Bir dünya şairi Cegerxwîn

Cegerxwîn, daha ilk günden yaşadığı coğrafyadaki bütün otoritelere; devlet, şeyh, ağa, bey ve diğerlerine şiddetle karşı çıktı, sözünü sakınmadı, direndi, başkaldırdı. Dili, kültürü, varlığı dahi kabul edilmeyen ve her türlü baskıya maruz kalan bir halkın onurlu şairi olmanın yolunun direniş ve politik şiirlerini yazmak olduğunu bilen Cegerxwîn, “kimiz biz,” diye başlayan destanla her Kürde kulak kabarttı ve hızla bu soru etrafında birleşmeye çağırdı.

Google Haberlere Abone ol

"Açların yüreğinde acı

Evsizlerin bedeninde üşürüm."

Berken Bereh

DUVAR - Yukarıdaki satırların yazarı olan Cegerxwîn’i 1973 yılında öğrenci iken çoğu kez bedava bir çay içelim diye yanına oturduğumuz bir mela’dan (imam) dinlemiş ve şaşkınlıkla karışık imrenmiştim de. O günden bugüne ne zaman söz Cegerxwîn’e gelse ya da şiirlerine baksam aynı şaşkınlık, imrenme ile beraber minnettarlık duygusu da gelir göğsümün ortasına oturur. Öyle ya ne demek Cegerxwîn (Kanlı Yürek), bu güçlü metafor, bu kadar da mı yakışır, ömrünü şiire, barışa, halkına adayan bu bilge insana.

Bütün şiirlerinin Lîs Yayınları tarafından yeniden iki cilt olarak basılması (Ji Min Dil Bir Bi Carek, Ronahî li Pey Tarî ye), yıllar önce yaşadığım duyguları tekrar yaşattı, bir farkla; bu kez O, bize değil biz ona olan sorumluluğumuzu bir nebze olsun yerine getirmeye çabalıyoruz. Elbette bu yazının bir amacı da o.

Cegerxwîn açlık, yoksulluk, ağa, şeyh ve yerel foedoalitenin hüküm sürdüğü bir dönemde dünyaya gelir (1903). Cegerxwîn, kısa bir süre sonra babası ve annesini kaybeder. Kendi gibi yoksul olan eniştesinin yanında yaşamaya başlar. Küçük yaşta çobanlık, ırgatlık ve marabalık yaparak emeğin değerini anlar, ezilmenin, horlanmanın, sömürülmenin, baskı ve zulmün canlı tanığı olur. Okula gidemez, zaman zaman medreseye dini eğitime gider, bu arada kendi kendine okumayı, yazmayı öğrenir. 1.Dünya Savaşı’nın, Ermeni tehcirinin, bölgede yaşanan başkaldırı ve isyanların tanığı, sanığı olur. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Şam’a geçer, Celadet Alî Bedirxan ve diğer Kürt aydınlarıyla tanışır, (Xoybûn) buluşur. Kısa bir imamlık süresi sonrası fiili olarak Kürt siyasal hareketine katılır ve Kürtçe şiirler yazmaya başlar. Şiirlerinde, ezilen ve yoksul halkının dertlerini, sevdalarını, özlem, doğa sevgisi ve ezenlere isyan vardır. Adını da çok acı çekmiş anlamına gelen Cegerxwîn (Kanlı Yürek) koyar. Tercihini de ana dili Kürtçeden yana koyar ve Kürtçe yazmaya başlar (1924).

"Yüzbinlerce yıllık dilimizdir o,

O da bizim gibi düşmanın pençesindedir

Oysa ne bilge yiğittir cenk meydanında"

Yukarıdaki satırlarla Kürtçe yazmanın önemine vurgu yapacaktır.

Cegerxwîn, daha ilk günden yaşadığı coğrafyadaki bütün otoritelere; devlet, şeyh, ağa, bey ve diğerlerine şiddetle karşı çıktı, sözünü sakınmadı, direndi, başkaldırdı. “Şeyhlerini elini öpmeyin” demek o dönem de kimsenin harcı değildi. Hatta Celadet Ali Bedirxan, ilk divanına yazdığı önsözde bu yüzden “belasını arayan” diyecekti Cegerxwîn için.

Dili, kültürü, varlığı dahi kabul edilmeyen ve her türlü baskıya maruz kalan bir halkın onurlu şairi olmanın yolunun direniş ve politik şiirlerini yazmak olduğunu bilen Cegerxwîn, “kim iz biz,” diye başlayan destanla her Kürde kulak kabartacak ve hızla bu soru etrafında birleşmeye çağıracaktır. Ama ezilen bir halkın acılı ozanı olmasına karşın kaba ve kör bir milliyetçilik tuzağına düşmez.

“Ne fark eder be kan emici

Ha sen yedin, ha düşman.”

Yukarıdaki satırlarla isyan bayrağını her türlü ezene karşı kaldırmıştır.

SOSYALİST DÜŞÜNCE İLE TANIŞTI

Zira iki kutuplu dünyanın her şeye nüfuz ettiği bir dönemde sosyalist düşünceyle tanışmış, yazdığı şiirlere bu fikri bolca boca etmiş, kendine has bir milliyetçilik sentezine varmıştır. Dolayısıyla Marksizmin ana hatları yanında Kürt olmanın tüm renkleri yerini alacak ve yeri geldiğinde “her şeyden önce Kürdüm” diyecektir. Kürd’ün makus talihinin gerçekleşmesi için de, "Alkış ve sevinç sesleriyle hep beraber / Haykırın, deyin; Yaşasın, yaşasın birlik" der.

Kısaca, Cegerxwîn şiirlerini yoksullar için yazar, savaşa karşı barışı önerir. Özgürlük dediğinde ise sömürünün olmadığı, sınırların kalktığı bir dünya düşler.

"Nerelidir, nerededir, nereye gidiyor olmasa

Cihan baştanbaşa hepimizin yurdu olsa."

Cemal Süreya’nın “folklor şiire düşman” tezine karşın O, Kürt tarihi ve kültürüyle yoğrulmuş şiirler yazarak, mağdur ve mağrur halkını bilinçlendirmeye çalıştı. Bu nedenle sade, arı, herkesin anlayabileceği günlük konuşma dili kullandı. Klasik ve modern şiir kalıplarını yer yer birlikte sonraları kendine has ve adına “Cegerxwîn’in Atı” denilecek formlarla şiirler yazdı. Kürtçe şiiri klasik, halktan uzak ve sanat sanat içindir anlayışından kopartarak halk ve hak için diyerek halkın beğenisine sundu. Bu yönüyle Kürtçenin Kurmancî lehçesinin ilk modern şiir içerik, form ve anlayışının öncüsü oldu.

Cgerxwînin, şiirinin en önemli imgelerinden biri kuşkusuz “gül”, “ateş” ve “su”dur. Doğu şiirinin güzellik sembolü olan gül, O’nun şiirinde bu özelliğinin yanında özgürlüğün sembolüdür. Bu üç imgenin de Kürtlerin, tarih ve kültürleri ile beraber yaşadıkları coğrafyaya özgü imgelerdir. “Doğunun Gülüyüm” Ama “gül” imgesi en anlamlı ve lirik biçimde “gül Satıcısı” şiirinde ifade ve anlam bulur;

GÜL SATICISI

Bir gül satıcısı gördüm uyandığımda

Çok sevindim, gülü kalbe değişeceğine

Gülü kalbe değişeceğine

Bir kalbimiz vardı, hastalık ve yara dolu

İnanamadım önce, gülü kalbe değişeceğine

Gülü kalbe değişeceğine

Pazarlık ettik, "Takas etmem" dedi;

"Güle canını da verir üstüne

Canını da verir üstüne"

Sordum: "Can ve kalbini kim değişir bu güle!"

"Pazarlık" bu dedi "Yaralı ya kalbin

Yaralı ya kalbin"

Canımı da kalbimi de verdim, kalp feryad etti;

"Hey Cigerxwin, bir güle değişti kalbini

Bir güle değişti kalbini.

Cegerxwîn sadece ezilen bir halkın ozanı değil, aynı zaman da Nerud, Aragon, Nazım Hikmet gibi halkların sesi, umudu ve dilidir de.

Ronahî li Pey Tarî ye-Lîs Yayınları, 2018.