Osmanlı'dan bugüne: Devletçi aydınlar ve milliyetçi seçkinler

Akademisyen Haldun Gülalp'in kaleme aldığı Laiklik, Vatandaşlık, Demokrasi – Türkiye’nin Siyasal Kültürü Üzerine Çalışmalar isimli kitabı geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları’ndan çıktı. Gülalp, değerlendirmelerini sunarken, bir nokta üzerine özellikle şerh düşünüyor. Dünyanın geçirdiği son on beş yıllık süreçte, yeniden bir inşa sürecinin söz konusu olması gerektiğini söylüyor. Bu on- on beş yıllık sürecin sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada olduğunu, ciddi bir tahribatın olduğunu ve bu tahribatın süreklileştiğini ve bu süreklileşmenin ufak tefek değişiklerle altından kalkmanın mümkün olamayacağının altını çiziyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Türkiye gibi ideolojik ayrımların, düşünce ve örgütsel anlayışların henüz kurumsallaşmadığı, günü ve günceli ilgilendirenin periyodik aralıklarla sekteye uğradığı bir ülkenin siyasal kültürü üzerine hazırladığı makalelerden oluşan Laiklik, Vatandaşlık, Demokrasi – Türkiye’nin Siyasal Kültürü Üzerine Çalışmalar isimli kitabı geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları’ndan çıkan Haldun Gülalp, düşüncelerini uzun zamandır üniversite kürsülerinde öğrencilerine aktaran bir öğretim üyesi olma özelliği de taşıyor. Kırk yıl yurtiçi ve yurtdışı üniversitelerinde akademisyenlik yapmış olan Gülalp, yakın zamanda emekliye ayrıldı. Kitabı da çok sevdiği öğrencilerine ithaf etti.

MODERNİZM'İN YOLCULUĞU

Evvela modernizmi tanımlayarak ve bu kavramın Osmanlı’ya ve dolayısıyla Türkiye coğrafyasına etkisini açıklayarak başladığı kitabına, modernizmin ortaya çıkışının ve gelişim sürecinin Osmanlı’nın dolaylı etkisini açıklayan başlayan Gülalp, Türkiye Cumhuriyeti’ni ortaya çıkaran ekonomi-politik varoluşa dair de tespit ve gözlemlerini açıklıyor. Cumhuriyet rejiminin ilk yıllarında, kapitalizmi bir sistem olarak benimsendiğini ve büyük bunalım yıllarında da devletçi bir kapitalizmin hüküm sürdüğünü, bugünden o yıllara dair, devrime anti-emperyalist bir mana yükleyenlerin ise devletçi aydınlar ya da milliyetçi seçkinler olduğunu söylüyor Gülalp. Aydınlar ve milliyetçi seçkinler için bu bakış açısının hala sürekliliğini koruduğunu söylemek mümkün.

Kitapta dikkat çeken bir diğer nokta ise Türkiyeli bir Marksist’in, Batılı bir Marksist’e göre kendi kültür dünyasından daha kopuk olduğu ve bu kopukluk dolayısıyla hitap ettiği emekçi kesimlere ulaşamadığına dair. Gülalp, bu durumu açıklarken pek çok nokta üzerinde dursa da, hiç kuşku yok ki, Marksistlerin bir kısmının seçkinci bir noktadan bakarak işçi sınıfını cahil ve dinci bir grup insan olarak görmesi üzerine… Anlamak ve kavramaktan öte, kendince 'somut durumun somut tahlili'ni yapıp kenara çekilen bu grubun başarısızlığı, varolan bu başarısızlık üzerinden İslamcı hareketlerin işçi sınıfını örgütlemesi şu anki durumu yaşamamızın başlıca sebebi, diye düşünüyorum.

Laiklik, Vatandaşlık, Demokrasi – Türkiye’nin Siyasal Kültürü Üzerine Çalışmalar, Haldun Gülalp, 264 syf., Metis Yayınları, 2018.

SINIF SİYASETİ Mİ KİMLİK SİYASETİ Mİ?

Gülalp’in düşüncelerinin bir diğer dikkat çeken kısmı, Sol’un bazı gruplarının Kürtleri kastederek “kimlik siyaset yapıyorlar” diyerek kodlama şekli. Gülalp, bu konuya dair düşüncelerini açıklarken, genel bir tanımlama üzerinde duruyor ve sınıf siyasetinin de bir kimlik siyaseti olduğunu söylüyor. Sivil toplum kavramı ise Gülalp’in kitabında ayrıca dikkate değer bir bölüm oluşturuyor. Gülalp, sivil toplum kavramını, Marx’ın yorumlayışının aksine Gramsci’den referansla açıklamaya çalışırken, 80 sonrası dünyada süregelen sivil toplum hareketlerini odağına alıyor. Doğu Avrupa’da başlayan ve özgün bir kimliğe bürünen sivil toplumculuğun bizdeki karşılığı biraz da “asker olmayanı” temsil ettiği için ayrıca bir karşılık buldu. 80’leri ve 90’ları düşündüğümüzde, Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemleri, İnsan Hakları Derneği, Cumartesi Anneleri (insanları) bunun en nesnel ispatı.

Gülalp, değerlendirmelerini sunarken, bir nokta üzerine özellikle şerh düşünüyor. Dünyanın geçirdiği son on beş yıllık süreçte, yeniden bir inşa sürecinin söz konusu olması gerektiğini söylüyor. Bu on- on beş yıllık sürecin sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada olduğunu, ciddi bir tahribatın olduğunu ve bu tahribatın süreklileştiğini ve bu süreklileşmenin ufak tefek değişiklerle altından kalkmanın mümkün olamayacağının altını çiziyor. Bu bağlamıyla neo-liberal politikaların arsızlığına ve insanlığa dair yıkımına dikkat çekiyor.

Gülalp’in çalışmasını genel olarak değerlendirdiğimizde ise, kendisinin de açıkladığı gibi, kapitalizmin kendi sınırına vardığı ve bu arsızlık halinin yeni bir düzenin kurulması ile son bulacağı yönünde… “Kapitalizmin her gün gözümüze sokarak yaptığı yıkım artık bu noktadan sonra ya doğal çevreyle birlikte insanlığın da sonunu getirecek ya da kapitalizmin aşılıp eşitlik, özgürlük ve dayanışmanın egemen olduğu yeni bir düzenin kurulmasıyla son bulacaktır.”