Mansur Balcı: Temas izi

Tarihin bazı dönemlerinde şiir, bir kuşağın yaşadığıdır... Mansur Balcı da şiir olarak yaşamış kuşağın içinden çıkan biridir. Yazdıkları da dünyayla, hayatla temasının izleri olmuştur...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Mansur Hoca’nın (Balcı) dönüp bir kez daha şairliğini düşünürken, şiirlerini anlamaya çalışırken iki sözcüğün, iki göz gibi gözlerime bakmaya başladığını fark ettim. Heves ve uğraş… Mansur Hoca’nın şairliğinin de, şiirinin de geç görünüp kısa sürmüş olmasını bir yana bırakmak gerekir. Bunu onun şair kimliğiyle ön plana çıkıp şiir yayımladığı dönemi gözeterek söylüyorum. Seksenlerin ikinci yarısından itibaren başladığı şiir uğraşından, yazma hevesini sürdürse de iki binli yılların başından itibaren yayımlama yönünden geri çekildiğini görürüz. Bu bakımdan şair olarak göründüğü, şiirler yazdığı ve bunları yayımlayıp kitap halinde sunduğu dönem, yaşam süresi açısından “kısa” olarak değerlendirilebilir. Şiirleri 1987’den itibaren Ayrım, Berfin Bahar, Edebiyat ve Eleştiri gibi dergilerde yayımlanır. İlk kitabı “Kumdan Kale 1992’de, ikinci ve son kitabı “Zar Zaman ve Tiner” 1998’de okurla buluşur.

Zar Zaman ve Tiner, Mansur Balcı, Piya Kitaplığı, 63 syf.

Uğraş için kabaca hevesin eyleme geçmesi diyebiliriz sanırım… Mansur Balcı’nın şiir hevesi belli bir dönem içinde uğraşı olarak açığa çıkmış, eyleme dönüşmüş; kendisi de şair kimliğini ön planda olacak biçimde tavır almıştır. Bu dönemde şiirin onun için ağırlıklı uğraşı haline geldiğini saptamamızı sağlayan birçok emare bulunmakta. Kısaca Türkiye’de 68 denilen 1960’ın ikinci yarısından itibaren başlayan ve sonrasında gelen kuşağın tarihsel ve toplumsal açılardan dikkat çeken birçok özeliği vardır. O özelliklerden biri de, ergenlikten sonra gençliğe solcu olarak geçen ve öyle kalanlar için söylüyorum elbette, birçok konuda heveslerinin olması ve bunların birçoğunu da uğraşıya dönüştürmeleridir. Onlar yaşamları süresince işten çok uğraşı edinmişlerdir. Her şeyi, hatta yaşamayı bile uğraşı olarak görmüşlerdir, öyle sürdürmüşlerdir. Acaba yaşamlarının ölüm tehdidi altında olması, katliamlarla, ölümlerle yüzleşmeleri; arkadaşlarını. sevdiklerini, en yakınlarındakini cinayetlere kurban vermeleri bu kuşakları hayatın her alanına temas etmeye, mümkün olduğu kadar geniş bir alanda iz bırakmaya yönlendirmiş olabilir mi? Birden çok uğraşıya yönelmeleri, ölmeden önce mümkün olduğu kadar çok temas ve iz bırakma isteğinin açığa çıkması sayılabilir mi? Bana göre düşünmeye, irdelemeye değer.

Mansur Balcı’nın şairliğinin yanı sıra politikayla da yoğun biçimde uğraştığını biliyoruz. Şair onun için aktivisttir. Sahanın içindedir. İzleyen olarak değil, eyleyen olarak yaşanandan çıkan ve yaşanana katılan şiirden yanadır. Şiiri eylemin tamamlayıcı öğelerinden biri olarak görür. Bu tarzı ve anlayışıyla biraz geç kalmış bir yetmiş kuşağı şairi izlenimi vermektedir. Şairliğinin, şiirinin ve politik uğraşısının tasarladığı biçimde aynı amaçta buluşması Bergama köylülerinin siyanürle altın çıkarılmasına karşı yürüttükleri mücadelede sürecinde gerçekleşir. Mansur Balcı bir yandan politik bir özne olarak Bergama köylülerinin mücadelesinde etkin bir rol oynarken, bir yandan da şairin aktivist olarak hayata müdahale etmesi gerektiği düşüncesini pratiğe geçirir. Yazdığı şiir müzik grubu Moğollar tarafından bestelenir ve Bergama köylülerinin yürüttüğü mücadele ve siyanürlü altın karşıtı kampanya süresince eylemlerde, gösterilerde çalınıp söylenir. “Ölüler Altın Takar mı” başlıklı o şiiri hatırlamak için birkaç dörtlüğünü birlikte okuyalım:

Yamaçlarda zeytin büyür

Dallarında siyah altın

Ovasında tütün uyur

Uyanınca sarı altın

Buğday eken altın biçer

Pamuk desen beyaz altın

Çamurunda güzellik var

Kleopatra'nın pudrası

Bakırçay bu yediveren

Almasını bilenlere

Ağaç kesip dağ delersen

Uyanır uyuyan tanrılar

Referandum ettik gari

Madenciye güle güle

Siyanürü duyduk hele

Ölüler altın takar mı?

Tarihin bazı dönemlerinde şiir, bir kuşağın yaşadığıdır... Mansur Balcı da şiir olarak yaşamış kuşağın içinden çıkan biridir. Yazdıkları da dünyayla, hayatla temasının izleri olmuştur... Nalçik’te Ocak 2017’de yazdığı ve cebinde taşıdığı “Derin Narkoz” başlıklı son şiiri, aslında tüm yaşamını; duygu, düşünce ve deneyimini dile getiren bir özet gibidir. Özetin özeti olmasın diye bu, “siyah kuğunun şarkısı” da diyebileceğimiz “Derin Narkoz” şiirinin tamamını alıntılayacağım:

Koyu narkoz altındayım

Göğsüme bıçak değdi açık yaralarım var

Onca uğraşan usta parmaklar

Kaldıramadı kalbimdeki yaramın kabuğunu

Gözlerim kapatıldı. Göz kapaklarım dikilip

Uzun bir rüyaya yatırıldım. Beklemedeyiz

Bana bir muhacir türküsü kim söyler şimdi...

Ne zaman bir Ermeni görsem, bir Surinamlı

Bir Kürt’ün acısını duysam

Aynalara koşarım, dedemin eksilmeyen hüznüyle

Büyükannemin ağıdı kulaklarımda

Derinden gelen uzak garmon sesiyle

Kalbimdeki yaram kanıyor, yılları kim saysın

Zamana takılmış akıp giden dilimdir

Koyu narkoz altında, mevsimlerse önemsiz

Dünya dillerinde ağlamalıydık

Bütün dillerde acı çekmeyi

Kendi acımızı kendimizle paylaşmak

Ölümün bir başka türü

Derin narkozdayız biz; belki de, bekletilen...

(…)

Hünerli parmaklarla göğsümü kapattılar

Bu yara hepimizde var, kabuk bağlamış dendi

Bir hastalık değil bu, bir insanlık durumu

Bütün dillerle ağlıyoruz hepimiz

Acı paylaşıldıkça azalır, öyleyse paylaşıyoruz...

Bana her dilden muhacir türküleri söyleyin

Yabancı devlet kapısında yetim bırakmayınız...

Yaralı kalbimi vatana gömün; göğsümde tazedir yara izim...

Mansur Balcı’nın şair kimliği ve şiirleri yorumlanırken onun politik ve aktivist yanının da mutlaka dikkate alınması gerekir. Ama daha önemlisi görev ve sorumluluk bilincini hem şair kimliğine, hem şiirlerine hem de politik aktivist tavrına yansıtmış olmasıdır. Mansur Balcı poetik tavrını da etkileyen görev ve sorumluluk bilinciyle gerçek bir örnektir. Hayallerini, düşüncelerini, ilkelerini savunduğu biçimde kuvveden fiile geçirme uğraşını yaşamının sonuna kadar sürdürmüş olan şair Mansur Balcı’yı saygıyla selamlıyorum…