'Radyo Benjamin'i okurken...

Walter Benjamin denilince aklımıza gelen şeylerden birisi de nesneler, sıradan olarak gördüğümüz herhangi bir eşyanın aslında varlığımız üzerindeki etkisi. Kitap özelinde Benjamin’in “Berlin Oyuncak Turu” adıyla yaptığı iki program onun yine nesnenin peşinden gidip devşirdiği anlama bakmamızı sağlıyor. Yazar, kendi çocukluğundaki oyuncakların geçirdiği değişimi, çok sevdiği oyuncaklardan, oyunlardan bazılarını artık bulamadığını anlatırken, yeni tasarlanmış, beğendiği oyuncaklardan da bahsetmeyi ihmâl etmiyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Önce alengirli bir korna, sonra “pattes, soğan!” diye bağıran bir sesle bölündü gündelik zaman. İnsanı pencerenin önüne çeken garip bir çınlamaydı bu. Traktörü durduran satıcı etrafına bakınırken, pencerelere, balkonlara çıkıldı önce. “Kaça kilosu” soruları yerini “taze mi?” sorusuna bıraktı. Bir süre sonra renkli günlük elbiselerle evlerden inenler sardı traktörün etrafını, bir Pazar günü rehavetini sonuna kadar hissettiren sokak, neşeli bir hâle büründü. Herkes bütçesine, hane sayısına göre tarttırırken, “pattes, soğan” sırasını bekleyenler iki lafın belini kırıyorlardı. Normalde sıradan bir andı bu ama bazen bir etkiyle olaylara baktığınızda farklı şeyler hissedebilir, belli bir duygulanım ile etrafınızı fark edip, onlara olması gerekene göre biraz daha fazla anlam yükleyebilirsiniz. Bu deneyimi yaşarken, benim üzerimdeki hissiyat Walter Benjamin’den kaynaklanıyordu. Çünkü daha yarım saat önce, geçtiğimiz günlerde Metis Yayıncılık tarafından, Cemal Ener ve Elif Okan Gezmiş çevirisi ile basılan, “Radyo Benjamin”in sayfaları arasında kaybolmuşken, kitapta yazarın, “Eski ve Yeni Berlin’de Sokak Satıcıları” adıyla yaptığı program metnini okumuş ve yaşadığım kentin gündelik yaşamına fazla dâhil olamadığımı düşünüp hayıflanmıştım. Çünkü Benjamin yaşadığı şehirdeki hayatın ayrıntılarına, sokak satıcıların kullandığı şiveye, kendi içlerinde ayrıştıkları noktalara kadar hâkimdi ve bu etkileyici ve özendirici bir gözlem yeteneğiydi.

Bu Benjamin etkisi dediğim şey yeni bir durum da değil benim okurluğumda, yine düşünürü okuduğum bir dönem gezme zamanlarımın yönünü Ankara Ulus’ta bulunan, Saman Pazarı veya gündelik hayatta daha çok kullanıldığı biçimiyle Bit Pazarı’na çevirmem de kendisinin üzerimde bıraktığı duyguyla olmuştu. Eski eşyaların arasında, bir türlü parayı denkleştirip alamadığım bordo renkli daktilo ve eski tip kablolu telefonun önünde geçirdiğim zamanlar şimdi gibi önümde duruyor. Besim Dellaloğlu’nun yerinde ifadesiyle, “Benjamin girdabı beni de içine çekti, bir türlü kurtulamadım”(akt. Demiralp, 2007: 70). Bu olumsuz gibi görünen ifadenin ardında onunla okurluk düzeyinde kurulan ilişki yatıyor gibi geliyor bana. Benjamin’in belki hüzün veren yaşamı belki hayatın olmayacak ayrıntılarına coşkuyla yaklaşımı, belki de geçmişle şimdi arasında kurduğu köprü ve daha pek çok neden okuru o “girdaba” çekiyor ve böylece düşünür bir bakıma yaşamı yorumlayış biçiminize de müdahale ediyor. Onun araya girmesiyle, gündelik hayattaki her bir ayrıntı, sıradan bir nesne anlam yüklü hâle gelebiliyor. Benjamin’in eşyaya, mekâna, yaşadığı kente yüklediği anlamı belirleyen, bir nostalji duygusundan çok onu döneminin kültürünün içerisinde bir yere yerleştirip, şimdinin hâfızasında bir ayrıntı hâline getirmesi belki de. Bu nedenle onun okuru olmak, geçmişin bir parçasını yanında taşımak, şimdide aradığın anlamı geriye dönük olarak inşa etmek anlamına gelebiliyor.

Radyo Benjamin, Walter Benjamin, haz: Lecia Rosenthal, çev: Cemal Ener, Elif Okan Gezmiş, 440 syf., Metis Yayınları, 2018.

ÇOCUKLARI ÖZNELEŞTİRMEK: CADILAR VE ÇİNGENELER 

“Radyo Benjamin”de yazarın çocuklar ve gençler için yaptığı programlara, radyo üzerine yazılarına, radyo oyunlarına yer verilirken, dönemin olaylarını yansıtan program metinleri de kitapta yer ediyor. Çocuklar ve gençler için yapılan programlarda en çok dikkati çeken yazarın iletişim kurma biçimi, normalde alışık olduğumuz gibi sadece yaş olarak sizden küçük olduğu için, karşısındakini bir şeyler dikte edilmesi, ehlileştirilmesi gereken olarak gören, toplumun istediği gibi bireyler olması için yönlendiren, ona nesne muamelesi yapan bir dil ile karşılaşmıyoruz. Çocuklarla eşit ilişki kuran, karşısına özne olarak alan, bazı yerlerde sırdaş gören bir üslupla karşılaşıyoruz. Bu anlamda kitabın Benjamin meraklıları kadar çocuklarla iç içe olan iş kolları açısından önemli olduğunu belirtmek gerek. Metinde, çocuklara veya gençlere, eşit bir ilişkiyle, dünyaya dair her şeyin “Cadı Davaları” gibi bir konunun bile anlatılabileceğini görebiliyoruz. Çünkü Benjamin, onlara dünyanın gerçeklerini masallı bir şekilde hikâye edebilmiş ve bunun olabileceğini göstermiş yaptığı programlarla. Mesela, bahsettiğimiz, “Cadı Davaları” hakkında yaptığı program şöyle başlıyor: “Cadıların adını ilk kez ‘Hansel ve Gretel’ ile duydunuz. Peki, cadılardan söz edildiğinde neler düşündünüz? Kendi başına yaşayan ve eline düşülmemesi gereken kötü kalpli ve tehlikeli bir orman kadını.” Böyle başlayan metin, Cadı Davaları’nda doktorun, din görevlisinin, hukukçunun misyonunun, nasıl cadıları günah keçisi ilan ederek, onları “şeytanlaştırarak” bir öcüye dönüştürdüğünü gösteren bir anlatıya dönüşüyor. Böylece, Benjamin “Hansel ve Gretel” masalındaki cadı temsili üzerinden başlayarak, tarih içerisinde konunun yerini tespit edip, hitap ettiği kitlenin verili anlamı sorgulayabileceği bir anlatı boyutuna taşıyor. Benzer bir durumu “Çingeneler” adlı metninde de görüyoruz, düşünür bu programda da bilinen anlamı aşındırıp, görünenin ardındakini deşifre ederken, programa konu olan, Çingeneler’e yönelen olumsuz bakışı kırıyor, onların yaşam biçimini, neşenin ardındaki hüznü, katliamı, acıyı, dışlanmışlığı gösteriyor.

Kitabı okurken, aklımıza şöyle bir soru oluşuyor, bu programları dinleyen çocuklar bu şansın farkındalar mıydı? Büyük ihtimalle bir rutinin içerisinde takip edilen yayınlardı bunlar ama böyle yetişen çocuklar olmak kıskandırıcı derecede güzel gerçekten.

BERLİN SOKAKLARINDA

Oğuz Demiralp, “Tuhaf Bir Çocuk” (2007: 69) adlı yazısında metnin başlığı üzerine düşünürken Benjamin için çocuk kelimesinin baskın çıktığından bahsediyor ve şöyle söylüyordu: “Ömrü boyunca Walter Benjamin’in, Berlin sokaklarında annesinin arkasında yavaş yavaş yürüyen bir çocuk olduğunu düşündüm birden.” “Radyo Benjamin” pek çok yönden bu cümleyi anımsatan, kafamızda benzer bir imge oluşturan bir kitap. Metinde yazarın Berlin’e dair yaptığı programlar onun kente bakışındaki o çocuk şaşkınlığını ve neşesini duyururken, Benjamin kendisinden beklenebileceği gibi, kentin şimdisi ve öncesi arasındaki köprüyü kurmayı da ihmal etmiyor. Berlin lehçesini, sokak satıcılarını, onlar arasındaki bulunduğu duruma göre değişen özellikleri, kentin cıvıltısını, nelerin yok olup nelerin bir şekilde varlığını devam ettirdiğini, değişimin sosyal, politik ve ekonomik nedenlerini dinleyicilerine anlatıyor. Örneğin: “Eski ve Yeni Berlin’de Sokak Satıcıları” adlı metninde, seyyar kitap satıcıları kalmasa da neyse ki arabaların hâlâ varlığını sürdürdüğünden şöyle söz ediyor: “Ama bu kitap arabalarının bir sırrı vardır: Sabah evden çıkarken kitap almayı aklının ucundan bile geçirmeyen insanlar alış veriş ederler bunlardan. Fırsat buldukça okuyan kişiler, anlık bir merakla yenik düşenler…” Üzerine düşününce sokakların insanları yaşama katan bir yanları olması gerektiği geliyor akla. Benjamin gündelik yaşamın içerisinden yükselen seyyar satıcıların, işportacıların sesini dinleyicilerinin dikkatine sunarken, aslında bir bakıma, Berlin özelinde kentlere dair konuşuyor.

Bellek mekânlarının yıkıma uğradığı, geçmişe dair olanı her gelenin yukarıdan bir dayatmayla, kendi belleğini inşa etme çabasıyla biçimlemeye giriştiği bir coğrafyada yaşarken, Benjamin etkisiyle düşününce, yitip gidenin anlamını fark edip mekânsal anlamda şimdiye ekleyecek çok şeyimiz kalmadığını hüzünle fark ediyoruz.

Walter Benjamin, Paris, 1938.

OYUNCAK ELMA VE TAHTA KOKUSU

Benjamin denilince aklımıza gelen şeylerden birisi de nesneler, sıradan olarak gördüğümüz herhangi bir eşyanın aslında varlığımız üzerindeki etkisi. Kitap özelinde Benjamin’in “Berlin Oyuncak Turu” adıyla yaptığı iki program onun yine nesnenin peşinden gidip devşirdiği anlama bakmamızı sağlıyor. Yazar, kendi çocukluğundaki oyuncakların geçirdiği değişimi, çok sevdiği oyuncaklardan, oyunlardan bazılarını artık bulamadığını anlatırken, yeni tasarlanmış, beğendiği oyuncaklardan da bahsetmeyi ihmâl etmiyor. Mesela, ilk kez karşılaştığı bir oyuncaktan şöyle söz ediyor: “Aritmetiğin dört işlemini yeni öğrenmeye başlayan altı yaşındaki çocuklar için düşünülmüş çok yeni bir oyuncak benim özellikle hoşuma gitti. Bu olağanüstü güzellikte, cilalı bir tahta elma, üstelik mis gibi de kokuyor; tabii bir Borsdorf ya da Reinette elması gibi değil, tahta gibi kokuyor…” Buradan bahsederken, ahşabın kokusundaki mis gibiliği fark etmenin, nasıl Benjamince olduğunu da es geçmemek gerek, bu kokudan söz etmek sanırım ancak onun aklına gelirdi. Oğuz Demiralp, “Benjamin’in içindeki çocuğun yaşama, daha doğrusu değişik bir dünyada yaşama hakkını aradığını düşünmüşümdür hep. Nazım Hikmet’i yansılarsak, usta bir kitap gibi anlayarak bir çocuk gibi şaşarak yaşamak isteyenlerden olmuş Benjamin” (age. 69) diyordu. Yazarın bahsettiğimiz “Berlin Oyuncak Turu” adlı iki programında bunu gözlemleyebiliyoruz, eski oyuncakları anımsarken mesela hiç sahip olamadığı, sadece bir dükkânda gördüğü müzik kutusunun artık olmadığını görünce yaşadığı çocukça kırgınlık ve yeni keşfettiği oyuncaklarda duyduğu heyecan da bunun göstergesi gibi.

Bu kitap ilk başta radyo gibi çok spesifik bir alana, çocuklar ve gençlere yönelik olana temas ediyormuş gibi görünebilir ancak böyle değerlendirmek yanılgı olur. “Radyo Benjamin”, bana kalırsa Benjamin düşüncesinin izinin sürülebileceği, sizi farklı duygu durumlarına sürükleyebilecek, çocuklara ve gençlere nasıl yaklaşılması, onlarla nasıl eşit ilişki biçimi kurulması gerektiğini gösterebilecek bir kitap. Kitabın sonunda Benjamin’in radyoya dair yazılmış eleştirel yazılarına da yer verilmiş ki her ne kadar bugün radyo gündemimizden düşmüş gibi görünse de düşünürün bugüne, görsel olana dair öngörülerine de rastlayabiliyoruz. Bunun yanında dönemi için radyonun politik bir misyonu olduğunu da anlıyoruz. Mesela Benjamin, “Radyo Yayıncılığının Durumu” adlı yazısında radyo programlarından, radyo frekanslarından, yeni kurulan radyo istasyonundan bahsederken şöyle söylüyor: “Oysa bu istasyonların inşa edilmesinin asıl sebebi başka yerde yatıyor: siyasette. Savaş çıkması halinde uzun menzilli propaganda araçlarına ihtiyaç olacaktır.” Teknolojinin iyiymiş gibi görünen pek çok üretiminin veya devletlerin yaptığı yatırımların çok da iyiye işaret olmadığının artık farkındayız, Benjamin’in Radyo yayıncılığından bahsederken, konuyu getirdiği yerde bu bakımdan önemli görünüyor.

Pek çok sebepten bu metnin, hem Benjamin takipçilerini, hem onun “girdabına” yakalananları, hem de düşüncesine kıymet verenleri mutlu edeceğini hatırlatmalıyım. Bu konuda daha çok şey söyleme isteği duysam da güzel şeylerin sonu çabuk geliyor, kitap bitti ama kim bilir daha kaç kere geriye dönüp bakılacak ve başka metinlerden bahsederken yolumuzu bulmamızı sağlayacak.

Kaynaklar

Demiralp, O., (2007), “Tuhaf Bir Çocuk”, Cogito, Sayı. 52, İstanbul: YKY