Onur Cansız: İnsanların Adana'daki hikayelerini anlattım

Onur Cansız'ın ilk öykü kitabı Düşüş Öyküleri Dedalus Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu. Cansız, "Adana’nın hikayesini değil insanların Adana’daki hikayelerini anlattım. Hafızam ve hatıralarım da bu noktada bana yardımcı oldular" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yaklaşık dört yıl önce çalışmaya başladığı Düşüş Öyküleri isimli ilk öykü kitabını geçtiğimiz günlerde tamamlayıp Dedalus Yayınları etiketiyle yayımlayan Onur Cansız, aynı zamanda öğretmenlik mesleğine devam ediyor, senaryolar yazıyor, yönetmenlik yapıyor. Kendini, 'anlatıcı' olarak niteleyen Cansız, "Her biri karenin köşelerinde ben de köşegenlerin kesim noktasındayım sanki" sözleriyle düşüncelerini açıklıyor. Odağının Adana olduğu bu ilk öykü kitabı, raflarda yerini aldı.

Onur Cansız

Öğretmen, yazar, yönetmen ve senarist olarak yaşamınıza devam ediyorsunuz. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Bu unvanlardan size en yakın duran hangisi?

Sanırım anlatıcı olduğumu söyleyebilirim. Öğretmenlikte hâkim olduğumu düşündüğüm matematik bilgisini öğrencilere anlatıyorum. Yazarlıkta ve senaristlikte benim ya da başkasının başından geçmiş, geçmemiş, geçmesini istediğim ya da istemediğim hikayeleri anlatıyorum. Yönetmenliğin de görsel anlatıcılık olduğunu düşünüyorum. Evet, hepsine bakarsak ortak paydalarının bu olduğunu söyleyebiliriz. Bu unvanlara eşit derecede yakınım. Her biri karenin köşelerinde ben de köşegenlerin kesim noktasındayım sanki. Dördü de birbirine destek oluyor bu arada. Özellikle de matematiği birçok alanda kullanıyorum. Her birinin bir sistematiği, denklemsel bir karşılığı var. Bu hoşuma gidiyor.

Adana, gerek edebiyatta gerek sinemada, sık sık anlatılagelen bir mekân olma özelliği taşıyor. Odağı Adana olan bir öykülerin yazım aşamasına karar verdikten önce temel motivasyonunuz ne oldu? Sizin için Adana’nın hikâyesinin anlatılmaya değer olduğunu saptadığınız şey neydi?

İlk önce fikir vardı. Farklı bakış açılarıyla anlatılan ama ortak paydaları olan karakterlerin hikayelerini yazacaktım. Temel itkim buydu. Fikirdi. Daha sonra öykülerin uzamına karar vermeliydim. Bunun için de tanıdık bildik mekanların olması işimi kolaylaştıracaktı. Anlattığım her karakterin geçtiği yerlerden ben de geçmiştim. Kazancılar Çarşısı, Ulu Camii, Tepebağ, Hürriyet, Dağlıoğlu Mahallesi benim doğup büyüdüğüm, yaşadığım yerlerdi. Hikayelerde konuşanlar da akrabalarım, komşularım, arkadaşlarımdı. Aslında ben Adana’nın hikayesini değil insanların Adana’daki hikayelerini anlattım. Hafızam ve hatıralarım da bu noktada bana yardımcı oldular.

'İÇİNDE ÇOCUKLUĞUM VAR'

Kitaptaki hemen hemen çoğu öyküde bir yorgancı dükkânından bahis açılıyor. Bu mekân bazı öykülerde odakta olurken, bazılarında kıyıda, köşede kalıyor. Kişisel geçmişinizde bu mekânın bir karşılığı var mı?

Öyle bir dükkânın karşılığı kişisel geçmişimde var evet. Şimdilerde emlakçıların ya da kebapçıların olduğu bazı yerlerde çocukluğum ve gençliğimde yorgancılar vardı. “Yüklük” öyküsü benim için çok özeldir. İçinde çocukluğum var. Annemin yorgancı sanatçılığıyla yaptığı yorganları var. Zaten tanıdığım ilk yorgan ustası, evimizin salonunun ortasında saten yorganları yüzleyen annemdi. Öyküde birçok detay, annemden gördüklerimden hafızamda kalanlardan oluşuyor.

Kitaptaki tüm öykülerin Adana’da geçmesine rağmen, daha genel bir tablonun ortaya çıktığını düşünüyoruz. Devasa bir Türkiye panoraması bu. Tecavüz edilen kadınlar, boşaltılan köyler, devlet tahakkümü... Başlangıçta da, özelden genele varma gibi bir düşünce aklınızda var mıydı?

Bu karakterleri başka bir yere taşıyıp orada anlatmış olsam da çok büyük bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Evet en baştan beri özelden genele gitmeyi planlamıştım. Herkes birilerinin kırık parçası sonuçta ve o parçalar bütünü oluşturmakta. Bu proje için tümevarım çok daha uygun oldu diye düşünüyorum. Birleşince devasa bir Türkiye panoraması çıktı mı ona da okurlar karar versinler. Ama şimdiden uyarmak lazım hepsi mutsuz öyküler. Okuyup bitirdiklerinde kitabın kapağını gülümseyerek kapatmayacaklar.

Düşüş Öyküleri, Onur Cansız, 92 syf., Dedalus Yayınları, 2018.

'ÇÜNKÜ KİTABIN DİLİ TÜRKÇE'

Pasaportsuz Çay isimli öyküde Kürtçe yazılmış diyaloglara sıkça yer veriyorsunuz. Bu diyalogların Türkçelerini ise parantez içinde belirtiyorsunuz. Peki neden Türkçe diyalogların Kürtçelerini belirtmediniz?

Çünkü kitabın dili Türkçe. Pasaportsuz Çay öyküsünde bazı insanlar Kürtçe konuşuyor. Kürtçe diyalogların da geçtiği bir filmde konuşmalar Kürtçe duyulur ve altyazı Türkçe olarak verilir. Bunun gibi düşündüm.

Öykülerinizde dilin olanaklarından sonuna kadar yararlanmaya çalıştığınız görülüyor. Deneme yapmanın, bütüne parçaların anlam ve konumlarını değiştirerek varmaya çabalamanın sizin için ne tür zorlukları oldu?

Şimdi düşünüp yazım sürecine baktığımda zorluklarından öte denemenin hazzını yaşamış olmanın güzellikleri var aklımda. Yazma eyleminin zihinsel ve duygusal gelişimimde çok büyük etkisi oldu. Bir yere varmanın değil çabalamanın, çırpınmanın güzelliğini yaşıyorum. Bir çeşit dua gibi.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?

“Düşüş Öyküleri” projesine dört yıl önce başlamış ve bir yıl yazma sürecinden sonra bitirdiğimi düşünmüştüm. Üzerinde durmayıp öylece bekletmiştim. Öykü yazma teknikleri hakkında aldığım eğitim ve araştırmalardan sonra tekrar öyküleri elden geçirip şimdiki haline getirdim. Bu süreçte yeni öyküler yazdım. Şimdilerde o öyküleri derleyip yenilerini de ekleyerek başka bir çalışmaya doğru gideceğiz. İkinci öykü kitabım için parçalar şimdiden hazır gibi. Bu noktada Sedat Demir ve Baran Güzel’in çok büyük yardımları oldu. Teşekkür etmeden geçemem.