Beyazlık üzerine düşünen ‘beyazlar’

Fanon’un uyanış anı ile Özyürek ya da Ünlü gibi isimlerin, bu defa tersinden beliren uyanış anlarının bilgi kuramsal düzeyde ‘kardeş anlar’ oldukları kanısındayım. Bir bilgi-iktidar rejiminin nasıl da kılcal damarlara kadar işlediğini, bizzat kendileri üzerine çalışan bu yazarların metinlerinden izlemek, söz konusu rejim hakkında da pek çok şey söyleyecektir bize.

Google Haberlere Abone ol

Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi’nden sonra, şimdilerde, Esra Özyürek’in Modernlik Nostaljisi’ni okumaya başladım. Daha adıyla bile bir durumun paradoksal niteliğini ortaya koyan bir metin; çünkü ‘normalde’ modernliktir geçmişe dönük bir nostalji üreten ve geçmişin sembollerinin dolaşıma sokulmasıyla telafi edilmeye çalışılan bir ‘kayıp’ yaratan şey. Elbette dikkat etmeli; bu türlü bir kayıp, var olan bir şeylerin kaybedilmesi değildir, aksine bizzat modernlik böylesi bir ‘kayıp’ yaratır; yani bir kaybın öznesi olan özneler inşa eder. Octavio Paz’ın muhteşem belirlemesiyle, “modernlik bir gelenektir; kendisine karşı bir gelenek.” Yani bu türlü bir kaybın öznesi, dolayısıyla nostaljik bir özne, bizzat modernliğe karşı olduğu duygusuyla modern bir özne olarak belirebilir; yani bazen bazı kimseleri modern yapan şey, tam da modernlik karşıtı duyguları olabilir. Özyürek’in kitabının yalnızca adıyla bile işaret ettiği paradoks şudur: Eğer nostalji modern bir duyguysa, nasıl olur da bizzat moderne dönük bir nostalji gelişir?

Bu türlü metinlere dönük ilgim, İsmail Beşikci’nin yıllar önceki bir metaforuyla, “zihinlerdeki karakolları yıkmak” metaforuyla ilgili bir boyut içeriyor. Madunların uyanış anları vardır; Frantz Fanon’un bir trende siyah olduğuna uyandığı an gibi anlar… Fanon’un kendisinin siyahlığını açığa çıkarıp gerisin geri kendisine fırlatan bir deneyim… Lyons’ta kendisinden korkan küçük beyaz bir çocukla karşılaşması ve çocuğun, annesine “Anne, bak bir Zenci! Korkuyorum” demesi… Bu deneyimin ardından gelen tren yolculuğunda Fanon artık üçlü bir varoluş kipi içerisindeki mevcudiyetinin ayırdına varır: “Yer kaplıyordum. Ötekine doğru hareket etmiştim. Ve gözden çabucak kaybolan öteki… Saldırgan, düşmanlık duyuyor, ama saydam, şeffaf, orada değil, kaybolup gitmiş. Mide bulantısı…” Bir çağrıyla açılır siyahın dünyası: “Bak, bir Zenci!” Bu çağrı, bir aynanın içindeymişçesine ilerler. Siyahın siyahlığını açığa çıkaran ayna, aynı anda onun öznel tutarlılığını olumsuzlamaya girişir. Siyah beden ‘medeni bedenin’ karşıtı olarak işlevlenir; temiz ve saf olmayanı temsil eder. Böylelikle şu eski karşıtlık yeniden çıkar karşımıza: Medeni beden norma, rasyonel, iyi olana işaret eden beden iken siyah beden norm dışı, akıl dışı ve kötücül olana işaret edecektir. Siyah beden bir lekedir. Beyaz uygarlığın hijyenik alanına yönelik bir tehdit durumundadır. Onu kendisinden korkulan bir figür haline getiren de budur. Siyahın biyolojikleştirilmesi olarak tarif edilebilecek bir durumdur bu.

Fakat bunun tersi bir uyanış da mümkündür: “Kendimi çok Türk hissettim” diye ifade ediyor örneğin Barış Ünlü, bu türlü bir uyanış anını, Türklük durumu üzerine düşünümlerinin ve çalışmalarının geriye kalan seyrini de belirleyen bir karşılaşma içerisindeki konumunu betimlerken… “Sabah uyanıp kendime geldiğimde ise, çevreye yabancılık duygusu yerini bir tür kendine yabancılık duygusuna bırakmıştı. Bu duyguyu tarif etmesi zor, ama belki şöyle özetlenebilir: Türklüğünü önemsemeyen, Türklüğü benliğinin ve kimliğinin kayda değer bir bileşeni olarak görmeyen ve Türklüğüyle gururlanmayan birinin Türk olduğunu fark etmesi.” Bunlar itiraf değil, bireysel bir ahlakın meseleleri değil; bunlar belirli bir bilgi-özne rejiminin parçalanması, yapısının sökülmesi yönünde edimler; bunlar bilgi kuramsal değerleri itibariyle düşünülmelidir (ki kanaatimce gerçek bir diyalog da ancak böyle mümkün olabilecektir).

Esra Özyürek’in meselesi biraz daha başka; Kemalist sembollerin kamusal alanın karşıtı olarak ‘özel alanda’ da belirmesi üzerine, sosyo-sembolik düzeyde neyin değişip dönüşmekte olduğu üzerine kafa yoruyor o kendi kitabında. Fakat o da artık bu sembollerin evlerine (özel alana) kadar girmiş olduğu gerçeğini görünce, özel alana doğru bu kaymanın mantığını anlama çabasına girmiş. Fakat en nihayetinde ortaya çıkan durum, sözcüğün Hegel’deki anlamıyla bir öz-düşünüm, bir self-refleksiyon durumudur. Bu durum bir ‘beyazı’ bir özne olmaktan çıkarmasa da kendi gözünde bir bilgi nesnesi haline getirir, tıpkı Frantz Fanon’un durumunda olduğu gibi: “Aynı zamanda bedenimden, ırkımdan, atalarımdan da ben sorumluydum. Kendi kendimi nesnel bir incelemeye tabi tuttum; siyahlığımı keşfettim, etnik özelliklerimi keşfettim. … O gün, eklem yerimden tamamen sökülmüş bir halde, beni insafsızca mahkûm eden ötekiyle, beyaz adamla aynı ortamda bulunma şansımın olmadığı bir durum içinde, kendimi kendi varoluşumdan uzağa, bir hayli uzağa taşıdım ve kendimi bir nesne haline getirdim” diyecektir Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de. Kendi varlığını ve varoluşunu geçerli kılan bir Ötekinden yoksun kalan Siyah mutlak anlamda terk edilmiş durumdadır ve her türlü kendilik aygıtından da yoksun kalır.

Kendinin yadsındığı bu kendilik durumu içinde Ötekiliğin, başkalığın yokluğu, sözcüğün tam da Hegel’deki anlamıyla bir iç ayrımın yitirilmesi ve nesne karşısındaki konumunu bu ayrımla bulan öznenin iptal olması, gerisin geri kendi üzerine katlanması, dolayısıyla nesneleşmesi sonucunu doğurur. Fakat elbette özne de tamamen kayboluyor değildir. Bu, Siyahın özne-nesne bölünmesini bizzat kendinde yaşadığı anlamına gelir. “Siyah insan sürekli beyaz olmak, beyazlaşmak isteyen insandır. Derisini yırtıp atmak, üzerinden çıkarmak ister. Benlik bölünmesinden muzdariptir. Ancak deriden kurtuluş olmadığı için, beyazlaşmanın başka yolları aranır” diyor Barış Ünlü.

Fanon’un uyanış anı ile Özyürek ya da Ünlü gibi isimlerin, bu defa tersinden beliren uyanış anlarının bilgi kuramsal düzeyde ‘kardeş anlar’ oldukları kanısındayım. Bir bilgi-iktidar rejiminin nasıl da kılcal damarlara kadar işlediğini, bizzat kendileri üzerine çalışan bu yazarların metinlerinden izlemek, söz konusu rejim hakkında da pek çok şey söyleyecektir bize. Naif bir romantizmle bir tür ‘melez kültüre’ inanan biri değilimdir kendi adıma, fakat teori melezlendiğinde görme ufkunun genişleyeceğini de teslim etmek gerekir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika