'1 Mayıs'tan işte bunu öğrendim'

Wedding Barikatları isimli kitap geçtiğimiz günlerde Sevinç Altınçekiç çevirisi ve Ali Mert editörlüğü ile Yordam Kitap etiketiyle yayımlandı. 1 Mayıs 1929 gününün öncesini ve sonrasını kurmaca bir metin ile odağına alan bu çalışma, sol külliyatın eşsiz eserlerinden biri olma özelliği taşıyor. Karakterlerinin sahiciliği, yaşanan olayları tek bir taraftan anlatmak yerine, bütün boyutlarıyla ve kötülüğü veya iyiliği karikatürize etmeyişi ile dikkat çeken bu eser, barikatın öte tarafında kalanları da tüm detayları ile betimliyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 1900’lü yılların ilk çeyreği tüm dünyada yeni umutların yeşerdiği, bambaşka bir idealin hakikate dönüştüğü, insanlığın pratikte ilk defa komünizmle tanıştığı zamanlar… I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Rus Çarlığı’nın yıkılışı ve Sovyetlerin kuruluşu ile beraber Bolşeviklerin iktidarı, dünya halklarına ve işçi sınıfına bir umut ışığı oldu. Ezilenlerin iktidarı egemenlere korku salarken, kendilerini “sol”da görenler bile konforlarından taviz vermemek için sermayeyle uzlaştı.

Böylesi bir ortamda, kendini yanlış bir “ittifak”ta konumlandıran Alman İmparatorluğu, 1. Dünya Savaşı’ndan eli boş döndü. Sömürge paylaşım savaşında, yeni yerler bulma derdindeyken, elinde olanları da kaybetti. Bu koşullarda, iktidara gelen SPD, kendi sosyalist geleneğini reddederek sosyal demokrat bir yapıya büründü ve muhalefette kalan Nazilerle birlikte, Spartakistler’i düşman belledi. Bilindiği gibi Spartakistler sonraki yıllarda Almanya Komünist Partisi’ne dönüşecekti. Nazilerin her türlü eylemi yasal ve meşru iken, komünistlerin sesini çıkarması engellendi, üzerlerindeki baskı gün geçtikçe arttı ve saldırılar periyodikleşmeye başladı. Zulmün iyice ayyuka çıktığı olay ise 1 Mayıs 1929 tarihi oldu.

33 İŞÇİ VE TERFİLER!

Yaklaşan işçi bayramının hemen öncesinde yasaklanan etkinlik ve kutlamalar, işçileri durdurmaya yetmemişti. Berlin’de, Komünist Parti önderliğinde yürüyüşe başlayan işçiler, kolluk kuvvetlerinin yoğun müdahalesiyle karşılaştı. Devam eden olaylarda, Mayıs ayı içerisinde 33 işçi öldürüldü. Etkisi yıllar boyu silinmeyecek bu katliamda görev alan bürokratlar bir bir terfi ettirildi. Ne kadar tanıdık değil mi? Örneğin, yaşanan katliam sırasında “emri veren” emniyet müdürü Karl Friedrich Zörgiebel, kısa bir süre geçtikten sonra Büyük Federal Üstün Hizmetler Madalyası ve eyalet emniyet müdürlüğü ile ödüllendirildi.

SOL KÜLLİYATIN EŞSİZ ESERLERİNDEN BİRİ

Wedding Barikatları, Klaus Neukrantz, çev: Sevinç Altınçekiç, 2008 syf., Yordam Kitap, 2018.

Wedding Barikatları isimli kitap geçtiğimiz günlerde Sevinç Altınçekiç çevirisi ve Ali Mert editörlüğü ile Yordam Kitap etiketiyle yayımlandı. 1 Mayıs 1929 gününün öncesini ve sonrasını kurmaca bir metin ile odağına alan bu çalışma, sol külliyatın eşsiz eserlerinden biri olma özelliği taşıyor. Karakterlerinin sahiciliği, yaşanan olayları tek bir taraftan anlatmak yerine, bütün boyutlarıyla ve kötülüğü veya iyiliği karikatürize etmeyişi ile dikkat çeken bu eser, barikatın öte tarafında kalanları da tüm detayları ile betimliyor.

Parti kişiliklerini ve militanlarını tek bir kalıba indirgenmiyor ve hataları ve doğrularıyla capcanlı bir şekilde resmediyor. Yer yer kurgu bir metinden öte, belgesel bir anlatıyı okuduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz. Saatler ilerliyor, ölü sayısı artıyor ve mücadele büyüyor. En umutsuz ve karamsar anlarda bile, sokakta tiz bir sesle yükselen Enternasyonel marşı duyuluyor.

ESERİN DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMÜ

Sol bir altyapı üzerine kurulu sanatsal eserden bahsedildiğinde, değişim ve dönüşüm kaçınılmaz oluyor. Fakat Wedding Barikatları, ana karakterlerinden Kurt ve Anna arasındaki ilişki, kuru, yapay ve eklektik değil, yaşayan ve sıcak bir bütünlük ile karşılıyor okuru. “…bugün ellerinde devlet otoritesini tutan kişiler, işçilerin can düşmanlarından başkası değiller. Ellerindeki iktidarı, kapitalistlerin çıkarlarını korumak ve işçilerin haklarını ‘devlet otoritesi’ ile bastırmaktan başka bir şey için kullanmıyorlar.” sözleriyle Anna, yaralı yattığı hastaneden kocası Kurt’a böyle sesleniyor.

Cümlelerini, “1 Mayıs’tan işte bunu öğrendim.” diyerek bitirirken, mahkemede yapacağı savunmanın ve geçirdiği dönüşüm sürecinin de ilk işaretlerini veriyor. Karakterlerin hiçbir nedensel motivasyonu olmadan amaçsızca hareket etmesinden ziyade, eylemler karakterlerin duygu ve düşünüş biçimini oluşturuyor. Bu bağlamıyla da yazarın, dramaturjik yapıyı ustaca kurduğundan söz etmek mümkün gözüküyor.

Eserin bir diğer başarısı ise, Sovyetlerde yeni yeni şekillenmekte olan sanatta sosyalist gerçekçiliği tüm yapısı ile kullanması ve bu türün özgün örneklerinden birini ortaya çıkarıyor oluşu. Şolohov’un, Ostrovski’nin kilometrelerce öteden ustaca eserler ürettiği bu tür, Neukrantz’ın da yolunu aydınlatmış besbelli ki…

Neukrantz’ın bu kitabı, 1931 yılında, yaşanan kanlı günlerden iki sene sonra, yayımlanıyor ve ilgiyle karşılanıyor. Fakat çok geçmeden rejim tarafından yasaklanıyor. Alman Demokratik Cumhuriyeti kurulduktan sonra defalarca baskı yapan ve elden düşmeyen bu eser, döneminde kült haline dönüşüyor. Yazarı Klaus Neukrantz ise 1933 Mart’ında tutuklanıyor ve uzun süre toplama kampında işkence görüyor. 1941’de kampın psikiyatri bölümündeyken izi kaybolan yazarın, ölüm yeri ve tarihi tam olarak bilinmiyor.