Kemalizm sivil din mi?

'Türk’e Tapmak - Seküler Din ve İki Savaş Arası Kemalizm' isimli kitabında yazar Onur Atalay, 'siyasette kutsallaşma' sürecinden başlayıp seküler din olarak nitelendirdiği 'Kemalizm'i irdeliyor. Yazarın Kemalizmin artık miadını doldurmuş bir ideoloji olduğunu savunduğu kitabı, sanılanın aksine geçmişe dair geniş bir değerlendirmeden öte, bugüne ve geleceğe dair bir izlek oluşturuyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İletişim Yayınları’ndan Onur Atalay imzası ile yayımlanan, 'Türk’e Tapmak – Seküler Din ve İki Savaş Arası Kemalizm –' kitabı geçtiğimiz günlerde raflara çıktı. İki dünya savaşı arasındaki süreci, Kemalizmi siyasi kutsiyet zeminine oturtarak açıklamaya çalışan yazar, henüz ön sözde “…Kemalizm dar manasıyla bugün artık miadını doldurmuş bir ideolojidir.” cümlesiyle okurun ilgisini çekiyor.

Onur Atalay, Türk'e Tapmak - Seküler Din ve İki Savaş Arası Kemalizm, syf. 360, İletişim Yayınları, Eylül 2018

Yukarıda da değinildiği gibi 1918-1945 arasındaki kaotik dönem ele alınıyor. İlk dünya savaşından istediği sonuçlarla ayrılamayan Osmanlı Devleti, Almanya, Rusya ve İtalya arasındaki ortaklıklara değinen yazar, savaş sonrası durumu totaliter yönetimlerin ortaya çıkışı üzerinden ele alıyor. Lider kültü üzerinden, radikal ideolojilerin eylemselleşmesi ve bu eylemselleşme sonrasında, aynı lider üzerinden ilahlaştırma çabası yazarın başlangıç noktası oluyor. Ancak yazar bu açıklamaya girişmeden önce, Batı’da siyasetin kutsallaşması sürecini derinlemesine açıklıyor. Fransız Devrimi ile başlayan aydınlanma sürecini sivil din ekseninde ilerleterek kaleme alan yazar, totalitarizme ise ayrıca değiniyor.

Lenin’in, Hitler’in, Mussolini’nin ve sonrasında Stalin’in, ideolojilerini sivil bir din (veya Tanrı) üzerinden inşa ederek –Din açısından Hitler’i bunun dışında tutabiliriz- açıklayan yazar, karşılıklı etkileşim olup olmadığına ayrıca değiniyor. Hitler haricinde diğerleri ateist olduklarını rahatlıkla söyler. Hitler ise Hristiyan Katolikliğini konuşmalarında kutsar. Bolşevikler yoğun bir din karşıtlığı üzerinden komünizmi inşa ederken, Mussolini de faşizme dini dayanak yapmaz.

Atatürk’ün, Hitler ve Mussolini’yi kendi çevresinde eleştirmesi fakat Lenin ve Stalin’i övmesi de dikkate değer. Hitler ise Atatürk hakkında, “Mustafa Kemal, bir milletin bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır. Onun ilk talebesi Mussolini’dir, ikinci talebesi benim!” sözlerini sarf eder. Onun milliyetçi tavrını takdis eder, ululaştırır.

Yukarıda konu edilen liderlerin en benzeşen özelliği, yaratılan 'yeni din'i halka anlatmaya, onları –bir şekilde- ikna etmeye çalışmalarıdır. Lenin, diğerlerinin aksine kendi üzerinden bir ilahlaştırma ve kutsiyet atfedilmesi meselesine karşı çıkar. Hitler, Mussolini, Stalin ve Atatürk ise bu kutsiyeti meşrulaştırmaya ve yer yer pragmatik açıdan da kullanmaya çalışırlar. Örneğin, Atatürk, Cumhuriyet’in onuncu yılı hasebiyle ortaya çıkan tiyatro oyunlarını ve şiirleri tek tek inceler, üzerinde oynama yapar. Kendi lider kültünü daha da ulvileştirmek ister. Yazılan metinlerde Nutuk’a ve Atatürk’e yapılan övgü öne çıkar. “Bu kitap biliyorsun Nutuk adlı eserdi, Yeni din imanını bize bu eser verdi.” ya da “Bu kitap işte senin, Türkün amentüsüdür, Ne kaftan ne de hil’at… Yiğitlik örtüsüdür.” cümleleri, yazara göre, Nutuk’a bir ulviyet bahşederek yeni bir peygamber yaratma amacı güdüyor. Asıl dikkati çeken bölüm ise Atatürk’ün şahsına yönelik ilahi şiirlerdir. Bu şiirlerde Atatürk, yer yer Tanrı tarafından gönderilen halkın kurtarıcısı yer yer de tanrısal özellikle oluşturulan kutsal kişilik olarak sunuluyor. Yazar bu süreci son derece objektif bir bakış açısıyla yorumluyor. Özellikle son bölümde övgü şiirleri yazan şairlerin yaşamının geri kalan bölümlerinde samimi olup olmadıkları noktasına da değiniyor.

Yazar Atalay, seküler din olarak Kemalizmi dört 'kutsal' başlığa ayırıyor. İlki, Kemalizmin Batılılaşma (Medenileşme) özelliğidir. Kemalizm, tebaasına Batı’nın uygarlığa ulaştığı noktayı hedeflemesini söyler. İkincisi, bilimdir. İlk başlıktaki hedeflenen yere varılabilmesi için rehber bilimin kendisi olmalıdır. Akılcı ve çağdaş olmak zorundadır. Atatürk’ün hepimizin bildiği, “Bir gün benim görüşlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin.” sözü bu madde için en uygun örnektir. Üçüncü başlık ise tahmin edilebileceği gibi milliyetçiliktir. Bu bölüm, yeni bir ulus icat edildiği ve icat edilen bu ulusa tarih öncesi çağlara yaslanan bir gelenek aranması sürecini konu alır. “…Cumhuriyet’in ilk on yılı süresince serpilen bir ‘sivil din’ olarak Türk milliyetçiliği, tek parti döneminde bir ‘siyasal din’ teşebbüsünün harekete geçirici öğesi kılınmak istenmiştir.” Bu hususta Türk Tarih Kurumu ve Güneş Dil Teorisi gibi atılımlar yapılmaya çalışılmış, 'yeni insan'a Türklük atfedilmeye çabalanmıştır. Örneğin 'İkinci Adam' olarak nitelenen İsmet İnönü, 27 Nisan 1925 tarihinde Türk Ocakları’nın ikinci kurultayında, “Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf her şeyden önce Türk ve Türkçü olmasıdır” diyecektir. Kemalizm’in dördüncü kutsalı ise kişi kültü yaratmaktır. Yazar, bunu son üç bölümde ele alırken, Nutuk’un okunuş sürecine, Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarına ve Atatürk’ün ölümünden sonrasına özellikle değinir. Sadece onun isteği ile değil, çevresinin de bu lider kültünün yaratılmasına etki ettiğini söyler. Yazarın sözleriyle Falih Rıfkı Atay, halkın en fazla “Plevne’de, Edirne’de, Çanakkale’de olduğu gibi ‘dayanma mucizeleri’ gösterilebileceğine inanıyordu.” Ancak Yakup Kadri’nin deyimiyle bir Mesih çıkagelir. “O, Türk ırkının kefaretini ödeyen ve onu nihai yıkımdan kurtarandır.” Hasan Ali Yücel 1936’da, “Nutuk, bizim kitabımızdır; onun büyük sahibine inananların kitabıdır” cümleleriyle Atatürk’e kutsiyet atfeder. Atatürk, henüz hayattayken ülkenin pek çok yerine heykelleri dikilmeye başlar. Bu lider kültü için istisnai bir durumdur.

Kitap, 'Tanrı’nın ölümü'nden sonrasına da değinir. Yazar, Atatürk’ün kutsiyetinin 30’lu yıllardaki şaşaalı döneminden ziyade, ölümü ile birlikte, 20’li yıllardaki eski etkisine döndüğünü ve artık siyasi dinden ziyade 'ebedi şef' tanımlamasıyla nitelenir olduğunu belirtir.

Onur Atalay’ın Türk’e Tapmak kitabı, sanılanın aksine geçmişe dair geniş bir değerlendirmeden öte, bugüne ve geleceğe dair bir izlek oluşturuyor. 'Sivil din yaratmak' yalnız dünün meselesi değildir. Bugünün ve yarının da bir meselesi olacaktır. Dönemin gazetelerinin, sanatsal çabalarının, siyasetçilerinin ve kurumsal yapılarının ışığında kapsamlı bir çalışma hazırlayan yazar, bugün için not tutulacak, zapta geçirilecek çok şey olduğunu da imliyor.