Nostalji nedir?

Barbara Cassin'in kaleme aldığı Nostalji ‘İnsan Ne Zaman Evindedir? Seçil Kıvrak'ın çevirisiyle Kolektif Kitap etiketi ile okuyucu ile buluştu. Cassin, 'nostalji' kavramını çeşitli bağlamlarda tartışıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Nostalji kelimesinin zihnimizdeki ilk çağrışımı yurt, sıla özlemi veya geçmişte kalmış olana duyulan sevgi, hasret gibi anlamlardır. Barbara Cassin “Nostalji ‘İnsan Ne Zaman Evindedir?’” adlı kitabında bu kelimeyi çeşitli bağlamlarda tartışıyor. Yazar metin boyunca kendi deneyiminden yola çıkarak nostalji adını verdiği duyguyu sorguluyor. Ona göre önemli bir nostalji özelliği gösteren ve Yunan dili ve kültürünün temelini oluşturan “Odysseia” ve Vergilius’un Aeneas adlı metni üzerinden, insan ne zaman evindedir? Kök salmak ne demektir, köken nedir? Tek bir dil var mıdır? Sürgünlük ne zaman başlar? Göçmen kimdir? gibi sorulara da cevap arıyor. Kitabı önemli kılan yan ise nostaljiyle birlikte vatan, sürgün, anadil gibi günümüzde de çok sık tartışıp konuştuğumuz konuları bir araya getirmesi. Yazar ayrıca Arendt’in kendisini bir halk veya ülke yerine dil ile -Alman dili- tanımlamasının nedenlerini irdeleyerek bunun da nostalji ile bir bağlantısı olup olmadığını sorguluyor.

Barbara Cassin

İNSAN NE ZAMAN EVİNDEDİR?

Cassin nostalji kelimesi üzerinde dururken bu kelimenin Yunanca gibi dursa da, İsviçre Almancasından bir kelime olduğunu iddia ediyor. Kelimenin 17. yüzyılda literatüre geçmiş bir hastalığın adı olduğunu ve anlamının 14. Louis’nin paralı askerlerinin sıla özlemini ifade etmek için icat edildiğini savunuyor. Bir hastalık adı olarak icat edilen kelimenin melezlenerek geçmişe yönelik bir anlam ifade ettiğini düşünüyor. Nostos (dönüş) ve algos (acı, eziyet) kelimelerinden oluşan nostaljinin zaman içerisinde “dönüş” anlamı galip geliyor Cassin’e göre. Yazar ilk bölümde buradan yola çıkarak, Odyssea’nın kahramanı Odysseus’un eve dönüş hikâyesini, çektiği sıkıntıları evde olma duygusunu, tanıma ve tanınmanın bir yerli olmak ve kimlik ile bağlantısını kurmaya çalışıyor.

DÖNÜŞ ARZUSU

“Odysseia” destanında kahramanımız Odysseus’un kendisine âşık olan Kalypso tarafından memleketine dönüşüne engel olunduğuna tanık oluruz. Kalypso ona ölümsüzlük vaat eder ve de sonsuza dek birlikte birlikte yaşamayı ancak Odysseus geri dönüş arzusundan kurtulamaz vatanını, karısı Penelopea’yı özler. Geri dönmeyi arzular. Burada nostaljinin kilit noktalarından birisiyle karşılaşırız “dönüş arzusu”. Yazarın, “nostos” yani “dönüş” kelimesinin nostaljiyi anlatmada galip geldiğini düşündüğü noktalardan birisi burada karşımıza çıkar. Nostalji zamanla ve mekânla da ilişkilidir ancak Odysseus’un kararı, ölümlülüğü seçmesi, yaşlılığı bulma ihtimaline rağmen dönmeyi seçmesi, zamanın ve mekânın ötesinde bir nostaljiye çıkarır yolumuzu.

NE ZAMAN EVDE HİSSEDİLİR?

Peki, insan ne zaman evinde hisseder? Odysseus maceralı bir yolculuktan sonra “baba toprağına” geri döndüğünde adasını tanır ancak onu bir uyku sarar ve sekiz sene boyunca uyur. Uyandığında adasını tanımaz bu yabancılık hissi “tedirgin edicidir”. Çünkü “ne oradadır ne de orada değil”. Ona yardım eden Athena onun için adayı tanıtır ve adlandırır, İthaka. Kadın görünüşüne bürünerek “havayı ve buharı” dağıtır. Kısaca bahsedebildiğimiz bu hikâyenin anlattığı bir şey vardır. İnsanın evinde olduğunu anlaması için oranın bilindik olması ve bulunduğu yerde kimliğinin tanınması gerekir. Kahramanımız kendisini tanıtmak için bir sürü macera yaşar. Buradan anladığımız geri dönenin, toprağına kavuşanın bile yaşaması gereken sıkıntılar olduğudur. Kimlik sabit olduğunda sınırlayıcılıkları olan bir tanımlama olsa da “biz” duygusunu ve ait olmayı hissedebilmek açısından önemlidir. İnsanın bir yeri tanıyor ve o yerde tanınıyor olması için kimim sorusuna bize dâhil olabileceği bir cevap bulması gerekir. Odysseus’un durumunda başlangıçta bu duygunun olmadığını görürüz. “Ne oradadır ne de orada değil” arada bir yerdedir, yabancıdır.

O, önce köpeği, sonra sütninesi ve en son da karısı Penolopeia tarafından tanındığında evindedir ve artık adasındadır. Odysseus, kendi eliyle zeytin ağacının gövdesine oyduğu yatağın orada hâlâ yerinde olduğunu gördüğünde evinde olduğunu bilir. Çünkü burada ağaca oyulan ağaç evin simgelediği bir anlamda kök salınan yerin ve kişinin kökeninin devam ettiğine işaret eder. Bireyin kendi çabasıyla inşa ettiği, yıkılmamış olan yer. Karısının onu tanıdığı, onun karısını bildiği, emek harcadığı, karısına sırrını anlattığı yer: Ev.

'TOPRAĞIN DIŞINDA'

Cassin, nostaljinin kök salma ve kökünden sökülme kavramları üzerine kurulu olduğunu düşünüyor. Ona göre, kökünden sökülme geri dönme umudu olmayan bir durumda gerçekleşirse bunu yaşayan kişi artık sürgündür, “toprağın dışındadır”. Geriye dönme umudu yok olmuş, memleket belirsizleşmiş, Vergilus’un kahramanı Aeneas gibi vatanı sırtında bir varlık durumuna evrilmiştir. Troya’dan babası omuzlarında kaçarken bir sürü macera yaşar Aeneas, onu takip eden düşmanı Juno Roma’yı kurması için Yunancayı unutması şartını koştuğunda “Latinler gibi ve onlarla birlikte ‘tek bir ağızdan’” konuşacaktır. Troyalılar’ın dilinin hiçbir hakkı yoktur. Ancak şöyle bir şeyden bahseder Cassin bölümün girişinde “elbette geçmişin hatırası son nefese kadar şimdiki zaman olarak kalır.” Her ne kadar Troyalılar için artık Troya yoksa da onun hatırası vardır ve dil için de bu geçerlidir bana kalırsa bu nedenle bir yerde kök salmak yerine başka bir durumu yaşamak zorunda kalan kişi yani göçmen için dil sorun olarak karşısına çıkar.

Göçmenin farkı şuradan gelir yine metin özelinde düşünürsek, Odysseus sevdiği kadına geri dönmeyi arzular, Aeneas ise “bir şehir dileyen” kadınları geride bırakır ve kendi kadınını arar. Bu durum bizi şöyle bir sonuca götürür, sürgün için geçmişe dönüşten çok geleceğe yönelik bir arayış vardır. Troya artık yoktur yeni kurulacak olan onun kopyası değildir gidilen yerde doğacak yeni çocuklar, kaynaşacak ırklar ve kimliğin göstergesine dönüşecek bir dil vardır, Roma’nın kuruluşu bir dilin kuruluşu olacaktır bu nedenle de. Çünkü yine metin özelinde, Juno’nun şartı yeni kurulacak şehirde hep bir ağızdan Latince konuşulması, Yunancanın unutulmasıdır. Yazar bunu şöyle ifade ediyor; “Aeneas artık Yunanca değil yerleştiği yerdekilerin dili Latinceyi konuşacaktır. Zorunlu sürgünlük anadili terk etmeye zorlar. Babaların toprağı, anadili: Bir kişi başkasının diliyle kendine yeni bir vatan yaratır.” Böylece dil vatanın ifadesine bireyin kimliğine dönüşür. Burada şu soruyu sormalı belki de bu sabit bir durum mu ortaya çıkarır? Yani sürgün anadilini geride bırakabilir mi?

Nostalji, Barbara Cassin, çev: Seçil Kıvrak, 112 syf., Kolektif Kitap, 2018.

Bu bir açmazdır Derrida’dan aktarıldığı gibi sürgün için durumun ifadesi şöyledir; “Hiçbir zaman birden fazla dil konuşmayız. Hiçbir zaman tek bir dil konuşmayız.” Kısacası sürgün için tek bir dil yoktur, iki dil arasında bir ifade vardır ve bu durum aslında dünyada tek bir dille ifade etmenin mümkün olmadığına da işaret eder. Cassin başka bir yerde “hepimiz sürgünüz” der. Romalılar kendi dillerini kabul ettirseler de bu dil Romaca değildir, kökensel olarak dönüşüme uğramıştır. Göçler, savaşlar, sürgünlükler nedeniyle insanların kökeni olduğu gibi kalamamıştır. Bu nedenle işte bir anlamda “hepimiz sürgünüz” ve sürgünlük dile ilişkin dönüşümün de işareti.

'ONDAN GERİYE DİL KALDI'

Günther Gauss Arendt’e, doğduğu yer ve zamandaki Hitler öncesi Almanyası’nı özleyip özlemediğini sorar. O şöyle cevap verir: “Hitler öncesi Avrupa’sı mı? Ona hiç nostalji duymadığımı söyleyemem. Ondan geriye ne kaldı? Ondan geriye dil kaldı.” Burada Arendt için vatanı belirleyen şeyin dil olduğunu görürüz. Roma’yı kurmak için kendi dilinden vazgeçmek zorunda kalan Aeneas’ın aksine Arendt için Almanca New York’ta direnen vatan hâline gelir. Düşünür böylece kendisini bir halk veya toprak ile değil dil ile tanımlar. Arendt, “kendimi hiçbir zaman Alman olarak gördüğümü düşünmüyorum” der. Onun özlemini duyduğu, nostalji hissi beslediği şey dildir. Gauss ile yaptığı söyleşide: “Anadilimi kaybetmeyi her zaman bilinçli olarak reddettim. Gerek eskiden çok iyi konuştuğum Fransızcayla gerek şimdi yazdığım İngilizceyle arama her zaman mesafe koydum” der. Buradan şöyle bir sonuç çıkabilir, sürgün için başka dillere temas etmemenin imkânı yoktur ama bunların yanı sıra anadilde bir şekilde varlığını devam ettirir. Arendt’in durumunda olduğu gibi vatandan kalan, nostalji duyulan şey olarak dil direnmeye devam eder. Yazarın bir dili anadil yapan nedir sorusuna verdiği cevapla da ilişkili bir durumdur bu muhtemelen.

Cassin’e göre bir dili anadil yapan; “Hiç şüphesiz yaratma imkânı. Şiir, bu dil yapma edimi, anadilin doğasında vardır. Her konuşmacı, hem kendi dilinin icracısıdır hem de kendi dilinde icra eder… Bir uygulama, eylem ve evrim olarak üretmedir.” İşte bu nedenle Arendt şöyle der: “İngilizcede asla yapamayacağım şeyleri Almancada yapabilirim”. Yani anadil bireye kendine has bir ifade etme yöntemi sunar. Mimikler, hâl ve hareketler bu ifadeye yansır, imgeler, metaforlar sonradan öğrenilen dil ile anadilde kullanımda farklılaşır, belki de anadil ile doğumdan itibaren öğrenilmiş doğal bir ifade biçimi kazanırız ve bu sonradan öğrendiğimiz dillerde ifademizi tam hissetmememize neden olur. Tüm bunlardan sebeptir belki de Arendt’in kendisini dil ile tanımlaması.

KEKEME VARLIĞIN KABULÜ

“Öyleyse insan ne zaman evindedir? Yakınları dili ve dilleriyle birlikte kabul edildiği zaman” diyerek bitiriyor Cassin. Buradan anladığımız, hepimizin çeşitli sebeplerle sürgün olduğu dünyada dilimizden değil dillerimizden söz edilebileceği, bu “kekeme” varlığın kabulü yakınlarıyla birlikte olmalı çünkü bireyin evinde hissetmesi için Odysseus’un hikâyesinde olduğu gibi tanımaya ihtiyacı var ve onu tanıyanlara çünkü o ancak böyle orada olduğunu duyabilir.

DÜNYANIN HEP GÜNCEL KONULARI

“Nostalji ‘İnsan Ne zaman Evindedir’” bizi bahsettiğimiz sorularla karşı karşıya getiriyor. Yazar birbiriyle zıt olabilecek durumları nostaljinin tanıdığı imkânla bir araya getiriyor. Kitap küçük ama çetrefilli bir metin, yazarın devamlı kendisini yadsıyan anlatısı, kesin sonuçlara varmaktansa olasılığı anlatıya dâhil etmesi okuru biraz dağıtabiliyor. Ki Cassin’in bunu bilinçli yapıyor bana kalırsa çünkü bütünlüklerin değil parçaların peşinde yazar. Zihnimizi devamlı aktif tutan bir okuma deneyimi sunuyor aynı zamanda bundan dolayı kitapta anlamı çıkarmak yazara değil okura düşüyor. Göçler, sürgünlükler, vatan, anadil, dönüş arzusu, yabancılık ve tüm bunların nostalji ile farklılaşan anlamları konusunda âdeta kazı yapan bu metin, işlediği konuların, yaşadığımız dünyanın güncelliğini hiç yitirmeyecek yerinde olması nedeniyle de dikkat çekici.