiye’de Modern Şiir, İletişim 2018, 581 syf.

Bazı insanlar yazılarında sokaklarda yürür. Daha önceden haritası çıkarılmış yerlerde yürüyen istediği an sapabileceği cadde, sokak veya patikalarda gezer; o konuda düşünen herkesin öyle ya da böyle söyleyebileceği, gidebileceği konularda gezer. Bazı yazarlarsa sadece kendinin yazabileceği şeyleri yazar. Kendi yollarını önümüze açar. Çıkmaz sandığımız sokakların çıkmaz olmadığını; o her gün yürüdüğümüz ara sokaklarda her zaman gittiğimizden başka bir kestirme yol olduğunu o yazıları okurken anlarız. Bu sonuncusu özellikle anı kitaplarını okurken daha sık yaşanabilen bir duygu.

Kitaba sondan başladım. Önce Turgut Uyar’ı, Ece Ayhan’ı, Ülkü Tamer’i okudum, keyif aldım. Şöyle düşündüm: “Bu yazdıklarını yalnızca Murat Belge yazabilir.” Sonra giriş yazısını, Yahya Kemal’i, Nâzım Hikmet’i, Ahmet Hamdi’yi ve devamını okudum. İlk baştaki duygum azalsa da devam etti. Azaldı çünkü Murat Belge’nin çağdaşlara geldikçe anlatacak daha fazla özel malzemesi vardı, doğal olarak.

“Şairaneden Şiirsele” de bazı şair ve eleştirmenler tarafından edebiyata dışarıdan bir müdahale gibi algılandı. Bu konuda önce Orhan Koçak, sonra Enis Batur’un yazıları yayımlandı. Batur’un yazısı “Hiç değilse şiiri rahat bıraksalar ya” şeklinde bir alıntıyla son buldu. Murat Belge “karşılaştırmalı edebiyat” alanında Bilgi Üniversitesinde kürsü başkanı. Şiiri “rahat” bırakması zor görünüyor. Orhan Koçak’ın veya Halim Şafak’ın itiraz etmesini anlıyorum, Türk şiirinin savunulmaya ihtiyacı olduğundan değil ama Batur’un Türk şiirini (buraların şiirini) savunduğunu bu yazı dışında görmedim.

Kendine “Türkçe yazan batılı yazar” meali şeyler denmesiyle neredeyse övünen, (bütün çalışkanlığına rağmen) bencilliğiyle gurur duyan bir Enis Batur’un bunu yapması ilginç. Demek ki artık Türk şiirini onun salt bir kendini yeniden yaratma (veya mesai) alanı olarak değil, uğruna kavga verdiği (!) bir mücadele alanı olarak da düşünmek gerekecek. Biz onu kendi imgesi dışında pek bir şeyle ilgilenmemesiyle kabul ettik, bundan sonra Türk şiirinde “mücadeleci bir Enis Batur” göreceksek biraz zaman alabilir, ama alışırız. Severiz de.

Modern Türk şiirinin merkezi neresidir diye bir soru sorulsa. Kitabın buna yanıtı “Orhan Veli ve Garip şiiri” olurdu, en büyük ağırlık burada hissediliyor. Murat Belge’ye göre de kurucu edebiyat bu; hem cumhuriyetin ortaya çıkardığı küçük insana, hem 2. Yeniye zemin hazırlıyor.

Kemal Özer bahsinde Belge, Memet Fuat’ın, Kemal Özer’i daha politik yazmaya ikna ettiğini, ama bunun sonuçta Özer’in şiirini olumsuz etkilediğini yazıyor. Murat Belge de o zaman Memet Fuat’ın düşüncesinin mekanikliğini görememiş olmakla hata yaptığını düşünüyor: “[Kendime] kızıyorum şimdi” [s.567]. Yapan insan endişe ve suçluluk duyan insandır; 1968 kuşağından olan diğerleri gibi Murat Belge de “yapan” birisi. Yapan kişi hata da yapıyor. Çok yapan çok hata yapıyor. Hatayı kabul etmekse gençlerde hiç yok, eski güzel günlerden kalma, eski güzel insanlarda olan bir özellik.

Murat Belge’nin çalışması, çoğu açıdan, Türk şiirine sadece kendinin yapabileceği bir katkı.

ŞİİRDE MODERNİN İZİNDE

İmkansız Özerklik - Türk Şiirinde Modernizm, Yalçın Armağan, İletişim, 2011, 172 syf.

1977 doğumlu ve üniversite öğretim görevlisi Yalçın Armağan İmkansız Özerklik’te eline bir büyüteç almış Türk şiirinde modernizm arıyor. Ve buluyor!

Aslında elindeki alet büyüteç değil bir bıçak. Bıçak, Türk şiirini keserken karşısına çıkanlara büyük sorusunu soruyor: Şiirini yazarken özerkliğini gasp etmeye çalışan kurucu, halkçı, solcu, vb. söylemler karşısındaki konumun ne oldu?

Şiire başka sorular da sorulabilirdi elbette, ama eğer bunun bizi durdurmasına izin vermeyip kitabı okumaya devam edersek, sağlam bir iç tutarlılığı olduğunu fark ediyoruz. Kitabı büyük bir pencere olarak görmek mümkün ve gözlerimize sunduğu yeni manzarada Ahmet Haşim’i bir daha seviyoruz. Ama aslında bu bir Haşim kitabı değil, 2. Yeniyi ve onun Türkçedeki yerini anlama çalışması.

2. Yeninin Türkçenin en geniş parantezi olduğunu, Türk şiirinin konuşmayı (şiiri?) öğrenmesi olduğunu, “yeni bir edebiyat değil, yeni edebiyatın kendisi” olduğunu [Orhan Koçak], bundan sonra ne yazılırsa yapılsın -ister itiraz içinde, ister sevgiyle- Türkçede üretilecek her şiirin 2. Yeninin çocuğu olduğunu, ama ondan korkup vasata fit olmak gerekmediğini düşündüm, kitabı okurken.

Sosyalistler arasında Lenin’in “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” makalesinden Sosyalist Gerçekçiliğe, oradan 1968 soluna kadar uzayan bir tartışmaya yeni bir bakış getirmeyi denemek önemli bir girişimdir. Sanatın ve sanatçının bağımsızlığı aslında politikalar-üstü bir tartışma olması, yani bütün sanatçılar tarafından değerlendirilmiş olması gerekirken bugüne kadar sadece sol eğilimli sanatçılar tarafından tartışılacak kadar kıymet verilmiş olması her halde bir şeylerin göstergesidir.

Kitabı okurken, Gezi’den sonra yazılsaydı çok değişir miydi, diye sormaktan kendimi alamadım. Gezi’den sonra özerkliğini iktidarın “kültür ayağı” olmaya feda etmeye sadece razı olmakla kalmayan, hazır, nazır ve arzulu bir tür “edebiyatçı”nın peyda olduğunu hatırlayacak olursak...

Bütün bundan bağımsız olarak Yalçın Armağan’ın açtığı pencereden içeri dolan taze havayla derin bir nefes aldım.

İYİ ELEŞTİRİ SON ÇÖZÜMLEMEDE BİLGİYE DEĞİL CESARETE DAYANIR 

ReelViews isimli çok eskiden beri var olan internet sitesinde film eleştirileri yapan James Berardinelli diye bir sinema eleştirmeni var. Berardinelli çok saygıdeğer ve tarafsız bir eleştirmen olarak bilinir. Özelliği şu, bir çizgi filmi de bir dramı da aynı ciddiyetle eleştirir ve eleştirilerinde o filmin ne filmi olduğunu neyi başarmayı amaçladığını ve bunu ne kadar başarabildiğini göz önüne alır.

Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi, Ayşegül Tözeren, Manos Kitap, 2018, 148 Syf.

Eleştirisine dışarıdan “değer” enjekte etmemeye çalışır. Yani bir aksiyon filmini izlerken “tarihi gerçekleri çarpıtıyor” gibi bir eleştiri çok anlamlı değildir ona göre, orada “aksiyon sahnelerinin birbirini ne kadar takip ettiği” daha önemli bir kriterdir. Bu özelliği sayesinde onu “nesnel eleştirmen” olarak görebiliyoruz.

Şiirde de böyle bir şey var, bir şiiri eleştirirken o şairin neyi başarmaya, ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekir. Bu her zaman o kadar kolay olmaz. Ayşegül Tözeren’in şiir çevrelerinde oldukça ses getiren “Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi” isimli kitabını kendi amaçları açısından eleştirmek üzere yazının başına oturduğumda, kitabın aynı anda birkaç şey başarmaya çalıştığını veya birden fazla amaçla yazıldığını gördüm.

Kitap gerçekten Türk edebiyatındaki eleştirileri usullerinin eleştirisiyle açılıyor; sonrasında öykü eleştirileri, dönemsel değerlendirmeler, hapishane edebiyatı, hatta hapishane edebiyatının bir alt dalı olarak da müebbet edebiyatına değiniyor; bir edebiyat dergisi değerlendirmesiyle bitiyor. Kitabın birden fazla amacı olması biraz derleme havası verse de, bu önemli bir zaaf değil.

Çünkü, Foucault’nun “mikro iktidar” saptamasına paralel bir yoldan ilerliyor Tözeren ve iktidara karşı veya iktidardan yana olmasının, yazarın sağ ya da sol görüşlü olmasıyla doğrudan bir ilgisi olmadığını isim vererek gösteriyor. Devlete biat etmenin dini veya politikası olmadığını keyifle okuduktan sonra “abicilik”, “ödül maskaralığı”, “çete kültürü” gibi edebiyat bürokrasisini eleştirmek için yine isim vererek yaptığı açıklamaları cesur ve yerinde buldum. Buna rağmen Karl Marx’tan tek alıntısını iki kere yapması ve cümleyi eserin orijinalinden değil de Serkan Işın’ın yaptığı alıntıdan paylaşması biraz olmamış açıkçası.

Ama kitabın edebiyatımızda az bulunan özelliği, bunun gibi handikapları önemsizleştiriyor: edebiyatın bürokratlarına kafa tutabilmesi için kutlanabilir Tözeren. Çünkü çok bilenlerin bile son noktada nasıl kenara çekilip sustuklarını çok görmüş biri olarak, iyi eleştirinin son çözümlemede bilgiye, vb. değil, cesarete gelip dayandığını biliyorum.

NOT: Natama Dergi’yi buradan temin edebilirsiniz.