Reşad Ekrem Koçu'nun 'sadece Atatürk ekseninde' savaşı

İlk yazıldığı gün de sade bir dili olan, genel hatlarıyla toplumda bir Türklük bilinci oluşturmak görevini üstlendiğini düşündüğüm “Türk Zaferleri”, bugün de günümüzü güzelleştirmek için okunmalıdır. Ancak yarınımızı da güzelleştirebilmek ve ayakları yere basan bir tarih bilinci yaratmak için mağlubiyetlerimiz ile barışmak ve onlardan ders çıkarmak zorundayız.

Google Haberlere Abone ol

R. Burak Sönmez

DUVAR - Reşad Ekrem Koçu’nun Türk Zaferleri eseri ilk olarak Milliyet Gazetesi Büyük Tarih İlavesi’nde aylık olarak yayımlanmış. 1952 yılı sonunda, Kore Savaşı gölgesinde başlayan Türk Zaferleri’nin gazete macerası, 1954 yılının sonunda, henüz barış antlaşması imzalanmamış olmasına rağmen 30. bölümü olan “Asil ve Kahraman Mehmetçik Kore’de” başlığı ile son bulmuş. Bu bölümlerde anlatılanların hayalde canlandırılmasını kolaylaştırmak için Sabiha Bozcalı’nın illüstrasyonlarına başvurulmuş. Bu enfes çizimlere kitabın mevcut baskısında yer verilmemesi bir yayımcılık hatasıdır. Koçu gerek beslendiği tarihi kaynaklar, gerekse halka tarih öğretme kaygısı dolayısıyla alışılageldik hikayeci tarihçiliğini tam olarak sergilememiş. Her ne kadar anlatımı dönemin tarih kitapları ile karşılaştırılamaycak kadar sıcak olsa da, lezzetli anlatımına ancak yer yer, özellikle Amiral Burak Reis’in onur savaşında, rastlamaktayız.

Faydalanılan tarihi kaynakların çeşitliliği kendini en çok 'İstanbul’un Fethi' bölümünde gösteriyor. Ordu mevcudiyetini aktarırken yalnız Türk müverrihlerinin değil ayrıca çeşitli sebeplerle toplanmış Avrupalı seyyahların ve Konstantiniyye katip ve komutanlarının da kayıtlarına başvurulmuş olması, okura yazarın bu konuya verdiği önemi göstermekte ve eserin güvenilirliğini arttırmakta. Orduların Edirne’den İstanbul önlerine sevkiyatı konusunda tarihçi Gustav Schlumberger’in doğrudan alıntılanması ileri okuma için yol gösterici olabilir.

Kitabın geneline etki eden, kesinliği tespit edilemeyen hikayelere ve hurafelere yer verilmeyişi bu bölümde karşımıza kuşatma günlüğünde yeterli kayıt bulamadığı günler için efsane yazmak yerine jenerik 'bombardıman devamı' ibaresi ile karşımıza çıkmakta. Yazar fetih hakkındaki tartışmalı konulara ise hiç girmemeyi tercih etmiş. Kuşatmanın günlük aktarımı sonucunda hem yazıyı sıkıcı formattan çıkarmış, hem de okuyucunun zihninde oluşabilecek kronolojik hataların da önüne geçilmiş. Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta yazarın Türk Zaferleri’ni kaleme aldığı yıllarda kuşatmanın 53 gün sürdüğü bilinmekteydi. Koçunun vefatından sonra 54 gün sürdüğü tespit edilse de daha sonraki basımlarda yayınevleri tarafından değiştirilme gereği görülmemiş.

Tarihimizdeki sayısız zaferlerin en önemlilerinden olan Çanakkale Zaferi ve Kurtuluş Savaşı konuları ise yazarın ulaşabildiği kaynak sayısının az olmasından payını almış görünüyor. Genç Cumhuriyetin akademi sistemi dışında bırakılan Koçu o dönemlerde anlatılması istenen tarih çizgisi dışına çıkamamış izlenimi uyandırdı.

Türk Zaferleri, Reşad Ekrem Koçu, 360 syf., Doğan Kitap, 2017.

TÜRK TOPÇUSU TAKTİKLERİ 

Bu olumsuz havaya karşın sizlerin içini ferahlatacak bir konu ise zaferlerimizi daha büyük göstermek için hurafelere başvurulmamış olması. Ataların ruhları tarafından taşınan hayalet toplara ve sis bulutu içinde meçhule karışan düşman birliklerine bu kitapta rastlamazsınız.

Dünya Savaşı’na girişimize değinilmemiş olması, yukarıda bahsettiğim izlenimi doğrular nitelikte. “Çanakkale Zaferi”nde muharebenin Türk ve dünya tarihindeki ağırlığıyla kıyasladığımızda oldukça kısa sayılacak ancak başarılı bir özeti verilmiş. Bölüme Boğaz’ın harbe hazır olmayışı eleştirisi ile başlıyoruz. Deniz harbi kısmında Türk topçusu taktiklerine yer verilmemiş olması beni açıkçası şaşırttı. Kara harbinde ise bir özetten beklediğiniz her şey eksiksiz bulunuyor. Ancak verilen şehit ve yaralı sayılarındaki abartı burada da mevcut.

“İstiklal Savaşı” özelinde ise İttihat ve Terakki Partisi’nin 1. Dünya Savaşı öncesinde başlattığı Anadolu'daki teşkilatlanma ve Mustafa Kemal Paşa’ya Bandırma vapurunda eşlik edenlerden bir kısmının gemiyi Samsun’a ulaşmadan terk etmesi ve Anadolu'daki bu şebekeleri uyandırmaya başlamasından hiç bahsedilmiyor. Haliyle verilen bu başarılı savaşın sağlam temelleri kitapta anlatılmıyor ve bu kadar adam bu kongrelerde neden ve nasıl toplandı sorusu yanıtsız kalıyor. Kurtuluş Savaşı’nın sadece Atatürk ekseninde anlatılması sanırım, yazarın, döneme sirayet etmiş kraldan çok kralcılığın etkisinden bu yazı dizisinde kurtulamayışı ile açıklanabilir.

Yazarın ve müverrihlerin bu siyasi baskılardan en çok uzaklaşabildiği konularda ise Koçu’nun nevi şahsına münhasır anlatımı kendine yer buluyor. Akıncılar işte bu konulardan biri. Bu bölümde uzunca ele alınan “Pitoresk Akıncı Kıyafeti”, ilk olarak 1969 yılında yayımlanan ve Doğan Kitap tarafından tekrar basılan “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”nü okumak için iştah kabartan bir detay. Koçu’nun diğer kitaplarında mevcut olan erkeklere ve erkek güzelliğine olan övgüler ise yine burada kendini gösteriyor. Anlaşılan odur ki, kayıtlar saraydan ne kadar uzaklaşırsa Koçu da “tuzunu biberini katmak” için kendine o kadar manevra alanı buluyor. Tek eleştirim ise akıncıların görevlerinden olan bölgenin coğrafi keşfindan hiç bahsetmemiş olması.

HAÇOVA'DAN PİRUS ÇIKARMAK

Gelelim yazara olan en büyük eleştirime ve tuzumu biberimi katacağım bölüme.

Haçova Meydan Savaşı'nın tarihine atlamadan önce, bu savaşın gerekli hale gelmesine sebep olan olayların bir özeti geçiliyor. I. Selim devrinden başlayan Celali İsyanları’ndan bahsetmese de yeniçeri ve sipahi teşkilatlarındaki bozulmalara dikkat çekmekte. Bu bozulmaların sadece teşkilatlarda değil, devlet adamlarında da kök saldığını yerinde sözlerle dile getirmekte. Ancak sarayda haddinden fazla söz sahibi olan valide sultanlara hiç değinilmemiş olması ilginçtir. Bütün bu hengame ve çürümelere İstanbul’dan uzak yöneticilerin başına buyrukluğu da eklenince düzensizlik göz önüne çıkmakta. Bahsedilen bozulmalardaki en vahim gösterge ise II. Mehmet ile III. Mehmet arasındaki 150 yılda gerçekleşen anlayış farklılaşmasıdır. III. Mehmet’in, Rumeli Hisarı inşası sırasında sürekli şantiyede bulunan II. Mehmet ile arasındaki anlayış farklılığına kitaptan doğrudan alıntı ile bakalım; “...Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile Sultan Mehmet’in babasının hocası Saadettin efendi, bu felaketlerin önüne ancak hükümdarın sefere çıkmasıyla geçilebileceğine karar verdiler ve padişahı bu fedakarlığa teşvik ve ikna ettiler.”

Savaşın sonuç bölümünde anlatılan “Eşsiz, Muazzam Türk Zaferi” konusundaki eleştirilerime başlayabiliriz. Ne mağlubiyetin eşiğinden kıl payı dönen orduların bu eşiğe gelmesine sebep olan olaylar zincirine ne de bu zaferin sonucunda gerekli önlemlerin alınmayışına ilişkin eleştirilere yer verilmesi, aksine zaferin büyütülmesi, o dönemin devlet adamlarının düştükleri hataların 20. yüzyıldaki izdüşümü gibidir.

Savaşın kısa ve orta vadedeki sonuçları ise esasen;

  • Avusturyalıların benimsediği tercio (kargılı ve tüfekli piyadelerden oluşan İspanyol kökenli dörtgen) formasyonuna karşı bir taktik geliştirilememiş olması ve sipahi kayıplarımızın arşa çıkması ile Anadolu’daki huzursuz halkın düzeninin daha da bozulması,
  • Savaş meydanından kaçmaya yeltenen III. Mehmet’i durduran ve orduların çözülmesinin önüne geçen Saadettin efendinin sürülmesi, basiretsiz devlet adamlarının Valide Sultanın odağında güçlenmesine ve Valide sultanın da bu devlet adamları üzerinden yönetimdeki etkisini artırması ile devletin yönetimini zorlaştıran bir sarmala girilmesi,
  • Osmanlı ordularının en önemli özelliği olan top teknolojisinin Avusturyalılardan geri kaldığının görülememesi olarak kısaca özetlenebilir.

İşte Haçova’dan Pirus Zaferi –Pirus Savaşı'ndan (M.Ö. 280-275) galip ayrılan tarafın yaşadığı ağır kayıplar sonucu bir daha savaşma enerjisinin kalmadığı durumları anlatan bir analoji-çıkaran dönem yönetimi artık gerileme sürecinin başlangıç işaretini vermişti. Durum bu iken bu zaferin büyütülmesini yanlış buluyorum.

İlk yazıldığı gün de sade bir dili olan, genel hatlarıyla toplumda bir Türklük bilinci oluşturmak görevini üstlendiğini düşündüğüm “Türk Zaferleri”, bugün de günümüzü güzelleştirmek için okunmalıdır. Ancak yarınımızı da güzelleştirebilmek ve ayakları yere basan bir tarih bilinci yaratmak için mağlubiyetlerimiz ile barışmak ve onlardan ders çıkarmak zorundayız. İleride gerçekçi bir “Türk Mağlubiyetleri” kitabında buluşmak dileğiyle.